Globalleşme sürecinde “sağ”,“sol”,“ilerici”,“gerici” nedir … 1

  • 24.04.2013 00:00

  Globalleşme sürecinde “sağ”,“sol”,“ilerici”,“gerici” nedir… Türkiye koşullarında yeni tip bir sol nedir, nasıl olmalıdır…1

İÇİNDEKİLER

 

KÜRESEL MUHALEFETİN DOĞUŞU-BUGÜNÜ YARINA BAĞLAYAN YOLLAR..1

ESKİ ANLAMDA “SAĞ”-“SOL” KALMADI ARTIK!..3

SİSTEMİN KENDİ İÇİNDEKİ MUHALEFET, YA DA YENİ TİP BİR SOL ANLAYIŞI..4

NEREDEN BAŞLAMALI..7

NASIL YAPMALI-KÜRESEL BİR SOL HAREKETİN ÖRGÜTLENME İLKELERİ..8

MARKSİZM VE Bİ LGİ TOPLUMUNU YARATMANIN DİYALEKTİĞİ..8

DEVRİMİN ÖNCÜ GÜCÜ BİLGİ TOPLUMUNUN İNSANLARIDIR-BİLGİ ÜRETEN VE ÜRETTİĞİ BİLGİYE SAHİP ÇIKABİLEN İNSANLARDIR!.9

TÜRKİYE’DE “SAĞ” VE “SOL”, “İLERİCİ-GERİCİ” KAVRAMLARI..10

EVET, TÜRKİYE BUGÜN HALÂ BİR BURJUVA DEVRİMİ SÜRECİNİ YAŞIYOR..11

TÜRKİYE “SOL”UNUN DİYALEKTİĞİ..12

TÜRKİYE KOŞULLARINDA YENİ TİP BİR SOL NEDİR, NASIL OLMALIDIR..14

 

KÜRESEL MUHALEFETİN DOĞUŞU-BUGÜNÜ YARINA BAĞLAYAN YOLLAR

Küreselleşme sürecinin tam göbeğindeyiz! Burası açık, yani bu konuda herkes görüş birliğinde.  Ama bu yolun bizi nereye götürdüğü konusunda revayetler farklı!. 

Ben diyorum ki, eninde sonunda varacağımız yer modern komünal bilgi toplumudur. Yani, şöyle ya da böyle, bütün yollar oraya çıkıyor! Bu hedefe ulaşmaya karşı da çıksan gene oraya gidiyorsun! Yani kimisi gerisin geri yürüyerek, hayır olmaz diyerek gidiyor bu yolda, kimisi de güle oynaya!

Burjuvaziyi düşünelim! Azami kâr hedefine doğru koşarken biryandan da bilgi top-lumuna doğru koştuğunun farkında değil o! Yani bugünün içindeki varoluş müca-delesinin sınıfsal olarak  kendi yokoluşunu hazırladığının farkında değil! Ama farkında olsa, nereye gittiğini bilse, gitmiyorum mu diyecek! Diyemez ki! Azami kâr’dan, artı değerden vazgeçerse yapabilir bunu ancak! Kent kurucu feodaller  burjuva yaratarak  kapitalizmi geliştirmek ve kendilerini yok etmek için mi yapmışlardı bütün o yaptıkları-nı?..

Bir de „küreselleşme karşıtları“ var! Küreselleşme sürecinin mülksüzleştirdiği insanla-rın direnişi-reaksiyonu var. Direnerek, karşı çıkarak bu sürecin içinde yer alanlar,  aynı hedefe doğru onu durdurmak isteyerek gidenler var! Biraz açalım, ne demek bu, „onu durdurmak isteyerek onunla birlikte gitmek“ sözünü:

