- 31.07.2023 08:19
AKP fazla sağlam bir zemine basmıyor. Ama kendisiyle mücadeleye dönmüş bir muhalefetin basacağı zemin daha da sallantılı görünüyor
Mayıs seçimleri toplum nüfusunun aşağı yukarı yarısını ciddi bir hayal kırıklığına uğrattı. Seçim yaklaştıkça muhalif cephede yükselen (ve sonra boş olduğu anlaşılan) "kazanma" beklentileri hayal kırıklığını derinleştirdi. Ama aynı zamanda seçimin kaybedilmesi durumunda bunu izleyecek olumsuzluklar, "felaketler" de sayılıp dökülmüştü. Gerçeklikten çok da kopuk olmaksızın hatırlatılan bu olumsuzluklar ve derinleşen hayal kırıklığı üst üste geldi, toplumun yarıya yakınının üstünde yoğun bir kasvet bulutu ortalığı kararttı.
Çizgi: Tan Oral
Bulutun, ilk şokun içinden çıkmaya başlayınca "Ne oldu? Nasıl oldu?" sorgulamasının da çok gecikmeyeceği belliydi. Dünyanın düzeni böyledir, yenilen, kaybeden taraf, yenilgiye nelerin yol açtığını soruşturmaya, araştırmaya başlar. Bunu yaparken, kendi "ruh hali" çok sağlam değildir: bir moral bozukluğu içinde düşünmektedir. Sıkkın, çok zaman fena halde öfkelidir. Yani, önüne koyduğu bulmacanın niçin böyle sonuçlandığını serinkanlı, gerçekten analitik biçimde incelemek üzere en "hazırlıklı" durumda değildir. Ama, çaresiz, böyle olmak durumundadır.
İki güç mücadele ediyor, biri kazanıyor. Size karşı mücadele veren taraf, sizin "hasmınız" olan taraf, onun hakkında iyi fikirlere sahip olmanız pek beklenmez -olsa, "hasım" olmazdınız. Bu zaten baştan böyle belirlenmiştir. "X" sizin hasmınızdır, ondan hoşlanmamanızın köklü nedenleri vardır v.b.
Şimdi, bu yenilgide "sizin taraftaki" herkes yapmak gerekeni yaptı mı? Davranması gerektiği gibi davrandı mı? Yoksa bizim tarafta da belirli bir zayıflık mı oldu? Olur ya, şu veya bu nedenle yapılması gerekenleri yapmayanlar olabilir ya da siz o anlattığım moral bozukluğu içinde yapmadığına karar vermiş olabilirsiniz. Eyvah! Bu başka sorun! Burada suçlu, sorumlu sizin kendi takımınızdan biri. Bu anlaşılıyor! Bu başarısız kişi(ler) ellerinden ancak bu kadar geldiği için açık vermiş olabilirler. Ama "düşman"la anlaşıp resmen sizi "arkadan vurmuş" da olabilirler -öyle mi, yoksa böyle mi, bunlar belirli bir ölçüde sizin onlar hakkında vereceğiniz hükme de bağlı. Ama siz hükmünüzün "öznel" olabileceğini kabul etmiyorsunuz ve bu ihanet karşısında öfkeniz sonsuz.
Yenildiğiniz hasmınıza "Tamam! Yenildik! Ama bu işin sonu bu değil! Seninle yeniden hesaplaşacağız, sonra görüşürüz" dersiniz. Ama sizin takımdan olup da işi sarpa sardıranlara "sonra" verecek randevunuz yok. O hesap şimdi görülmeli, hemen görülmeli.
Şimdi, seçim sonrası, yenilen taraf kendi içinde çok-parçalı ve her bir parçanın kendi içinde bu tarz bir hesaplaşma sürecine girdiğinden fazla şüphem yok. Parçalar arasında hesaplaşmalar çok daha yaygın olacaktır; parçaların parça içinde "davayı satma" suçlamaları da eksik olmayacaktır. Daha büyük, dolayısıyla daha belirleyici parçalar içinde suçlama ve hesaplaşmanın daha yoğun geçeceğini de tahmin edebiliriz. Bu süreçler başladı gibi görünüyor. Peki nasıl gelişir ve ne sonuçlar verir? Böyle bir olayın elbette birçok uzantısı, sonucu var da, pratikte özellikle önemli olanlardan biri ilkbaharda yapılacak yerel seçim! Bu anlattığım koşulların yarattığı, yaratmaya muhtemelen devam edeceği genel ruh hali içinde "seçim kazanmak" kolay görünüyor mu?
Görünmüyor. Peki, o halde nasıl olacak? Ne olacak? Koskocaman, seksen milyonluk toplum; kimbilir neler olacak. İster istemez, daraltılmış çerçeveler içinde olabileceklerin ihtimal hesaplarını yapacağız. Bu bağlamda diyebiliriz ki yerel seçim de Tayyip Erdoğan'ın yengisiyle sonuçlanacak.
