- 8.02.2015 00:00
Türkiye’nin bir “siyasî sistem” sorunu varsa, bu, Tayyip Erdoğan ve korosunun iddia ettiği gibi “Başkanlık Sistemi”nin olmaması değil, “parlamenter” olduğu iddia edilen sistemin her düzeyde bir “başkanlık” anlayışı çerçevesinde yürümesidir. “Başkanım” lafından –bunu söyleyen ya da böyle hitap edilen olmaktan– bu kadar tad alan bir toplum hayal etmek zor. Burada herkes doğuştan “başkan” da, hepsine “başkan”ı olacağı kurum bulma güçlüğü çekiliyor.
Bu durumun en net göründüğü düzeylerden biri belediyelerdir. Orada “Başkan”, tam anlamıyla başkandır. O görür, o düşünür, o yapar. Tayyip Erdoğan da belediyecilikten gelen bir politikacı. Şimdi Cumhurbaşkanı olarak, belediye başkanının kendi düzeyinde sahip olduğu yetkileri istiyor herhalde.
Tayyip Erdoğan’ın bu Başkanlık taleplerini eleştirirken, bunun ülkemizin “örf ve âdetleri”ne uymadığını söylediğinizde, durduğunuz yer sallantılı bir nitelik ediniyor. Bu, pek çok konuda böyle. Çünkü sorun gelip demokrasiye bağlanıyor; o da, bu ülkenin geçmişinde kolay bulunur bir şey değil. Cumhuriyet’i kuran Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olarak yetkileri nerede başlıyordu, nerede bitiyordu?.. Daha doğrusu, “bittiği” bir yer var mıydı. Onun kadar “kamuflajı olmayan” bir sulta değildi İnönü’nün aynı makamı doldurması, ama “kamuflaj” dışında, onun da pek farkı yoktu. Bunları normalmiş gibi benimseyip Erdoğan’ın iktidar hırsını eleştirmek, inandırıcı olmuyor.
Tayyip Erdoğan’ın yürürlükte olan “sistem”i (buna “sistem” denebilirse) çekip çekiştirerek kendine uydurmaya çalışması da böyle. Bizde hukuk, yasa, sistem falan, henüz “hazır giyim” aşamasına geçmemiştir. Öyle her giyenin üstüne oturmaz. Herkes kendi yasasını, hukukunu ısmarlar. 1982 Anayasası dediğimiz şey, Kenan Evren’in ısmarladığı şey değil miydi? Cumhurbaşkanı’na onca “tıkaçlık” yetkisi tanımanın anlamı neydi? Şimdi Tayyip Erdoğan da kendi zevkine uygun oyuncaklar talep ediyor.
Şüphesiz, Erdoğan kendine yetki istemekte daha önce kimselerin erişemediği bir yerde duruyor, hakkını yemeyelim. Kenan Evren bile bu kadarını istememişti (belki, zaten ihtiyaç duymadığı için). Örneğin, “Başkanlık Sistemi” diye bir şey yürürlükteyse, Meclis’in seçilen başkana güvenoyu vermesi düşünülmez; ama başkan da Meclis’i feshedemez. Şimdi, Tayyip Erdoğan’ın güvenoyundan vareste olurken aynı zamanda fesih yetkisi de isteyeceğinden hiç şüphem yok. Bir yerde bir “yetki” olacak da, Tayyip Erdoğan onu istemeyecek, mümkün değil.
“Parlamenter Sistem” diyoruz, varolan duruma. Oysa egemen güç besbelli, “yürütme”de (hep öyle olur zaten). “Yürütme” şimdiye kadar son analizde Başbakan’ın elinde olan bir şeydi, dolayısıyla kararları Başbakan olarak Erdoğan veriyordu. Şimdi Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu, kararları gene kendisi, ama bu sefer Cumhurbaşkanı olarak vermek istiyor. Durum bundan ibaret. “Ismarlama” istemenin, “sistem bana uysun” demenin daha açık bir örneği olamaz. Bunun, kendi dediği gibi, “hız”la falan ilgisi yok. Direksiyon kimin elinde olacak, sorun bu.
Demokraside elbette kurumlar gerekli ve önemlidir. Kurumların işleyişini ve karşılıklı ilişkilerini tanımlayan kurallar, yasalar, hepsini birden düzenleyen bir Anayasa da gerekli ve önemlidir. Ama en gerekli olan şey, bunların dışında, “demokratik kültür”dür; toplumun demokratik kültürü özümlemişlik derecesidir. Demokrasinin böyle sindirildiği bir toplumda da, “sistem” falan ikincil konulardır, pratik bir sorundur. Birleşik Krallık’ta adamların aklına esse, Magna Carta öncesine dönmeye karar verip “Mutlak” Monarşi ilân etseler, Kraliçe Elizabeth Buckingham Sarayı’ndan birilerine hitaben “Sen kimsin yaa?” diye konuşmaya başlamaz.
Öyle sindirilmiş bir kültür yoksa, bir tek bu türlü konuşmasını bilen kişiler yetişiyorsa, hangi sistem olursa olsun sonuç gene değişmez.
Yorum Yap