Arabaya biniyorsunuz, kontak anahtarını çevirip çalıştırıyorsunuz. Tam, gaz verip de iler-leyeceğiniz an, oturduğunuz koltukta geriye doğru itildiğinizi hissedersiniz. Bir durumdan baş-ka bir duruma geçerken atalet direnciyle bu geçişe karşı direnir vücudunuz.. Bir yanda sizi ileri doğru iten kuvvet, diğer yanda da eski durumu muhafaza etmek için buna karşı direnen  „atalet kuvveti“. Aslında „atalet kuvveti“ diye gerçek bir kuvvet yok ortada tabi! Bu, “kuvvet olmayan kuvvet”, sizi ileri doğru iten kuvvete karşı mevcut durumu muhafaza etmek isterken izafi olarak ortaya çıkıyor. Sonuç: eski denge durumu dirense de arabanız hızlanıyor ve diyelim ki, sonra saatte elli kilometrelik bir hıza ulaşıyorsunuz ve artık hep bu hızla yolunuza devam ediyorsunuz. Birden, artık koltukta geriye doğru itilmediğinizi hissedersiniz. Çünkü artık yeni bir denge oluşmuştur. Bir durumdan bir başka duruma geçerken ortaya çıkan direnç- reaksiyon ortadan kalkmıştır.

Bir durumdan bir başka duruma geçişin diyalektiği evrenseldir.  Toplumsal düzeyde de geçerlidir.  Belirli bir üretim ilişkisiyle karakterize olunan bir toplum biçiminden bir başka toplum biçimine geçerken, ya da, her biri kendi içinde kapalı bir kutu  ulus-devletlerden oluşan bir dünyadan, bütün  ülkeleri biribirine bağlayan küresel bir dünya sistemine  geçilirken de hep  aynı diyalektiktir karşımıza çıkan.

Ulus-devlet, belirli bir tarihsel dönemde ortaya çıkan toplumsal bir denge durumudur. Sistemin kendi içindeki dengeyi sağlayan da devlettir tabi!. Yoksa eşitlikçi bir sistem olduğu için kendiliğinden bir denge hali değildir söz konusu olan! Sistemin kendine göre bir mantığı, bir kendini yeniden üretiş biçimi vardır. Devlet de bu sürecin içinde oluşur. Üretim ilişkisi genel olarak  kapitalist üretim ilişkisidir, ama bu giderekten, ulusal duvarların içinde, devletçi-tekelci bir işletme sistemi haline dönüşür. Küreselleşme süreci ortaya çıkıpta bu süreç ulusal duvarları yıkmaya başlayınca-eski tekelci-devletçi işletme sisteminin yerini küresel serbest rekabetçi bir işletme sistemi almaya başlayınca- kendi varlıklarını eski denge içinde oluşturan unsurlar-güçler bu sürece karşı çıkmaya başlarlar. Karşı çıkanların başında,  eski denge durumu içinde egemen sınıf konumunda olan devletle bütünleşmiş sınıf gelir. Nasıl karşı çıkmasınlar ki, toprak hızla ayaklarının altından kaymaktadır bunların. Sahip oldukları iktidarı, gücü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bir an için, koordinat sisteminin merkezini bunların üzerine koyarsak, yani dünyaya onların gözüyle bakarsak olay apaçık  çıkar ortaya. Onlara göre “ ülke elden gitmekte, emperyalizme, yabancılara satılmaktadır “!

Ama sadece onlar değildir bu sürece karşı çıkanlar. Devlete bağlı işyerlerinde çalışan  işçileri, mevcut devletçi düzen içinde çağdışı sübvansiyonlara alışmış köylüleri, hantal bir devlet yapısı içinde “ salla başını al maaşını çalışan “ memurları, ve bir de tabi, “yerli malı yurdun malı her Türk onu kullanmalı” mantığıyla  ulusal sınırlar içinde  kalmaya-varolmaya alışmış,  burjuva-küçük burjuva grupları da saymak gerekir bu arada ;  bütün bunların hepsi ortak bir cephe oluşturarak küreselleşme karşısındaki yerlerini alırlar.

Gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan ve çağ dışı eski ulus-devlet yapısını koru-maktan başka hiç bir amacı olmayan bu muhalefet gerici bir muhalefettir ve hiç bir şansı yoktur. Çünkü küreselleşme süreci ve küresel bileşik kaplar aslında bu ülkelerin, bu ülkelerde yaşayan insanların lehine işlemektedir. Çünkü evet, küreselleşme eski yapıyı yıkıyor ama, bunun yerine yeni daha modern bir yapıyı da beraberinde getiriyor. Evet, küreselleşme ilk planda  birçok insanı mülksüzleştiriyor, ama kısa zamanda bu insanları yeni alanlarda iş-güç sahibi de yapıyor. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler-deki direnç uzun soluklu olamaz. Yeni sürecin nimetleri kitlelere ulaşmaya başladıkça eskiyi muhafaza etmek isteyenlerin  gücü azalacaktır.