Böyle olmasaydı, yani muhalefet kendini vakitlice toparlamayı başarıp daha güçlü bir kampanya örgütleyebilseydi yerel seçimi kazanabilirdi de. Bildiğimiz gibi yerel seçimde muhalefetin ilerleme kaydetmesi genel seçimde alınmış sonuçları geçersiz kılmaz. Hele hele AKP gibi iktidara sıkı sıkı yapışmış, en önemli, en hayati hedef olarak iktidarı devam ettirmeyi bellemiş bir parti bu konuda gayet hazımlı ve pişkin davranmaya hazırdır. Ama pratik başka sonuçlar da üretebilir. Konjonktür zor tahmin edilecek şeyleri yerinden oynatabilir, beklenmedik kapılar açabilir.
AKP ve Erdoğan genel seçim öncesinde ekonominin altını üstüne getirmişlerdi (yalnız "ekonomi" değil). Hani kazanacak olsa seçimi, muhalefetin eline bir bomba tutuşturmak gibi bir düşünceleri olup olmayacağını düşünüyor insan. Ama seçimi de onlar kazanınca enkaz da, "bomba" da, onların kucağında kaldı. Şimdiye kadar görünenlerden (bu çok bir şey olmasa da) ekonomiyi kurtarmanın hiç kolay olmadığını gösteriyor. Yani, uzun lafın kısası, ne yaptığı zaten pek belli olmayan Türkiye'den öngörülmeyen davranışlar bekleyebiliriz. Bu noktada AKP de fazla sağlam bir zemine basmıyor. Ama kendisiyle mücadeleye dönmüş bir muhalefetin basacağı zemin daha da sallantılı görünüyor.
Yani ne demek istiyorum? "Kavgayı kesin. Birbirinizle kenetlenin. 'Olmamış gibi' yapın" mı demek istiyorum? Hayır. Ortada bir yenilgi var. Öyleyse bunun bir hesabı olmalı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun şarkısı da "Bu kaçıncı bahar?" değil, "Bu kaçıncı yenilgi?" Tarihin böyle yürümesinin sorumluluğu bütünüyle Kılıçdaroğlu'nun omzunda olmayabilir (bu, hiç sorumlu olmadığı anlamına gelmiyor: "Kürt politikaları" v.b.); ama "muhalefet cephesinin en iri lokması olunca herkesten önce ondan hesap sorulmasının da bir mantığı var.
Oyların beklenen düzeye gelememesinden değil de, bir ilkesel sorundan ötürü Kılıçdaroğlu'ndan talep edilecek bir açıklama var ayrıca: Ümit Özdağ ile Ümit Özdağ'ın dile getirdiği anlaşma! Bunu nasıl kabul edebildi? "Çok kritik bir seçime giriyoruz. Bu durumda vazgeçebileceğimiz hiçbir oy olamaz" diye mi düşündü? Kılıçdaroğlu az çok akla uygun bir gerekçe bulabilir belki. Ama Türkiye Cumhuriyeti'nde hangi partinin hangi "ilkeler" ve hedeflerle siyaset yaptığı bir "sır" değil. Siyasi "meşreb"in de bir sınırı olması gerek. Ayrıca, Kılıçdaroğlu bu anlaşmanın "emanet" edilmesinden söz ediyor. Özdağ'ın davranışı ona bu "emanet"in yerini doğru bulup bulmadığını düşündürmüş olmalı, diye düşünüyorum.
CHP "değişim" diyor. CHP içinde Ekrem İmamoğlu kendi açıklamasını yayımladığı için onun bu "kaygan" kavramdan ne anladığını görebilecek ve tartışmaya başlayabileceğiz herhalde. Ama sorun gelip "Ahmet'in yerine Mehmet" hesabına dayanır ve orada kalırsa, buna çok şaşırır mıyız? Şaşırmayız bence çünkü böylesi bizim memlekette alışık olduğumuz üsluptur. Kaldı ki, "değişim" sahiden gerektiği gibi derinlemesine ilerleme eğilimi gösterirse CHP'lilerin kendilerinin o yolu yürümeye ne ölçüde hazır oldukları, asıl önemli soru.
İnsanların hakkını vermek, sorunları "günah keçisi" yaratma yöntemiyle çözer gibi görünmekten kaçınmak sakınılması gerekli bir tavır. CHP kendi geçmişinden neleri şimdi yürümesi gereken yolda gerekli ve yararlı görüp benimseyecek, neleri "bunlar olmayabilir, hatta olmaması daha iyi" deyip kucağından silkeleyecek... Bunlar da çok önemli. Zor bir dönemdeyiz, ama nesnel koşullar bizi bu zorluklarla yüzleşmeye doğru yöneltiyor. Bunlarla yüzleşmeden kazanılacak bir "zafer" yok.
Yorum Yap