Murat BELGE
Murat BELGE Gazete: T24 & BİRİKİM

Orhan Ulutin’in ölümü üzerine

  • 11.11.2011 00:00

 Bir haftayı geçti herhalde, gazetede Profesör Orhan Ulutin’in ölüm ilânına rastladım. Orhan Ulutin Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin profesörlerinden biriydi; ben de bir sağlık sorunu nedeniyle onunla tanışmıştım. Uzun boylu bir alışveriş olmadı aramızda ama çok doğru düzgün bir bilim adamıyla karşı karşıya olduğumu anlamama yetti.

Tanıştığımız bu sıralarda dünya Hematoloji “Derneği” mi, “Birliği” mi, bir kongresi, olağan toplantısı oluyordu diye kalmış aklımda –belki de İstanbul’da. Ulutin de bu uluslararası kuruluşun başkanıydı. Bu tabii kendi başına önemli bir olgu. Ama yanılmıyorsam Ulutin’den önce de Muzaffer Aksoy aynı kuruluşun başkanlığını yapmıştı. “Başkanlık” öyle önüne gelene verilecek bir mevki değildir, belli ki bu insanlar başarılarıyla dünya çapında tanınmışlar. Peki, niye “hematoloji”?

Bu soruyu Orhan Bey’e sormuştum o zaman. “Üniversitede ‘hematoloji’ bölümünü Frank kurmuştu” dedi. “Biz orada, onun yanında yetiştik.”

Evet, Erich Frank. 1957’de öldüğünde cenazesine büyük bir kalabalık geldiğini hayal meyal hatırlıyordum. Genç kuşaklar muhtemelen adını bile duymamıştır ama benim genç olduğum altmışlarda Frank adı sık sık geçerdi. 1933’te Hitler iktidara tırmanmayı başarınca bir Yahudi olan Frank da, başka birçok Yahudi, demokrat ve sosyalist gibi yollara düştü, kader onu buraya yönlendirdi. 1934’te İstanbul Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi’nde İç Hastalıkları Kliniği’nin başına geçti. “Laboratuarı, kan tahlilini getirdi,” diye anlattı Orhan Bey. “Bizim doktorların laubali ‘muayene’ yöntemine karşılık bilimsel analizi getirdi.”

Yaptığı işin önemini İstanbul halkı da anlamış ki, cenazesi ağızdan ağza anlatılan bir olay olabilmişti. Vefakârlık da güzel bir şey.

1933’te Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesi... 1933’te burada Darülfünun’un kapatılıp İstanbul Üniversitesi’nin açılması... Bu iki apayrı olay arasında kurulan son derece ilginç ilişki. Olayları tabii bilirdim de dikkatimi o ilginç ilişkiye ilk çeken kişi Orhan Ulutin olmuştu. Kosswig’i filan da söyledikten sonra, “Yalnız tıp değil, bütün üniversitede onların kurduğu bölümler bir başka olmuştur” dedi. Ondan aldığım bu tüyoyla ben de alana bakındım biraz: evet, Spitzer ile Auerbach zaten benim kendi alanımda duran iki anıt. Felsefede Reichenbach, iktisatta Neumark’ın çok da önemli olmadığını Sencer Divitçioğlu bana söylemişti ama bunun nedeni Neumark’ın sonuçta bir burjuva iktisatçısı olmasına bağlı olabilir. Roma hukukundan Ankara Ziraat Fakültesi’ne kadar, Türkiye’nin yeni akademik hamlesinin birçok alanında Almanya’dan kaçışan bu insanların parmağını buluruz. Gene bu esinlenmeyle Filiz Ali’yi bulup ondan da Konservatuar’da olanları dinlemiştim. Filiz, buraya Bartok’un getirilmemesinin önemli bir kayıp olduğu kanısındaydı (ve çok haklıydı), ama Hindemith ve onunla birlikte çalışanların, çeşitli dersleri üstlenenlerin yüksek niteliği konusunda bir şüphesi yoktu.

Oradan kaçanların bir kısmının buraya gelmesi tamamen bir rastlantı. Böyle bir rastlantı olmasa, otuzlarda kırklarda Erich Auerbach diye birinin İstanbul’da bulunmasını mümkün kılacak ne olabilirdi? Söylediği hiçbir şeyi anlamayıp bir de onu küçümseyen Halide Edip’e dayanması için herhangi bir sebep olmazdı. Ama bu bağ kuruldu.

Burada belirleyici rolü oynayan, sezdiğim ve anladığım kadarıyla, Atatürk’tür. Darülfünun’u kapatır ve üniversiteyi açarken ve bu arada tabii tasfiye uygularken (üniversiteler muhafazakâr olur; burada o tarihte bunun anlamı “saltanata sadakat” demektir) Almanya’da böyle bir şey olacağını hesaplamasına imkân yoktu tabii.

Ama Almanya’da böyle bir şey oldu.

İşte o noktada Atatürk bunun nasıl bir “gökten inme nimet” olduğunu hemen kavradı ve “Bu adamları kaçırmayın” diye talimat verdi.

Atatürk kendisi bir akademik olup üniversitede ders vermediği için, Almanya’dan gelen bu adamların yanında küçük düşmek gibi bir kaygısı yoktu.

Ama o işi yapan kadrolarda bu kaygı o zaman vardı, bugün de var. İş onlara kalsa, o adamlar bizim üstümüzden kayıp Hind’e, Çin’e gidebilirlerdi. Bizim profesörler onları istihdam değil, teşyi ederlerdi.

Neyse ki o talimat verildi. Bununla bir sistematik, geneli kapsayan bir politika oluşamadı. Oluşamazdı da. Ama büyük ölçüde bu sayede, niteliğini uzun sürelerle koruyabilen adacıklar yeşerdi.

Kemalizm’le hesaplaşma zamanının geldiğini yazıp duruyor ve kendi katkım için hazırlanıyorum. Bugünlerde dediğim bu işin başladığını ve çok kişinin bu doğrultuda yazdığını da görüyorum. Ben bu işe önce “hakkını vererek” başlayayım dedim.

Uzaktan sevdiğim Orhan Ulutin’e de rahmet dilerim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Hüseyin KAYA
    Hüseyin KAYA
    15.04.2015 17:27

    "PKK, HDP propagandasının merkez medyada sorgusuz haber ve bilgi hâlinin getirilişinin pek çok örneğini gördük" Ya AKPnin kiler, onlarıda görüyorsunuzdur mutlakada söylemeye diliniz varmıyor dimi? Nede olsa "gerçek" gazetecilik yapıyoruzsunuz. Başkaları gibi "propagandist" değilsiniz.İyi ki varsınız...

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums