Murat BELGE
Murat BELGE Gazete: T24 & BİRİKİM

Tabulardan kurtulmak

  • 6.05.2023 10:50

Bir toplumun önüne bir tarihte çözümü güç bir sorun çıkar, çıkabilir; soruna taraf olanlar kendi çıkarlarına uygun olduğunu düşündükleri sözleri söyler ve işleri yaparlar

Ufukta "seçim" göründü görüneli AKP-MHP cephesinin başvuracağı propagandanın ana çizgileri de belli oldu.  Kampanyalar "düşmanlık" üstünden yürütülecekti.  Normal olarak "zafer kazanma"nın daha sonraki aşamalarında bunun uluorta gündeme konması beklenirdi.  Ama muhtemelen seçimde ilan edilecek ve tartışılacak konu bulmakta "sermaye" bulmak zorluğundan ötürü bu aşamada söze "Sizi yok edeceğiz" diye bu noktadan başlamak biraz kaçınılmaz oldu.  AKP militanı, "Reis" aya karayolu inşa edeceğiz dese inanırız, demiş ya.  Gerçekten öyle.  İktidarın muhalefeti "ezmek" için ne söylediği ne söyleyeceği bu militan taraftarlarının indinde fazla önemli değil.  "Tamam, demek bu çizgiden ilerleyeceğiz" diyor ve gerekeni yapıyorlar.  İyice düşmanlaştırmak (ve uygulayacakları baskıları meşrulaştırmak) için Muhalefetin "terörist" olması gerektiğine karar verdiler.  Böylece, "Kandil’den talimat alan" ve seçim kazanma durumunda birinci uygulaması Abdullah Öcalan’ı hapisten çıkarmak olan (ve tabii "seçim" adı altında "darbe" yapmaya hazırlanan) bir muhalefet çıktı ortaya.

            MHP Lideri Devlet Bahçeli ile Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan

Bunlarda uzun boylu şaşkınlık uyandıracak bir şey yok.  Bu "cephe" böyle bir cephe.  "Mücadele"den bunu anlıyor.  Ve üstte kalmak için yapmayacağı bir şey yok.  Bunun yeterince örneğini gördük, biliyoruz.  Benim bu yazıda değinmek istediğim konu muhalefetin bir kesiminin İktidarın bu taktiğine karşı benimsediği savunma tarzıyla ilgili.  Muhalefetin özellikle İyi Parti cenahında gördüğümüz "tarz"dan söz ediyorum.  Bu kesim derhal "PKK ile aşna fişne olan biz değiliz, sizsiniz!" temeline oturan bir tavır takınıyor ve sayıyor: Osman Öcalan’a söz hakkı verilmiş, Öcalan’ın mektubu, İmralı’ya gönderilen ne idüğü belirsiz "akademik" v.b.  Bunlarla kalınmıyor.  "Oslo’da görüşen siz değil misiniz" söylemine geçiliyor, Ayrıca burada yapılan görüşmelere geliniyor.  Kim PKK’lılarla birlikte masaya oturmuş falan…

Karmaşık bir durum, şüphesiz ve bazı önemli noktalar birbirine karışıyor.

Şöyle: Bu argümanları öne sürenler iktidarı suçlamak üzere bu sayfaları yeniden açıyorlar.  Ama Kürt sorununu bugün geldiği olumsuz yerden çıkarıp sahiden gerektiği gibi barışa kapı açacak adımı atmak isteyenler de suçlama konusu yapılan o eylemleri yapmak durumundalar.  Nasıl "barışacağız"?  Herhalde konuşarak barışacağız.  Nasıl konuşacağız?

Toplanarak konuşacağız: Oslo’da ya da Ankara’da, nerede konuşabiliyorsak orada konuşacağız.  Uluslararası siyasette bunun adı konmuş, çok örneği var.  Olumlu sonuçlar alınmış örnekler bunlar.  Gizlilik, böyle temasları yürütmek için, çok zaman gerekli oluyor.

Şimdi, can alıcı nokta şurada: çıban başı haline gelmiş bir sorunu barış zemini üstünde çözmek üzere içtenlikli bir iradenin oluştuğu durumlardan söz ediyorum.  Burada söz konusu ettiğimiz yüz yüze görüşmeler bağlamında AKP-MHP cephesinde böyle bir irade mi var?

Başlayan sürecin tıkanma aşamasına gelmesinden sonra alınmış tavırlara, yapılmış eylemlere

Bakıldığında olduğunu söylemek zor.  "Barışçı" nitelemesini ortaya atarken Tayyip Erdoğan’ın bunu inanarak söylediğine ihtimal verebiliriz.  Ama Tayyip Erdoğan eline aldığı sorunlar üstüne "vukuf"la kavrayan ve oradan olabilecek sonuca yönelen bir siyaset adamı değil.  Bunu zaten ani ve keskin dönüşler yaptığı onca somut örnekten de görüyoruz.  "Barışçı çözüm" diye ortalığa atılırken bunun ne olduğuna dair kendi zihninde bir taslak herhalde vardı ama bunun "öteki taraf" gözünde ne kadar "çözüm" ve ne kadar "barışçı" olduğuna pek fazla kafa yormadığını görebiliyoruz.  İş bozulunca yaptıkları "barışçı" nitelemesinin sınırlarını gösteriyor.

