- 25.11.2012 00:00
Britanya bir eski imparatorluk olarak (adı da “Büyük Britanya”dır) kendi dışındaki dünyaya benzemeye çalışmaz pek. Hani, herkes sağdan gitse de, onlar soldan gider ya. O çetrefil ölçülerini bile ağlaya ağlaya terkettiler: üç “foot” bir “yard” eder; 12 “penny” bir “shilling”, 20 “shilling” de bir “pound” falan.
Ama dünyanın gidişine uyup idam cezasını kaldırdılar. Bunun kaldırıldığı başka ülkelerde de görüldüğü gibi, suçlar artmadı, kan gövdeyi götürmedi, kıyamet kopmadı. Gene de, Margaret Thatcher bu uygulamayı geri getirmeye kalkıştı. Gerekçelerinden biri, birkaç olayda, suçluların polis vurmalarıydı. Thatcher’ın girişimi sonuç vermedi, çünkü en başta kendi partisi (yani, “Muhafazakâr” adıyla bilinen parti) onun bu girişimini benimsemedi. Thatcher konuyu referanduma götürmek isterdi. Götürebilse, büyük bir ihtimalle bu cezayı geri getirmek isteyen bir çoğunluk çıkardı. Ama partisi buna meydan vermedi, girişimi parlamento içinde bitirdi.
Kendisi anti-demokratik olan birçok kural, uygulama, şu bu, çoğunluk tarafından desteklenebilir; ama çoğunluk destekledi diye “demokratik” olmaz. 1982 Anayasa’mız, yüzde doksanın üstünde kabul oyu olduğu için demokratik bir anayasa olmadı. O kabul, Anayasa’nın “demokratik”, “olumlu”, “insancıl” vb. olduğunu değil, Türkiye toplumunun demokratik siyaset kültürünün çok cılız, anti-demokratik geleneklerinse çok güçlü olduğunu gösterdi.
Demokrasilerde “avam/ havas” arasında böyle, adı konmamış bir işbölümü vardır, olmalıdır da. Çoğunluklar her türlü demagojiye açıktır, her durumda siyasî olgunlukla davranacaklarının garantisi yoktur. Sultanahmet Camii’nin avlusunda bir eğlence parkı açalım mı, diye sorsanız, çoğunluk bunu onaylayabilir. Onun için böyle konular referandum malzemesi olmadan, seçkinler arasında bir çözüme kavuşturulmalıdır.
Britanya’da idam konusu böyle sonuca bağlandı. Bu olaydan sonra da suç oranı artmadı, istatistikleri değiştirecek herhangi bir şey olmadı.
Orada öyle de, burada durum ne?
Burada, Margaret Thatcher’dan çok da farklı olmayan bir başbakan var, bir kere. Bu konuyu tartışmamızın nedeni de o. Ama onun kendi partisinden de, aynı fikirde olmayan kişiler bunu çeşitli gerekçelerle belirttiler. Tabii, Başbakan fikrinde ısrar ederse ne yaparlar, bilemem.
Başbakan, her şeyi kendisinin yaptığı bir dünyada yaşamak istediği için olsa gerek, “Ben affedemem” diyor. Yakını ölen kişi isterse affedebilirmiş. Yani, suçu işleyen adamı öldürmeyip diyelim müebbet hapse mahkûm etmeye, Başbakan, “affetme” diyor. “Ceza” konusunda fikri farklı.
Affeden kim, cezalandıran kim? Burada da fikri farklı. Bunları yapacak olan, başta devlet, çeşitli kurumlarıyla, toplumdur modern toplum. Geçen gün Halil Berktay’ın ayrıntılarıyla yazdığı gibi, bu gibi olayların aileler arasında, aşiretler arasında pazarlıkla çözüldüğü, “wergild”e bağlandığı çağları geride bırakalı epey uzun bir zaman geçti. Sivil toplum artık politik toplum, yani modern toplum, “öldürme” fiili üstüne düşünüyor (bu soyutluk, bu genelleme düzeyinde) ve bunun kötü bir şey olduğuna, dolayısıyla bunu hiç kimsenin, başta da ister istemez her şeyin modeli olan devletin yapmaması gerektiğine karar veriyor. Bunu yaparken, bu genel karara uymayacak somut bireylerin varolabileceğini biliyor. Bunu bilmeyecek kadar aptal değil toplum. Ama o kara uymayacak olanları da öldürmemek üzere, ilkesel bir tutum alıyor.
Modern dünya, böyle bir dünya. Şüphesiz, biz Türk’üz ve “biz bize benzeriz” de, böyle bir dünyada yaşıyoruz.
Yorum Yap