- 20.01.2016 00:00
Tayyip Erdoğan, öyle anlaşılıyor ki, şu anda “Türkiye Cumhuriyeti” olarak bilinen ülke sınırları içinde yaşayan insanların aslında birlikte yaşaması imkânsız “iki millet” olduğunu bize kanıtlamak istiyor: bu ikimillet, “ondan” olanlar ve “olmayanlar” şeklinde ayrışmış. Yaptığını beğenmeyen ve bunu bir bildiriyle açıklayanlara “alçaklar” diye bağırabiliyor.
Geçen gün de söylediğim gibi bir “Cumhurbaşkanı” böyle konuşmaz. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişi bu ağızla konuştuğunda, bu mesaj toplumu meydana getiren sınıf ve tabakalara nasıl ulaşır? Siyasi bölünmelere uğramış ve bunların sonuçlarını en gergin biçimde yaşayan, militanlaşmış bireyler ve gruplar Cumhurbaşkanlarının ağzından böyle kelimeler çıktığını duyduklarında, ne yaparlar? Tayyip Erdoğan’ın bunları bilmemesine ya da tahmin etmemesine imkân yok. Ama hiç oralı değil; bu “germe” ve “kışkırtma” işini her gün yapıyor. Demek ki bu sonuçları göze almış.
Peki, nedir bunun mantıkî sonucu, ne olabilir?
“Ne olabilir?” değil; oluyor zaten. Tartışmak, derdini anlatmak, ikna etmek ne kelime; birbiriyle zaten yüzyüze gelmeyen, geldiği zaman da selâmı sabahı kesmiş durumda iki cephe var.
İşin tuhafı bu iki cephe arasında Tayyip Erdoğan’ın “benden” dediği cephe içinde de reisin “huşunet”ine uğrayanlar, bir şekilde cezalandırılanlar var. Var da, orta yerde temel cepheleşme olduğu için, bu da “kol kırılır yen içinde” hesabı, pek önemli bir sonuç yaratmadan idare olup gidiyor.
Türkiye’nin tarihi ve bugünkü toplumsal- ideolojik yapılanması, böyle bir ayrışmayı ayakta tutacak özelliklere sahip ve zaten bunlar bu toplumun hayatında her zaman kendini hissettirmiştir. Din içinde Alevi- Sünni başta olmak üzere, çeşitli ayrımlar vardı ve yetmişli yıllarda, Maraş, Çorum, Sivas kıyımlarında bu ayrımlar başat rol oynamıştı. Şimdi bunlara “Milli Görüş/ Gülenci” ayrımı eklendi. Kürt- Türk ayrımı zaten en tehlikeli ayrım olarak yerini koruyor ve şu gün, tarihte herhangi bir evrede olduğundan çok daha beter bir durumda. Bu, Tayyip Erdoğan’ın kaybettiği oyları geri almak için uygulamaya koyduğu politikanın dolaysız sonucu. Laik- Müslüman ayrımına gelince o belki bunların hepsinden daha büyük bir patlama potansiyeline sahip. O da, tarihte görülmüş gerilimlerinin belki en şiddetlisi içinde, kaynamaya yüz tutmuş bir sıvı gibi, fokurdamaya başlıyor.
Bunlar temel çizgiler, ama bunları böyle bir sayınca fay hatlarının tam listesini vermiş olmuyoruz. Çünkü bu saydıklarım da kendi aralarında daha küçük gruplardan oluşuyor ve onların arasında da, deyim yerindeyse, çeşitli “kan davaları” devam ediyor. Kimse kendi gündemini değiştirmeye niyetli ya da hazırlıklı değil –gündeminden taviz vermeye de. Burada da baştaki imam mekanizmayı kuruyor, işletiyor: “Her dediğim olacak,” diyor; “her şey aynen benim dediğim gibi olacak.”
Ünlü hikâye vardır: İstanbul’un fethine doğru Bizanslılar meleklerin kanatları olup olmadığını (bir başka versiyonuna göre de meleklerin cinsiyetini) tartışırlarmış. Türkiye’deki çeşitli siyasi grupların tutum ve davranışları da bundan çok uzak sayılmaz. Yakın çevremizin, yani Ortadoğu’nun kargaşası içinde, kendi iç ayrımlarını hiçbir zaman tam çözememiş bir Türkiye ve ne yaptığı, niçin yaptığı, kiminle birlikte kime karşı davrandığı pek de belli olmayan bir Türkiye!
Bütün bunlara karşı tek çare olarak “tek adam yönetimi”ni gören ve öneren bir iktidar var. Oysa bugün olumsuzluklarla dolu bir noktaya gelmişsek, bunun en büyük sorumluluğu o “tek adam”ın sırtında. “Bildiri yayımlayan akademisyenler” ya da “Kuvvetler Ayrılığı ilkesi” gibi soyut bir şey, bu iradeye karşı gelen ne varsa yok etmeye kararlı.
Burada, muhalefeti meydana getiren güçlerin mücadele araçlarını yeniden gözden geçirmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Yorum Yap