Tabii "her şeyi" o yapmadı.  Sanırım PKK cephesi, beklenmedik bir anda Türkiye tarafından gelen bu "hamle" karşısında bir "zafer" havasına kapıldılar.  Sahiden "barışmaya gelmek"ten çok alabildiklerinin azamisini almak üzere davrandılar: siperler, özerklik talepleri vb..  Karşılarında oturan iktidarın bir muhalefeti var, onun da olan işlerin iyi işler olduğuna ikna edilmesi gerekiyor falan filan.  Sabırlı olmak gerekiyor, ölçülü olmak gerekiyor—ayrıca, bu işi "birlikte" yapacaklarına güvenmek ve güven vermek gerekiyor.  PKK bu işte HDP’ye de bir inisiyatif alanı bırakmadı; kendi yürüttüğü politikaya uymasını talep etti sadece.  "Kürt’sen bana uyacaksın."

Ama PKK bizim yetkililerin her durumda aşağıladığı bir "çete" ve onun karşısında iktidar, yani devletin aklını ve deneyimini temsil ettiğini söyleyen bir yapı var.  Hani, Laz fıkrasında borçlu adam mahkemede "ben onu tanımam" deyince Laz alacaklı "Ben oni hiç tanımayrum" demiş—devlet dediğin daha olgun davranmak zorundadır.  Yaptığının önünü arkasını daha iyi bilerek davranmalıdır.  Ama Erdoğan’ın "barışçı""dan anladığı yalnızca kendisine itiraz etmeden boyun eğmek olduğu için iş yürümedi.  Bir de büyük bir ihtimalle, Erdoğan bu girişiminin kendisine oy kaybettirdiğine inandı ya da inandırıldı (oysa böyle bir şeyin sözkonusu olduğunu hiç sanmıyorum—herhalde Bahçeli böyle düşünüyordu).  Dövüşmek kolay, barışmak zordur.  Karar dövüşmeden yana çıkınca bugünkü duruma kolayca geldik.  Ve şimdi, Kandil’den talimat alan CHP ve bütün muhalefet Abdullah Öcalan’ı hapisten çıkarma planı yapıyor.

Kürt sorununun "sorun" olmakta çıkması "mucizesini" gerçekleştirecek bir "tılsım" varsa, demokrasidir.  Çok az tanıştığımız için gözümüzde, zihnimizde sahiden "tılsım" kadar "büyülü" bir şey, bir "serap" neredeyse.  Türkiye’de, bunca askeri darbeden sonra Tayyip Erdoğan’ın kurduğu "sivil" rejim sayesinde, demokrasi ile diktatörlük arasında "ölüm/kalım" yolçatına geldik.  Bu noktada demokrasiyi seçmeye karar veriyorsak o seçmenin gereklerini de yerine getirmemiz gerekiyor.  Burada roller dağıtılmış, yıllardır, üzerine basacağımız zemin şekillenmiş.  Ahmet Korkmaz’la konuşmamız gerekiyorsa Ahmet Korkmaz’la konuşacağız.  "Bunu götürün; ben Mehmet Ürkek’le konuşmak istiyorum" diyemeyiz.  Bir "Mehmet Ürkek" bulup getirseler de işler yürümez çünkü kendileri adına konuşanın o kişi olmasını kabul etmezler.

Bir toplumun önüne bir tarihte çözümü güç bir sorun çıkar, çıkabilir.  Soruna taraf olanlar kendi çıkarlarına uygun olduğunu düşündükleri sözleri söyler ve işleri yaparlar.  Böylece bir yandan, muhtemelen istemeden, sorunu büyütmüş de olabilirler.  Söyledikleri ve yaptıkları onları bağlar.  Belirli bir somut gelişme karşısında yapmış ve söylemişlerdir; buna uymak gerektiğini düşünürler.  Ama durum böyle çözümsüz devam ettikçe, bir süre sonra, bunlar "tabu" haline gelir ve kendilerine serbest hareket edecek alan bırakmaz.  Gerçekliklerden uzaklaşıp bir simgeler dünyasında yaşamaya başlarız.  Buraya varınca, herkesi de o simgeler dünyasında yaşamaya zorlamamıza fazla vakit kalmadı demektir.  Bu da tabularımız bizi tutsak aldı, demektir.

Kürt sorunu Türkiye açısından böyle bir aşamada.  İktidarın çarpık toplum anlayışı ve bu sakat anlayış üstüne kurduğu (bunu yapanın yalnızca AKP iktidarı olmadığını da eklemek gerekiyor) sakat politikalarla buraya geldik.  Sorunu aşmak için güç birliği yapmamız gereken taraflarla kan davası çıkarmaya çalışan bir politika yürütülüyor.  Bunun sonuçları şu durumda muhalefet cephesinde de etkili oluyor.  Ama başka her şey gibi, bu sorunların aşılabilmesi için de önce bu iktidarın tasını tarağını toplayıp kenara çekilmesi ve toplumun normal bir toplum haline gelebilmek için atması gereken adımları atacağı yolu açması şart.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.