- 12.07.2014 00:00
Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme gelince, “müstakbel Cumhurbaşkanı” olarak Tayyip Erdoğan bir “saksı terminolojisi” icat etti. Ekmeleddin İhsanoğlu’na “galiz” olmaksızın hakaret etmenin yolunu böylece bulmuş oldu.
Tayyip Erdoğan’ın ne demek istediği belli. Her zaman yaptığı gibi Cumhuriyet’in demokratik kabahatlerle dolu tarihini yardıma çağırıyor. Bu sefer de “tarafsız Cumhurbaşkanı” kavramı tartışma konusu.
Cumhuriyet’in “yasal yapısı” olarak tanıdığımız “kostüm”, temelde, bir “tek- parti rejimi” için biçilmiş ve dikilmiştir. Bu zihniyetin bence zirve yaptığı nokta, o “tek- parti”nin il başkanı ile ilin valisinin aynı adam olduğu dönemdi. “Ey tek- parti rejimi! Sen nelere kadirsin!” denecek bir uygulamaydı bu.
Herkesin herkesle, her makamın başka her makamla özdeş olduğu bir “birlik ve beraberlik” rejimiydi bu. Hiyerarşinin tepesinde de Cumhurbaşkanı oturuyordu. Ne zaman ki çok- partili seçim icad olundu ve birlik bozuldu, o zaman “tarafsız Cumhurbaşkanı” kavramı da piyasaya sürüldü. “Tek” partiden başka bir partinin seçtiği Cumhurbaşkanı ile nasıl yaşanır?
Türkiye’nin yazılı yasaları ciltler doldurur, ama aslında biz de İngilizler gibi “yazısız anayasa” geleneğinden geliriz. Yazısız Anayasa’mız, Genel Kurmay Başkanı’nın ya da en azından bir emekli generalin Cumhurbaşkanı olması kuralını getirerek bu “tarafsız Cumhurbaşkanı” sorununu çözdü.
Dolayısıyla, uluslararası siyaset kültürünün bir kavramı olan “tarafsız” kelimesinin Türkçe’deki gerçek anlamı, böyle bir şey oldu. Her an sapmaya hazır siyasî partilerin türlü sui-istimallerine karşı, onları durduracak, Kemalist bir irade makamı!
Tayyip Erdoğan bunları kastediyor, “saksı” edebiyatı yaparken.
Bizim gazetenin adı Taraf. Adının yanında da düşünmenin “taraf olmak” demek olduğu yazılı. Yani şimdi benim kalkıp da “Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıdır” falan diye ahkâm keseceğim yok. Hele, yukarıda anlattığım, kelimenin örtük anlamıyla bir “tarafsızlık” savunacağım hiç yok.
Ama Tayyip Erdoğan’ın “taraf olan Cumhurbaşkanı”ndan anladığı ne?
“Benim partim ne yaparsa doğru yapar (çünkü son kertede benim emrettiğim gibi yapmıştır)” zihniyetinin yukarıda anlattığım “tek- parti” zihniyetinden herhangi bir farkı yok. Tayyip Erdoğan, “Başbakan” olarak, nasıl “taraf” olduğunu yeterince gösterdi, sergiledi. Bütün bu “tayin/ sürgün” furyasıyla, toplumun önüne yığınla kanıt koydu. Ama bana bütün bu dehşetengiz uygulamalardan daha dehşetengiz görünün şey, bunların kendisine dokunulduktan sonra ortaya çıkması olgusudur. Bu “paralel yapı”, şimdi avaz avaz “Çocuklarınızı oraya göndermeyin” diye bağırdığı okullar, kefil olduğu (sonra da “hain” ilân ettiği) savcılar, hepsi, Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yapan 2002 seçimlerinde vardı. Ama henüz Tayyip Erdoğan’a “dokunmamıştı”.
Yani, “taraflı Cumhurbaşkanı” elbette olunur. Bu, şu demektir: Cumhurbaşkanı olacak adam birtakım evrensel değerlere bağlıdır; “benim adamlarım yaparsa olur, senin adamların yaparsa olmaz” anlamında bir “tarafsızlık” değildir, sözkonusu olan. Değerlere bağlılığında “taraf” olursun, ama somut durumun teşhisinde ve değerlendirmesinde “nesnel” olursun.
Tayyip Erdoğan bunu olamadığını ve olamayacağını gösterdi.
Yorum Yap