Gelişmiş ülkelerde  durum biraz daha farklı olmakla birlikte direnişin özü gene aynıdır aslında. Aradaki fark şudur ki, sermaye gelişmekte olan ülkelere yöneldiği için buralarda-yani gelişmiş ülkelerde- yeni  yatırım yapılmamakta, bu yüzden de her geçen gün daha da büyü-yen bir işsizler ordusu ortaya çıkmaktadır. Buna bir de, robotların işinden ettiği işsizleri  eklersek, durumun vehameti daha da anlaşılır hale gelecektir. Ve işin ilginç yanı, bu işsizler ordusu için hiçbir umut ışığı da görünmemektedir ortada. Yani, küreselleşme süreci gelişmekte olan ülke insanları için yeni iş olanakları yaratırken, gelişmiş ülke insanlarını işsiz güçsüz durumuna sokmaktadır. Ve bu insanlar da tabi buna karşı tepki duyuyorlar. Gerçi şimdilik  kimseden pek fazla bir ses çıktığı yok; sendikaların üzerine ölü toprağı dökülmüş sanki; insanlarla konuştuğunuz zaman da öyle, bir çaresizlik duygusu hakim, tepkiden çok bir umutsuzluk var insanlarda. Bunun nedeni de çok açık:

Birincisi şu:  Yatırım olmayınca yeni iş yerleri de açılmıyor demiştik. Alıyor adam fabrikayı sırtına, maliyetler daha düşük diye götürüyor, örneğin Polonya’ya kuruyor, Çin’e kuruyor! Ne yapacaksın buna karşı! Gitme deyip önünü kesemezsin ki!

İkinci nedense tarihsel, biraz da suçluluk duygusu belki! Gelişmiş ülkelerdeki  yaşam düzeyinin yüksek olmasında tekelci kapitalizm-sömürgecilik- döneminde sömürgelerden elde edilen artı değerlerin de payı vardır. Çünkü, bir biçimde gelişmiş ülke halkları-işçileri de alıyorlardı bu sömürüden paylarını! Ve o zaman kimsenin de fazla sesi çıkmıyordu! Şimdi çark tersine dönüpte sermaye alıp başını gitmeye başlayınca, kendi kaderlerini sermayeye bağlamış olan bu insanlar bir tür terkedilmişlik duygusu içine girdiler! Bu durum ne kadar sürer belli değil, ama en azından şimdilik böyle. Yakın zamanda  büyük kitlesel gösteriler falan da beklemiyorum ben! Kim yapacak ki bunu? İşçi sınıfımı? Halâ elinde işi olanları unutun! Onlar kendilerini şanslı sayıyorlar! İşsizler mi direnecek? Direnseler neyi değiştirecekler ki! Sermayeyi geri mi getirebilecekler! En fazla bir lumpen tepkisine dönüşebilir bu, kuru öfkeye, yakıp yıkma şekline!

Peki ya ulus devlet, o bir çözüm yolu bulamıyor mu bu duruma?

Onun durumu daha da içler acısı aslında, düşünün bir kere, ne yapabilir ki ulus devlet? Ülke dışında yatırım yapan küresel firmalardan-zenginlerden daha çok vergi almaya kalksa, bu sefer ülkeyi hepten  terk eder gider bunlar diye korkuyor! Giderler de yani! Ne olacak ki, gider Çin vatandaşı olurlar Siemens’in patronları! Sermayenin vatanımı kaldı, öyle eskisi gibi ulusal bağ falan kalmadı ki artık, bütün dünya yatırım alanı ve de vatan oldu! Yoksa, gümrük duvarlarını falan yükselterek sermayenin yurtdışına çıkışını mı yasaklayacaklar? Bunu da yapamazlar! Hele bir yapsınlar, o zaman diğer ülkeler de başlarlar aynı yöntemleri kullanmaya ki bunun da zararı herkes için daha fazla olur. Düşünsenize süreç zaten buralardan geçilerek gelmiş bugün bulunduğu yere!.

ESKİ ANLAMDA “SAĞ”-“SOL” KALMADI ARTIK!..

