- 23.12.2015 00:00
Dış politikada verilen, biri birini tutmayan kararlarla, ondüleli bir yolda sürat yapmaya karar vermiş bir otomobil gibi, hoplaya zıplaya gittiğimizi düşünüyorum. Bir yandan hızla yeni düşmanlar edinirken, bir yandan da müttefiklerimizle aramızı açmak için özel bir çaba harcar gibiyiz.
Tam bu sırada Avrupa’dan birtakım beklenmedik sinyaller sadır oldu. “Vizeyi kaldıralım” konusu, örneğin. Bu da bir “Eniştem beni niye öptü?” hikâyesi olarak karşımıza çıktı. Türkiye’den gidenlere vize verilmesini daha da güçleştirecek işler yapılmasını beklerken, hem “vizeyi kaldırma”, hem de yeni fasıl açma konuları gündeme geldi.
Bunların niçin böyle olduğunu anlamak çok zor değil herhalde. Avrupa’nın gözünü Suriye korkuttu. Korkutmayacak gibi de değil. Milyonlarca insan, olağanüstü bir basınç yaratarak, Türkiye üzerinden, Avrupa kıtasına doğru kayıyor. Bir yandan habire kurban veriliyor, ama hareket durmuyor. Acıklı ama aynı zamanda insanı öfkeden kudurtan bir süre. Enti püften tekneleri tıka basa doldurup ölüme salıyorlar. Her şeyi yapabiliyor insanoğlu denen bu yaratık, çıkarını gördü mü?
Avrupa, öyle anlaşılıyor ki, bu insan selini burada durdurmaktan daha etkili olabilecek bir çare düşünmedi, bulamadı. “Bunları burada tutun bırakmayın,” diye bize bir tür “rüşvet” veriyorlar, verecekler. “Burada tutmanın bedelini biz ödeyelim, ama bunları bizim taraflara salmayın.”
Şu anda Suriye den yola çıkmış milyonlar. Ama burası Ortadoğu. Yarın nerede ne belâ patlak verir, neresi birbirine girer, nereden yeni insan dalgaları yola çıkar, bilinmez. Ama bir kere yola çıkınca, Türkiye üstünden geçmeleri ihtimali yüksek. “Türkiye bir köprüdür” klişesi var ya, gerçekten bir köprü.
Avrupalılar için, kabarık sayılarda göçmeni almak, konuta yerleştirmek, işe yerleştirmek yeterince felâket, biliyoruz. Ama şu son olaylardan sonra adamlar daha uzun vadeli düşünmeye de başlamış olabilirler. Şimdi bu insanlar akın akın geliyor, zamanla bir yere ilişiyor, yaşıyorlar. Derken bunların çocukları büyüyor, bizden nefret ediyor, bizden intikam almaya karar veriyorlar. Ondan sonra yok Charlie Hebdo yok 11 Eylül, gırla gidiyor.
“İnsanoğlu”, böyle konularda da bir tuhaf. Şimdi bakıyoruz, bu insanlar –sadece Suriye den gelenleri de değil– kelleyi koltuğa alıyor, o saçma sapan teknelere salkım saçak binip yola çıkıyor, sırf bir Batı ülkesine kapağı atabilmek için. Ama bir ya da iki kuşak sonra aynı insanların çocukları o ülkelere zarar verebilmek için şeytanî planlar yapmaya girişiyor.
Sonuç olarak, Ortadoğu’yla Batı arasında bir “Türk Seddi”ne ihtiyaç var. Böylece Merkel de geldi; kendisine koltuklarımızı, döşemelik kumaşlarımızı falan da gösterip gönderdik. Herhalde çok etkilenmiştir.
Ama, acaba yalnız Suriye’den gelenlerle sınırlı bir kaygı olmayabilir mi diye de düşünüyorum. Bu mutlaka birinci önceliktir ya, bir yandan da Türkiye’yi yeniden Avrupa yörüngesine çekmek gibi bir düşünce olabilir mi? Yani bu “vizenin kaldırılması” gibi konular böyle bir düşünceyi de işaret ediyor olabilir mi?
Bu çok muhtemel olmayabilir. O tarafta dehşete kapılmış bir Avrupa var. Kendinden başka bir şeyi gözü görmüyor olması ihtimali bir hayli yüksek. Peki, bu tarafta biz böyle şeyler düşünüyor muyuz, ya da burada “Avrupa” diye başlayan düşünceler düşünen bir kimse kaldı mı? İktidar cenahından öyle birinin kaldığını hiç sanmıyorum. Ama muhalefette dahi kalmadı galiba.
İktidar cenahının şimdiye kadar ki bağları da koparmak isteyebileceğini düşünüyorum. Çünkü iktidarın gelecek projeksiyonunda Batı demokrasisini düşünmek bir yana, buradaki hukukun –aslında, “hukuk”un– bir ayakbağı olduğu kanısında. Üstelik, henüz bir müdahalesi olmadı ama AİHM gibi kurumlar var, Avrupa Birliği’nde. Bunlar Tayyip Erdoğan’a sevimli ya da istenir gelecek şeyler değil.
Ancak, özellikle dış politikada “pusula” diye bir şeyin kalmadığı anlaşılıyor. Ortadoğu curcunasının ortasında Türkiye, davranışlarıyla, spazm geçinen bir adamı andırıyor. Cumhurbaşkanı Başika’dan çekilmenin sözkonusu olmadığını söylüyor, ama çekilmekteyiz. Gene Cumhurbaşkanı Irak’ın daveti üstüne gittiğimizi söylüyor, ama Irak “Bunlar nereden çıktı?” diye bar bar bağırıyor. Diyelim ki Irak da ne dediğini unuttu; orada bulunmamızın gerekçesi bu davet idiyse, adamlar sonradan da vazgeçse, orada kalmakta ısrar etmenizin gerekçesi ne? Ayrıca Cumhurbaşkanı “Biz oradan çekilirsek DEAŞ gelir” demiş Obama’ya. Bunun için mi gittik? Sebep buysa, “Irak davet etti” demek ne demek oluyor? Eğitim mi veriyoruz, Beşika’yı IŞİD’den mi koruyoruz?
Ne yapıyoruz biz?
Yorum Yap