- 14.09.2015 00:00
Türkiye’de HEP’ten bu yana, “Kürt partisi” olarak sınıflandırılacak siyasî partiler kuruluyor. “Partiler kuruluyor”, çünkü partiler habire kapatılıyor.
Bu partilerin hiçbiri, aynı süre içinde kendi etkinliğini sürdüren PKK’yla kavga etmedi. Nasıl etsin ki hepsinin kuruluşunda PKK bir biçimde yer aldı. PKK’nın yöneticileri açısından legal bir partiye ihtiyaç vardı, öyle bir partiye yaptırılacak işler vardı, ama aslolan silâhlı mücadeleydi. O halde nihai yetki de bu mücadeleye komuta edenlerin elinde olmalıydı ve zaten öyleydi. Öcalan oradayken bu böyleydi, Öcalan yakalandıktan sonra da durum değişmedi.
İlk olarak, HDP ile durumun değişme potansiyeli doğdu. HDP’nin 12 Eylül barajını aşıp Meclis’e 80 milletvekili sokacak noktaya gelmesinin en anlamlı kısmı bu: Kürt hakları mücadelesi bu noktadan “askerî” olmaktan çıkabilir, siyasîleşebilir, legal siyasî mücadelenin konusu olabilir.
7 Haziran’da bu imkân ve bu ihtimal doğdu.
Doğmasında, böyle bir mücadeleyi belirli bir ehliyetle yürütebilecek kadroların parti yönetiminde olmasının da önemli bir payı var.
Tayip Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında savaşı bitirmek ve “barışçı çözüm” için bir süreç başlatmak kararını vermesinin de ciddi bir katkısı oldu.
Bunların hepsi olumlu gelişmelerdi.
Kronik kan kaybının durmasını istiyorsak, HDP’nin önünü açmamız gerekiyor. Yukarıda bu noktaya gelinmesini “çıkabilir”, “olabilir” gibi kelimelerle anlattım; yani “ihtimal dâhiline girdi, böyle olabilir”… Ama o kadar; “böyle olacak” demek durumunda değiliz. Olmayabilir de. Bu ihtimal daha baskın üstelik. Çünkü HDP’nin kendi iç koşulları, kendi tarihi böyle bir muhtemel gelişmeyle çatışıyor. Seçim sonrasında PKK’nın böyle bir enerjiyle eyleme geçmesinde HDP’nin yöneticilerine hadlerini bildirme dürtüsünün de olduğunu düşünüyorum.
Bu durumda HDP’nin ucundan yakalar gibi olduğu imkân daha da fazla değer kazanıyor.
Türkiye’de siyasetin içinde yeri olan herks HDP’yi bir yerinden yakalayıp çizginin o tarafından bu tarafına doğru çekmeli. “Gelmiyorum, burada duracağım” dese de duymamış gibi yapmalı. Falan…
Ama ne oluyor?
Bunun tam tersi oluyor.
HDP’nin bu imkânı yakalar gibi olmasından bu yana üç ay gibi bir süre geçti. Bir yandan AKP, bir yandan da MHP, “Hayır, buraya gelemezsin,” diye, bütün varlıklarıyla, güçleriyle, HDP’yi PKK’nın kucağına doğru itiyorlar. Demirtaş PKK’ya eylemi kesmesini söylüyor; bunlar oralı değil, “söylemedi” üstüne siyaset kuruyorlar.
CHP onlar kadar enerjik olmayabilir, ama onun da bu durum karşısında kaydadeğer bir şey yaptığı yok.
Elbirliğiyle, bir yandan HDP’yi PKK’nın dizinin dibine itiyoruz; bir yandan da Kürtler’in tamamına, “Size legal politika yapma imkânı tanımıyoruz, tanımayacağız,” diyoruz. “Hele bir de başarılı olursanız, vay halinize! Size soluk aldırmayız!”
Böyle böyle sorunu çözeceğiz inşallah.
Bu işleri elbirliğiyle yapıyoruz ama kimse AKP kadar gayretli değil. Tayyip Erdoğan palasını çekmiş, naralanarak saldırıyor HDP’ye.
Neden?
Çünkü son seçimde HDP oylarının üstüne oturamadı. Oturamayınca anayasa değiştirecek ya da yenisini çıkaracak çoğunluğu elde edemedi. Edemediği gibi, tek başına hükümet de kuramadı. Bütün bunların sorumlusu olarak görüyor HDP’yi. Belki daha da önemlisi, HDP’yi böyle “terör”den sorumlu göstererek kaptırdığı oyları geri almayı umuyor. HDP’ye Kürtler’in verdiği oyların bile bir kısmını bu tehditlerle geri alacağını hesaplıyor. Batı’da, kentlerde insanları daha kolay etkileyeceğine bel bağlıyor.
Bunlar gerçekçi hesaplar olabilir. Ama “iyi” mi? Yani Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları böyle mi gerektiriyor?
Hayır. Bunlar Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayan Türkler ve Kürtler’in çıkarlarına (kısa ya da uzun vadeli) aykırı. Bunlar Türkler’le Kürtler’le ilgili değil, Tayyip Erdoğan’ın iktidarıyla ilgili hesaplar.
Ve bunun için ateşle oynamaktan çekinmiyor. Batarsa çıkmaz, tutuşursa sönmez, geri dönüşü olmayan işler bunlar.
Ama Tayyip Erdoğan’ın umurunda değil.
Hani, “Önce Mülkiye, sonra Türkiye” esprisi vardır. Aynı hesap: “Önce Erdoğan, sonra geri kalan.”
Yorum Yap