Eskiden, yani 20.yy da, “sağ” deyince, bundan kapitalist sistemi temsil eden burjuva siyasetini  anlardık. “Sol” da tabi, buna karşı, işçi sınıfının başı çektiği  toplumsal muhalefeti temsil ederdi . Küreselleşmeyle birlikte bunların hepsi tarih oldu! Çünkü bugün artık tek bir referans var ortada: Kendi varlığını küresel zincirin bir parçası olarak üretmeye çalışanlarla, ulusal sınırlar içinde kalarak bu sürece karşı direnenler arasındaki çelişki artık günümüzde siyasetin tek  belirleyici unsuru haline geldi. Toplumun bütün sınıf ve tabakaları,  kendini küresel zincirin bir parçası olarak görenler ve buna karşı direnenler şeklinde yeni mevziler oluşturmaya başladılar. Burjuvaziden işçi sınıfına, köylülükten küçük burjuvaziye kadar bütün sınıf ve tabakalar buna göre  ayrışıyorlar. Küreselleşmeye karşı olan burjuvalar, ya da işçiler artık aynı cephedeler. Bunlardan biri kendini “milliyetçi sağ” olarak görürken, diğeri de “ulusalcı sol” diyor artık kendine! Milliyetçilik kavramının patenti burjuvaziye ait olduğundan, ulusalcılık-utangaç bir milliyetçilik olarak solculuğa daha yakın görünüyor!

Peki ya Marksizm-Marksist sol, o ne yapıyor, nerede duruyor bu süreçte?  Küreselleşme sürecini kapitalizmin tarihinde basit bir evre, yüzeysel bir biçim değişikliği olarak görenler için bu soru anlamsız gelebilir. Çünkü, bunlara göre, ne olursa olsun, kapitalizm kapitalizmdir. Ve burjuvazi var olduğu sürece işçi sınıfı da varlığını sürdürecektir. Bu yüzden,  işçi sınıfının dünya görüşü olarak Marksizm de  bazı küçük rötuşlarla da olsa yerini-fonksiyonunu korur-muhafaza eder.

Ben bu görüşe katılmıyorum tabi! Marksizm’in işçi sınıfının delikanlılık döneminin dünya görüşü olduğunu düşünüyorum ben. O dönemin koşulları içinde, burjuva saldırısına karşı, işçi sınıfının kendini bulma-koruma, kendi kimliğini kabul ettirme mücadelesinin  ürünü olduğunu düşünüyorum.  Ama artık bu dönem çoktan sona erdi. Şimdi artık işçi sınıfının gelişimini etkileyen başka süreçler   var ortada.  Globalleşme süreci bunlardan sadece birisi, bu açık; diğeri ise, bunu da aşan, bilgi toplumuna-modern sınıfsız topluma geçiş süreci.

Globalleşme sürecini ele alalım: Toplumun bütün sınıf ve tabakalarını olduğu gibi,  işçi sınıfını da, küreselleşmeye karşı çıkanlar ve onu destekleyenler olarak ayrıştıran bir süreç bu. Marksizm, ve işçi sınıfı içinde Marksizm’den etkilenen sol ise, bu ayrışmada küreselleşmenin karşısında ulusalcı cephede yer alıyor. Nedeni açık: Küreselleşmeyle birlikte işçi sınıfı ulusal düzeyde kalmaya devam ederken, karşı tarafta yer alan burjuvazi global zincirin bir parçası haline gelerek daha da güçlenmiş durumda. Buna bir de, burjuvazinin temsil ettiği karşı cephenin daha oynak hale gelmesini eklersek, durum daha iyi anlaşılır! Ne de olsa,  eskiden karşında, ulusal sınırların içinde gelişen sınıf mücadelesi ortamında, sana bağlı bir burjuvazi vardı; ama artık öyle değil. Azıcık sıkıştırdığında ya, “fazla üstüme gelirsen, pılımı pırtımı toplar giderim” diyen ve gerçekten de bunu yapma yeteneğine-potansiyeline sahip bir burjuvazi var  ortada.  Ki bu da sınıf mücadelesinin etki gücünü sınırlayan bir faktör.

