- 7.09.2023 07:19
Dağılmaya yol açan başlıca etken, yanılmıyorsam, "değişim" sloganıyla anlatılan girişimin, hareketin yönüyle ilgili. Kabaca dile getirecek olursak, soru "sağa yönelerek mi, sola yönelerek mi değişeceğiz?" biçimini alıyor. Buna benim kendi inançlarım çerçevesinde vereceğim cevap "sola yönelerek" demek olacaktır. Ancak, bu ne demek?
atil, gündelik rutinlerin yerlerini başka (yazık ki kısa süreli), oldukça farklı rutinlere bıraktığı bir zaman dilimi. Sabah gözünü açtığın yerin bir tekne olduğunu hatırlaman belki birkaç saniye alıyor. Ama hatırlıyorsun; kahvaltı, sabahın ilk denizi, şimdi böyle olaylar var zihninde. Çok sürmüyor, "dönüş"e geçiyorsun; unutur gibi olduğun ama aslında tabii unutmadığın, "normal" dediğimiz (ne kadar "normal" olduğu şüpheli) dünyaya dönüyorsun.
Bu bildik dünyada şort giymiş kızların şampiyonluk kazanmasına sevinmeli miyiz, yerinmeli miyiz gibi "derin" sorunlar var. Tanıdık sorunlar—"tanıdık" olması ne kadar "esef" verici olursa olsun.
Ben de "büyük rutine" dönüşün ısınma hareketlerini yaparken ilk işlerden biri olarak T24'e baktım tabii. Bakınca, Oya Baydar'ın yazısıyla karşılaştım. Oya, CHP üstüne yazmış. Bir süredir "volümü" artmış olarak tartışılan (belki "tartışma" kelimesi hafif kalır) "değişim" üstüne bir yazı. Böyle bir şey yapmaya niyetliyseniz, diyor Oya, "İşe Altı Ok'la başlamalı".
Evet, tabii tam da öyle. Oya Baydar'la aynı şeyleri, benzer bir mantık içinde düşünmenin şaşırtıcı herhangi bir yanı yok benim açımdan.
Partinin adı "Cumhuriyet Halk Partisi". Bir "rejim" adı veriyor: "cumhuriyet". Bu, belki CHP'nin en az tartışma gerektiren özelliği -diyebilir miyiz? Aslında diyemeyiz, diyememeliyiz. Çünkü bugünün dünyasında "cumhuriyet" kavramı bize fazla bir şey söylemiyor. Allende, Şili Cumhuriyeti'nin başkanı seçilmişti. Pinochet Şili'de monarşi kurmadı. Kuzey Kore cumhuriyet, Fransa da, İdi Amin'in Uganda'sı da. Öte yandan Norveç, Hollanda v.b. monarşi!
Yani, "cumhuriyet"in nasıl bir cumhuriyet olduğunun da belirtilmesi gerek. İkinci kavram, "Halk" bunu açıklamaya niyetli gibi ama o da günümüzde sorunlu. "Halkçı", dünyada "popülist" adıyla tanınır. Bu, şimdilerde dünyada en fazla tartışılan kavram: Peron'dan Bolsonaro'ya uzanan bir çizgide yığınla "popülist" yani "halkçı" olma iddiasında önder ve rejim var; CHP bunların hangisine yakın? Yakın mı?
Oya Baydar söz konusu "altı ok" üstüne kısa açıklamalar eklemiş zaten, uzatmayayım. Sorun şu: Türkiye'nin bir "cumhuriyet" haline gelişinin yüzüncü yıldönümüne bir şey kalmadı. Bu, az buz zaman değil. Bu süre içinde dünyada çok şey değişti. Türkiye'de de değişti. "Altı" kelimesini alalım. "Altı Ok"la başlayan CHP şu günlerde "Altılı Masa" mimarı olarak konu ediliyordu. İki "altı" arasında epey fark var. Oklardan biri "Laiklik"; masadaki altılının üçü "CHP oku olarak" laiklikten çok uzaklar. Ayrıca, bir ok, "devletçilik"; biri de "inkılapçılık". CHP bu iki oku neresinde taşıyor, neresinde uygulamaya sokuyor? Bu oklarını herhangi bir hedefe göndereceği bir "yay" var mı elinde? Yoksa o yay çerçevelenip duvara asılmalı mı, asılmış mı?
"Milliyetçilik"... Bu öteden beri CHP'nin otantik okuydu, şimdi de belirli ölçüde (bazılarına göre "tamamen" olmalı) öyle. Aslında en "çetin", en "sahici" tartışmanın bu kavram üstüne yapılması gerekiyor.
