- 9.02.2016 00:00
Tayyip Erdoğan, “Türkiye’nin Başkanı” olmak üzere kıran kırana bir mücadele başlatmış durumda.
Ama zaten bu mücadele sona ermiş ve kendisi büyük halk çoğunluğunun oyuyla o mertebeye seçilmiş gibi davranıyor. Şimdi böyle davrandığına göre, o “mutlu olay” gerçekleşir de istediği “anayasa”yla oraya gelirse, nasıl davranır, tahmin etmesi güç.
Bu başkanlık olur, olmaz mı, bütün ülkenin bütün gündemini kaplayan bu olay önümüzdeki günlerde de her şeyin önünde ve üstünde, böylece devam edecek. Olursa nasıl bir şey olacağını anlamak için AKP’nin durumuna bakmak yeterli.
Tayyip Erdoğan henüz kendi istediği şekilde ve istediği yetkilerle “Türkiye’nin Başkanı” değil; ama Adalet ve Kalkınma Partisi’nin fiilen ve her anlamda Başkanı. Bu partinin Tayyip Erdoğan karşısındaki konumuna bakınca, “mutlu olay” gerçekleşince Tayyip Erdoğan ile Türkiye arasındaki ilişkinin nasıl bir mahiyet alacağını tahmin edebiliriz.
Bu ilişkiye çeşitli açılardan bakılabilir elbette. Ben bugünlerde belirli bir açıdan bakıyorum ve bu partide “geçer akça” olan değerin “liyakat”ten “sadakat”a hızla kaydığını görüyorum.
Ne demek bu?
Şu demek: buradaki bir bireyin iyi bildiği, tanıdığı bir alanda çalışarak partide, artık ilçe ya da il başkanlığı mıdır, milletvekili adaylığı mıdır, yükselecek ne yer, ne mertebe varsa oraya erişmesi değil, Tayyip Erdoğan’a sadakatini kanıtlayarak erişmesi demek. Bu sadakati göstermeyenler, isterse “kurucu” falan olsunlar, sessiz sedasız bir köşeye çekilmeye mahkûmlar.
“Türkiye’nin Başkanı” olduğu zaman olacak olan da budur. Bu sadakati göstermeyen “vatan haini” olacaktır.
AKP ve Tayyip Erdoğan iktidara geldikleri zaman, yani 2002’de, kendilerine ters ters bakan klasik “devlet” kadrolarının içinde, oraya “sızma”yı başarmış “Gülenci” bireyler de görmüşlerdi. O tarihte bu kişiler, gözlerinin içi gülerek bakıyorlardı AKP iktidarına.
Gülen hareketi “elitist”tir. Onun için de “eğitim” sürecinde etkilidir. Dediğim kadrolar ayrıca bulundukları yerin girdisini çıktısını öğrenmiş, deneyim kazanmışlardı. Bu ittifak AKP için birçok imkân, kolaylık yarattı.
Ama şimdi, “öküz öldü, ortaklık bozuldu”. Hem de ne biçim bozulmak! Türk dilinde “paralel”den daha fazla kötü anlamda yüklü kelime kalmadı. Dolayısıyla, zararlı ot yolar gibi, her yerde, paralelci yolunuyor. Oradan boşalan yerlere de Tayyip Erdoğan’ın onayladığı ya da onaylayacağı kestirilen kişiler geliyor. Aynı zamanda, bunlardan bağımsız olarak, Erdoğan önderliğinde AKP’nin kurduğu yeni “tabya”lar (örneğin “trol” dedikleri örgütlenme), ihdas edilen yeni görevler var (“Saray”da kaç kişi istihdam ediliyor?). Burada aranan özellikse, artık, “liyakat” değil, “sadakat”.
İşler normal bir ülkede yürüdüğü gibi yürüse, böyle bir tedbir almanın ne bir gereği olur, ne de bir anlamı. Bir işi en iyi kimin yapacağını düşünüyorsan, ona verirsin. Ama Türkiye’de son birkaç yıldır işler normal bir ülkede yürüdüğü, yürümesi gerektiği gibi yürümüyor. Bir yanda, yürümemesi gerektiği gibi yürümüş işler yığını var. Neredeyse her geçen gün bu yığına yeni bir şeyler ekleniyor. Onların varlığını kabul edeceksin; kabul etmekle kalmayıp her yerde, aşk ve şevkle, savunacaksın.
Bir yanda da “Türkiye’nin Başkanı”nın şimdiye kadar açıkladığı ya da henüz açıklamadığı istekleri, talepleri konusunda gene aynı şekilde, aynı aşk ve şevkle, ısrarcı olacaksın. Başkan kavuğuna tavus tüyü sorguç istediğinde, sen, “Bir sorguç yetmez, beş tane olsun!” diye çığıracaksın.
Dünyanın neresinde olursa olsun, otoriterlik dozu artınca, hele bu otoriterlik diktatörlük olmaya özendiğinde, “sadakat” önem kazanır. Sonuç da gene her yerde aynıdır: nitelik düşer.
“Nitelikli sadakat” diye bir şey yoktur.
Bu süreç başladı; başlayalı epey oldu. Devam ediyor ve edecek. Sonuçlar, Başkan’ın “en başkan” olduğu yerlerde en net biçimde görülebilir, görülüyor.
Hedef, bütün Türkiye’yi bu kılığa sokmak.
Yorum Yap