- 22.11.2014 00:00
Büyük Efendi (Grand Seigneur) Amerika’yı bu sefer gerektiği şekilde yeniden keşfederek dünyaya yeni bir cevher --ya da mücevher-- saçmış oldu. Böylece, bir süreden beri hakkında biriken şüphelere nokta koydu. Erdoğan’ın ve partisinin önceki, oldukça parlak performansı da hatırlarda olduğu için, benimsediği bu yeni tavrını, yeni dilini nasıl değerlendirmek gerektiği konusu şaşkınlık yaratıyordu. Bu “Amerika” konusuyla artık “öyle mi, böyle mi?” ikirciklerine son verildi. Tayyip Erdoğan, dünyada, “İdi Amin tipi” siyaset adamları kategorisine girdi --kendi güvenli ve kararlı adımlarıyla.
Ama, tabii, Türkiye’de durum --en azından şimdilik-- tam da böyle değil.
Bu konuyla ilgili yazdığım ilk yazıda --salı günü çıkan-- Büyük Efendi’nin kendisine karşı çıkanlara “Vay sen Müslümanlar’ın Amerika’yı keşfetmiş olmasını istemiyor musun? O halde sen Müslüman değilsin! O halde sen vatan hainisin!” diye saldıracağını yazmıştım. Yazının yayımlandığı gün bunu yaptı zaten. Ayrıca, “çevresinde bu işleri yapmak üzere alesta küçük bir ordu var” diye eklemiştim. Bu “ordu” da harekete geçti. “Ecdad” edebiyatı... Fatih’in gemilerini karadan yürüttüğüne de inanmazmışız...
Gemi hikâyesini, o sıra kentte bulunan, “görgü tanığı” tarihçi Phrantzes’den okuruz. Doğruluğu kesindir. Ancak, Büyük Efendi bir yerlerde bunu okuyup Beyoğlu sırtlarından Titanic’in ya da bir benzerinin çekildiğini düşünüyorsa, gene yanılıyor. Bunlar yirmi metreyi pek bulmayan çektirilerdi.
Büyük Efendi ve arkasında ona refakat eden koro --hiç değilse bir kısmı-- bu Amerika hikâyesine inanıyor da. Tanıdığım, siyasî İslâm idealine bağlı kişilerden “Pirî Reis haritası” hikâyesini ve benzerlerini dinlemiştim. Bir süre önce de bir “Meluncan” hikâyesi çıkmıştı.
Büyük Efendi’nin “Müslüman keşifleri” için verdiği tarihlerden çok daha önce, İzlandalı Vikingler Amerika kıtasına ayak basmışlardı. Önce Grönland’a, sonra, muhtemelen bugünkü Kanada’ya varmışlardı. Bu öylesine bir olgudur ve İzlanda Cumhurbaşkanı “Biz Kolomb’dan önce...” falan diye nutuk atmaz. Adını şimdi hatırlamadığım bir tarihçi arkası gelmeyen bu keşif için çok hoş bir açıklamada bulunmuştu: “O tarihlerde Avrupa’nın henüz Amerika’ya ihtiyacı yoktu” demişti.
Tarihe geçmiş kâşiflerden Henry Hudson, gene Kanada’da, sonra kendi adı verilen Hudson Körfezi’ni keşfetti. O sırada bu denizde birçok Avrupalı balıkçı teknesi bulunduğu söylenir. Balıkçı, “kâşif”in tersine, bulduğu yeri saklayan adamdır, çünkü orada bulduğu balıktan başkalarının haberdar olmasını istemez. Dolayısıyla, Kolomb’dan önce bazı Portekizli ya da İskandinavyalı balıkçıların morina ya da ringa peşinde Amerika’ya kadar gittiklerini pekâlâ düşünebiliriz.
Ama buna tarihî anlamda “keşfetmek” denmez. “Keşfetme”, ardında başka türlü bir örgütlenme bulunduğu zaman “keşfetme” olur. Bunları ayrıca yazacağım.
“İnanmak”tan söz ettim... Tarihin şu aşamasında birileri böyle iddialara nasıl, neden inanır? Bunun bir temel açıklaması var: İnanmak istediği için inanır. Zihin yapısı böyle şeylere inanacağı biçimde oluşmuştur.
Bu “biçim”i yaratan şey “kompleks”tir. Türkiye’de veya başka (ama öncelikle Müslüman) toplumlarda bu kompleksi hep görüyoruz. “Öncelikle Müslüman”, çünkü burada hem “din” gibi önemli bir etken var, hem de İslâmiyet’in bir zamanlar büyük bir medeniyet ve egemenlik kurmuş olmasının anısı --ve bugünkü, hiç de parlak olmayan durumun bilinci.
Yani, kısacası, Amerika’yı da Müslümanlar keşfetmiş olabilirdi --belki de onlar keşfetti! Niye olmasın?
Peki, onlar keşfetti de, niye tarihe böyle geçmedi?
Sözkonusu zihin yapısı bunun da açıklamasını üretmeye ve hemen kabul etmeye hazır: emperyalist (ve Hıristiyan) Batı’nın komplosu!
Bu kompleksten yola çıkıp, “Yok öyle şey” diyenlere de, “Siz Batı karşısında aşağılık kompleksine kapılmış kişilersiniz!” diye saldırabilecek bir güruh.
Söylenecek daha çok şey var.
Yorum Yap