- 9.11.2013 00:00
Gözümün önünde bir sahne canlanıyor; bir yere doğru ilerleyen bir kalabalık: az daha dikkatli bakınca, kalabalığın başında mahallenin imamının yürüdüğü görülüyor; hemen arkasında mahalle muhtarıyla bekçi. Onların da ardında mahalle halkı. Bazılarının elinde sopalar var. Öfkeli görünüyorlar. Ne oluyor, nereye gidiyor bunlar?
Mahalleli haber almış ki falan sokaktaki bir evde kız ve erkek öğrenciler birarada kalıyormuş. Kızlar ve erkekler aynı binada kalırsa ne olur? Tabii fuhuş olur. İşte mahalleli, mahallenin namusuna leke süren bu evi ve sakinlerini basmaya gidiyor.
Bizim kuşaktan insanlar böyle sahneleri Ahmet Rasim’in, Hüseyin Rahmi’nin, Sermet Muhtar’ın kitaplarında okumuştur. Peki, yukarıda anlatılan sahne hangi tarihte cereyan ediyor? 1896 mı, 1902 mi, ne zaman? Takvim, 2014’ü gösteriyor.
2013’ün sonlarında Başbakan Erdoğan, partisi “muhafazakâr” olduğuna göre, bu gibi işlere müdahale etmelerinin de, boyunlarının borcu olduğunu söylemişti. Bundan kaynaklanan bir tartışma başlamıştı. Derken, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu da, “Eğer halk bundan rahatsız olursa, bunun gereğini sandıkta yapar,” demişti. Halk bunu kendine göre yorumlayarak anladı, “sandık” kısmını da atladı. Şimdi böyle, mahallede olup bitenlerden, özellikle de “kızlı oğlanlı” vaziyetlerden “rahatsız” olunca, “gereğini yapıyor”. Zaten her zaman “inisiyatif sahibi” bir halk olmuştur.
Şerif Mardin adında bir sosyolog vardır. Bir süre önce Türkiye’nin gidişatında endişe verici bazı yeni durumlar olduğunu, insanların davranışlarını gemlemeye yönelik bir hava oluştuğunu söylemişti. “Nedir bu?” diye üstüne varıldığında, “Mahalle baskısı” diye cevap vermişti. Şerif Mardin’in bu formülü hemen çok tutuldu. Herkes “mahalle baskısı”ndan söz etmeye başladı.
İşte o “mahalle baskısı”, şimdi “mahalle baskını”na dönüştü.
Başbakan Tayyip Erdoğan, ülke içinde ve dışında insanları şaşırtmaya devam ediyor. Kimisi, “bu kadar arkaik bir ahlâk anlayışını nasıl böyle savunuyor” diye şaşarken, kimileri de, bir “başbakan”ın bu gibi işlerle uğraşmasına akıl erdiremiyor. Ama ülke içinde ve dışında insanları şaşırtırken, kendi partisinden bazılarını da şaşırtmaktan geri kalmıyor. Bunun artık düzenli bir örüntüsü oluştu: Başbakan böyle bir hikmet savuruyor; kamuoyundan “Bu da neyin nesi?” anlamında sesler yükseliyor; “yasaya aykırı, anayasaya aykırı, şuna buna aykırı” yollu itirazlar geliyor. Böyle olunca AKP’den birileri, “Öyle demedi, böyle dedi, bunu demek istedi” türünden açıklamalar yapıyor. Yani, itiraz edenlere, “Başbakan’ı yanlış anladınız,” demeye getiriyorlar. İşte tam da o anda Başbakan yeniden sahneye atılıyor ve “Hayır, hayır! Asıl siz yanlış anlıyorsunuz! Ben tam da o itiraz edenlerin anladığı şeyi söyledim” diye durumu “düzeltiyor”.
Ama bir kısım AKP’li böyle “kontrpiye”de kalmamanın yolunu bulmuş. Onlar açısından, Başbakan’ın istek ve görüşleri ile dünya teamülleri arasındaki, gittikçe açılan mesafe önemli değil. Önemli olan, Başbakan’ın yanında durmak ve onunla aynı frekanstan konuşmak. Böyle olunca, onlar Başbakan’ın sözlerine “Bunu nasıl tevil etsek” kaygısıyla bakmıyorlar. O sözleri ikiyle üçle çarpıp yankılamaya bakıyorlar. Başbakan da bundan memnun, belli ki. Yunan mitolojisinin “Narcyssos ile Echo” efsanesinin 21. yüzyıl Türkiye yeniden-yazımını sahneye koyuyoruz böylece.
Ve Başbakan, alıp başını gidiyor, kürtajdan, çocuk sayısından, içkiden, mahalle baskınına doğru. Anlattığım sahnenin önden yürüyen imamına gittikçe daha da çok benzeyerek.
Yorum Yap