Bunlar, "ilke" düzeyinde tartışılacak konular. Bundan daha önemlisi, yaşanmış somut tarih ve o tarih içinde CHP'nin -bu ilkeleriyle- oynadığı rol, ortaya koyduğu "performans". Bu bir "siyasi üslup" anlamına geliyor. Bu üslup karşısında toplumun benimsediği tavır ne olmuş? Yani, çok-partili düzen içinde neden CHP kendisini iktidara getirmeye yetecek oyu alamaz? Oyunu beklenin üstüne çıkarmayı başardığı zamanlar (Ecevit'in çıkışı) kendini bilinen CHP'den en fazla ayırdığı ve bunu topluma en inandırıcı biçimde gösterdiği zamanlardır, neden?
Türkiye'nin bugün geldiği noktada, kafasında "sol" kavramı bir şekilde bulunarak siyasete bakan kişi, ister istemez, CHP olgusunu değerlendirmek durumunda kalıyor. CHP'nin solunda duran bir sol var, ama toplumdan kabul görmüyor. Bu da, hangi düşünce ya da amaçlarla olursa olsun, siyasi yelpazenin solunda durmayı seçmiş olanların CHP olgusu karşısında dikkatli davranmasını gerektiriyor. Şu günlerde biraz da "abra kadabra" havası içinde dalgalandırılan "değişim" kavramı ve onun başlatması beklenen süreç bu bakımdan önemli. "Değişiyoruz, değişelim" derken kendimizi "dağılma" sürecinin içinde bulmamız pekala olabilecek bir şey.
"Değişim" elbette gerekli. Bu gereklilik konusunda, hemen, en geniş "konsensüs" oluşabiliyor. Ancak, "nasıl değişmeli?" sorusu sorulur sorulmaz, konsensüs dağılıyor.
Dağılmaya yol açan başlıca etken, yanılmıyorsam, "değişim" sloganıyla anlatılan girişimin, hareketin yönüyle ilgili. Kabaca dile getirecek olursak, soru "sağa yönelerek mi, sola yönelerek mi değişeceğiz?" biçimini alıyor. Buna benim kendi inançlarım çerçevesinde vereceğim cevap "sola yönelerek" demek olacaktır. Ancak, bu ne demek?
Şöyle bir örnek vereyim: Hani bir tarihte üniversitede "ikna odaları" kurulmuştu, başını örtmüş kız öğrencilere yüksek öğrenim görmek istiyorlarsa bu tesettürden çıkmaları gerektiği anlatılıyordu. Bir Merve Kavakçı olayı vardı; Ecevit bile bağırıyordu, "Biri bu kadına haddini bildirsin" anlamına gelecek bir talepte bulunuyordu.
Bu bir "sol" tavır mıydı, bir "sol politika" ile mi karşı karşıyaydık? Bence, hayır. İnsanların dini inançlarını paylaşmazsınız; ama o inançları böyle yöntemlerle, yasaklarla baskı altına alamazsınız, yani almaya çalışmanız yanlıştır, sollukla da bir ilgisi yoktur.
Dolayısıyla bu olaylar olurken CHP'nin büyük ölçüde sessiz gözlemci tavrıyla oturması doğru değildi. Şimdi CHP bu yapılanların yanlış olduğunu kabul ediyor. Peki bunu böyle görüyor, böyle değerlendiriyorsa kendi kadın milletvekili adaylarına "Siz de başınızı örtün" diyor mu ya da böyle davranmasının bir anlamı olur mu? Hayır, elbette olmaz. Haksızlığa uğradığını düşündüğün bir kişiyle ya da zümreyle dayanışma kurmak o kişi ya da zümrenin "kılığına girmek" demek değildir.
Ancak şu günlerde CHP'de görülen bazı davranışlar, böyle bir "bukalemun politikasını" akla getiriyor. Bu, bir süredir devam eden bir tavır. Bir ucu "Batı"yı bütünüyle emperyalist ve dolayısıyla düşman sayan dikkatsiz bir tavır almaktan yeterince sakınmamak, bir ucu Kürt sorunu karşısında iktidara "kuyrukçuluk" yapmaktan sakınmamak biçiminde ortaya çıkıyor. Bu ikincisinde başta Selahattin Demirtaş, olmadık olaylarda iktidarla suç ortağı konumuna düşülmüş oluyor. Bunlar vahim yanlışlar.
"Toplum böyle tavır alıyor" denebilir. Alıyor olabilir. Ama "solda olmak" toplumu taklit etmek de değildir. Toplumun her yaptığı, her benimsediği doğru değildir. Şu son seçim de bence bunu gösteriyor. Ama "bu iş böyle oluyor, olabiliyor" dedikse yapılması gereken toplumla kavga etmek de olamaz. Geçmişteki CHP gibi toplumun kolunu büküp arkasından dürterek "doğru yolu" göstermek ne kadar yanlışsa, "toplum dalkavukluğu" da bir çıkış sağlamaz. Siyasetçinin sorunu kitlelerle iletişimini kesintiye uğratmadan ilkelerin gerçekleşme yolunu açık tutabilmektir.
Yorum Yap