- 26.02.2013 00:00
Geçen gün Bekir Ağırdır, Türkiye’de milliyetçiliğin yayılıp artmadığını yazıyordu. Artmıyor, olan milliyetçilik lümpenleşiyor, diyordu. Önemli bir tesbit. Ama yalnız milliyetçilik mi böyle? Ülkede lümpenleşmeyen bir alan olduğunu sanmıyorum. Bunu bir yakınma olarak söylemiyorum; bence bir sağlık alâmeti.
Türkiye toplumunda iki hareket var, öteden beri. Birincisi, somut, fiziksel bir hareket: yani köylerden kentlere, geri kalmış yörelerden daha zengin yörelere göçme ve yerleşme süreci. Her yerde olur bu. Onun için de “Üçüncü Dünya” ülkelerinin başkentleri ve metropolleri, La Paz’dan Delhi’ye, aşırı derecelerde kalabalıklaşıyor. Bizde de “modernleşme” ile bu hareket başladı ve hızlanarak devam etti. “Lümpenleşme” adını verdiğimiz değişimin bununla çok yakın ilişkisi var. Ama şu son birkaç yıl içinde bu hareket durulmaya başlıyor. İstanbul’a göç eskisi gibi her yıl artmaz oldu. Daha önemlisi, genel nüfus artışı eski hızını kaybetmeye başladı (Başbakan’ı telâşlandıracak ölçüde).
İkinci “hareket” dediğim şey böyle somut ve fiziksel bir süreç değil, daha içsel, manevi bir süreç: “Ülkenin düşünsel iklimine dâhil olmak” diyebilirim, bir yerlere gitmeden, oturduğunuz yerde geçirebileceğiniz dönüşüm. Şüphesiz öteki göç, sözgelişi Muş’tan kalkıp İzmir’e ya da Kastamonu’dan kalkıp İstanbul’a gelmek süreci hızlandırır. Ama şimdi Muş’ta veya Kastamonu’da otururken de o genel “düşünsel iklim”in uzantıları, serpintileri ayağınıza geliyor, çünkü iletişim araçları merkezden çevreye doğru genişleyen dalgalar yayabiliyor.
Bu ikinci süreç, her şeye rağmen, daha ağır aksak yürüyor. Çünkü insanın en zor değişen yeri kafasının içidir, aklıdır. Onun için, öyle milliyetçilik filan gibi “ideolojiler” bir yana, en basit davranışlarda inatçı bir süreklilik görüyoruz. Örneğin, herhangi bir kutlamada (düğün olur, maç kazanmak olur) silâha sarılıp ateş edenler ve bunu da gereği gibi beceremeyip nişan alsa kesinlikle vuramayacağı birilerini öldüren ya da yaralayanlar. Böyle bir olay oldu mu, bilumum medya “maganda can aldı!” türü klişelerle olayı tel’in ediyor. Kime ne?
Kurban Bayramı’nı düşünün. Hayvanını kendisi kesmeye meraklı ne kadar çok kişi var (zaten bu başlı başına bir felâket): bunlar her türlü acemiliği yaptığı için olan zavallı hayvanlara oluyor. “Kurban” olmak kurtuluş, o zamana kadar çektikleri felâket! Her Bayram, nerede ne rezalet olduğu, basının kurumlaşmış haberleri arasına girdi. Gene de, kimsenin tındığı yok; her Bayram aynı saçmalıklar tekrarlanıyor.
Çünkü bu insanlar o “düşünsel iklim”in dışındalar hâlâ. Bizim gibilere enikonu “lümpen” görünen yayınların da ulaşım, erişim alanlarının dışındalar. Her düzeyde böyle değil elbette; bu iletişim çağında zaten büsbütün dışında olmak mümkün değil. Örneğin, “tüketim” alanı sözkonusu olduğunda, herkes her şeyden haberdar. Onun için, bu olay bir “izolasyon” sonucu olan bir şey değil. Halkımızın bir kısmı, epey de kalabalık bir kısmı, olan biten her şeyden haberdar olmak istemiyor. Bir vakit bellediği bir şeyden vazgeçmek istemiyor. Bir düğünde tabancasını çekip ateşlemek onun kolay kolay vazgeçemeyeceği değerlerle donanmış bir davranış: mertlik, erkeklik vb. Gazetenin biri “Maganda yine can aldı” dedi diye bu zevkleri reddedecek değil.
Ama, tabii, bu ikinci, “manevi hareket” sürecinde de bir durulma oluyor, kendi temposunda. Dediğim gibi, çok daha yavaş ilerleyen bir süreç bu. X kasabasında otobüse binip İstanbul’a şu kadar saatte gelirsin. Ama sonra, ömür boyu, o adamın zihniyeti X kasabasında kalır.
Milliyetçilik, bu kategoriye giren insanların en kolay benimseyebileceği, benimsedikten sonra, içinde en rahat, arızasız yaşayabileceği ideolojidir. Dolayısıyla milliyetçilik lümpenleşiyor (ben, aynı zamanda arttığını da düşünüyorum), ama bu milliyetçi ideolojiye ve onu sahiplenenlere çok da uzak, çok da aykırı gelmiyor.
Türkiye siyasetinin “en lümpen” zihinli şahsiyetlerinden biri olan Tansu Çiller “Kurşun atan da, yiyen de...” dediyse ve AKP ile CHP’nin tabanlarında bunu doğru bulanların oranı yüzde 67’yi buluyorsa, memleketin gerçek fotoğrafı budur.
Yorum Yap