- 2.07.2011 00:00
Türkiye’den Kıbrıs’a pasaport yerine nüfus kâğıdı göstererek gitme imkânı açıldığından beri suç oranları yükselmiş. İlk akla gelen çare, “gelen”in kim olduğunu daha iyi araştırmak, adres sormak, para sormak vb. Bence bunlar iyi çözüm değil; ama akla aykırı değil, uygulayanlar var...
Peki, “Kıbrıslı polis” dediğimiz adam kim? Yüzde 7’si Türkiye’den giden Türklermiş! Olabilir, bu da sorun değil. Kimden emir alıyorlar? Kıbrıslılardan gelen cevaba göre, orada mevzilenmiş Türk kolordusunun komutanından alıyorlarmış!
Yani KKTC’nin bir İçişleri Bakanı var, ama polisi o yönetmiyor! Bu konuyu kurcalayınca, Kıbrıs’ta zaten hükümetin filan bir emir vermediğini, bu gibi yetkilerin Kolordu Komutanı ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Büyükelçiliği’nin elinde olduğu söyleniyor.
Şimdi böyle bir durum, böyle bir “yapılanma”, başlı başına ciddi bir huzursuzluk, hoşnutsuzluk, şikâyet konusu olmaz mı?
Nitekim oluyor.
Konu nicedir “şişeden çıktı”. Bizim oraya yollanıp toplantı yapmamızın nedeni bu. Zaten sokakta yürürken, bir yerde otururken, bu konu bir şekilde açılıyor.
Beni hava alanına götüren şoför (iyi bir adam) Türkiye’denmiş. Yol boyunca bu konuları anlattı. O da Kıbrıslı Türklere kızıyor. “Bizim buraya gelip paraları Kıbrıs dışına çıkardığımızı söylüyorlar, şikâyet ediyorlar. Kendileri ucuza, sigortasız çalıştırmak için Rusya’dan, Kafkasya’dan gelenleri çalıştırıyorlar. Para oralara gidiyor.” Yani, “rivayet muhtelif” laf arasında, 1996-2000 arasında işlerin iyi, ekonominin parlak olduğunu söylüyor. O parlak zamanda kazandıklarıyla kendisinin Türkiye’de bir ev, bir de arsa aldığını ekliyor!
Bizim toplantı Kenan Atakol’un konuşmasıyla başlamıştı ve Kenan Atakol Türklerin bazılarının varlık biçiminin haklı şikâyetlere yol açtığını söylemişti. Konuşmalar ilerledikçe, onun verdiği örneklerin aslında sorunu açmaktan çok örtmek eğiliminde olduğunu anladım. Çünkü o suç işleyenlerden söz etmişti. Oysa suç işlemeyenlerle de sorun var. Konuştukça bunlar çıkıyor.
“Ne olursa olsun, Türkiye burada kalmalı” diyenler, “Bizim bu nüfusa ihtiyacımız var” diyerek durumu savunuyorlar. “En yoğun ‘Kıbrıslı Türk’ nüfusu nerede yaşar? Burada, Kıbrıs’ta mı? Londra’da mı” diye sorduğumda Londra’da yaşadığı cevabını aldım. Bu da– anlatılanlar çerçevesinde– şaşılacak bir durum değil.
Konuşmalar devam ediyor. Biri söz alıyor, “Gidin sanayi bölgelerine bakın,” diyor; “iş sahipleri, sermaye sahipleri oranı hep Türkiye’den gelenler lehine değişiyor.”
Yani, ortada birçok ekonomik olgu var. Belki en önemli değişim bu düzeyde yaşanıyor. 1974’ten bu yana kurulan düzen Türkiye’den adaya gelenler lehine çalışmış.
Ama, o eski yıllarda, yetmişlerde aileleri buraya gelip yerleşmiş Türkler durumu böyle görmüyor, böyle değerlendirmiyorlar. Onlar da “dışlandıklarını” anlatıyorlar. Kıbrıslı Türklerin nerede ne kötülük olsa Türkiye’yi suçlama yolunu seçtiklerini söylüyorlar.
Ekonomiden bu gibi konulara geçiyoruz. Kıbrıslılar, başka bir aşağılanma biçiminden şikâyetçi. “Bize tembel diyorlar.” Bu, hemen, Başbakan’ın “besleme” hakaretini gündeme getiriyor (zaten hep gündemde). “Besleme”den, “Siz zaten milliyetçi değilsiniz. Sizin Müslümanlığınız da Müslümanlık değil” suçlamalarına geliyoruz. Belli ki bu iki “suç atfı” Türkiye’deki iki ayrı meşrepten çıkıyor. Biri, adım başında cami yapılmasından söz ediyor. “Din İşleri Başkanı” (“müftü” demekmiş) böyle olmadığını, yapılanların da gene Türkiye’den gelenlerin isteğini karşılamak için yapıldığını söylüyor.
Yerleşmek üzere gelenler cami istiyor. Bir de eğlenmek üzere gelenler var tabii. Onlar da kumarhane, otel vb. istiyor. “Kıbrıs ekonomisi” diye bir şey varsa o da her şeyden önce bu kesime bağlı olduğu için, ada böyle asalak bir ekonomiye mahkûm.
Yani sorun çok. Ciddi bir çözüm fikri, programı, çalışması yok.
Ama daha asıl soruna gelemedim.
Yorum Yap