Denebilir ki, bu şu an belki böyle, ama giderekten, taşlar yerine oturmaya başladıkça işler tekrar eskiden olduğu gibi bir dengeye kavuşacaktır, çünkü kapitalizm kapitalizm olarak varlığını sürdürüyor sonunda..Ama öyle değil işte, bu kez de işin içine, giderekten, işçi sınıfının yerini robotlara terketmesi süreci giriyor. Yani globalleşmeyle bilgi toplumuna geçiş süreçleri içiçe geçiyor. Biri diğerini daha da hızlandırıyor-etkiliyor. Bu durumda ne yaparsan yap artık eskiden olduğu gibi bir “işçi sınıfı devrimciliğine” yer kalmıyor ortada! Bir yanda,  güneşin altındaki kar gibi eriyerek yok olma sürecini yaşayan bir sınıf var, öte yanda ise,  sen, sübjektif idealist bir yaklaşımla, onu, gelişen, geleceği temsil eden bir sınıf  olarak değerlendiriyorsun halâ ve izlediğin bütün siyaseti de bu değerlendirmenin üzerine, yani bu sınıfı iktidara getirme üzerine oturtuyorsun! Olmaz, olmadığını da hayat  gösteriyor zaten. Bunun için de klasik-eski-sol siyaset artık ulu-salcı cephenin içinde, globalleşmeye-bilgi toplumuna geçişe ayak direyen bir akım olarak yerini alıyor..

Gelişmiş kapitalist ülkeleri ele alalım. “Sermaye dışarıya mı gidiyor, iyi işte güzel, bu şekilde burjuvazi  içerde daha da zayıflamış oluyor, onu devirmek, iktidarı ele almak işçi sınıfı için artık daha kolay hale gelecektir böylece” diye mi  düşünüyorsunuz! Hayal bunlar hep! Süreç tek yanlı olarak işlemiyor ki! Almanya’yı ele alalım. Evet sermaye dışarıya gidiyor, yeni yatırım yapılmıyor Almanya’da; ama buna rağmen Alman ekonomisi dış ticarete-ihracata bağımlı bir yapı. Yani sen tutupta onu global zincirden koparmaya kalktınmıydı ya, sap gibi kala kalırsın ortada; malını kimseye satamayınca Castro’nun Küba’sı gibi olursun! Küba deyince aklıma geldi, daha geçenlerde  Handy kullanımı artık serbest bırakılmış! Ne büyük yenilik! Haydi aynı şeyi Almanya’da yap bakalım sen! Hiç atı bilmeyen insanları belki eşşekle idare etmeye ikna edebilirsiniz, ama insanları attan indirerek eşşeğe bindirmek kolay değil-dir!!

SİSTEMİN KENDİ İÇİNDEKİ MUHALEFET, YA DA YENİ TİP BİR SOL ANLAYIŞI..

Küreselleşme bir süreç. Bütün ülkeleri, insanları biribirine bağlayan tek bir dünya sisteminin-toplumunun oluşumu süreci. Bu sürece karşı oluşan “duygusal reaksiyonların”-direnmenin diyalektiğini de yukarda gördük. Küreselleşme sürecinin mülksüzleştirdiği kesimlerin eski ulus-devlet zeminini muhafaza etmeye yönelik çabaları bunlar. Ama bir de, sistemin kendi içindeki, kendi iç çelişkilerinden kaynaklanan muhalefet var. Küreselleşmenin, üretici güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucu olduğunu gören,  bu anlamda da ona sahip çıkan, onu destekleyen; ama öte yandan da, onun kendi iç çelişkilerinden yola çıkarak onu eleştiren; küreselleşmenin sadece sermayenin küreselleşmesi olayı olmadığını, bir bütün olarak üretici güçlerin küreselleştiğini ortaya koyan, yapıcı, eleştirirken sistemi geliştirici, küresel kapitalist sistemin ana rahminde gelişen bilgi toplumu güçlerinin muhalefeti var.

Ne demek bu, “eleştirirken geliştirici muhalefet” onu görelim:

Serbest rekabetçi kapitalizm bir  toplumsal  işletme sistemidir, çok basit birkaç kuraldan oluşur demiştik: Rakiplerinden daha ucuza ve daha iyi kalitede mallar üreterek daha çok satmak, azami kâr elde etmek. Bir kapitalistin dünya görüşünü belirleyen ilkeler bunlardır. Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olduğu için ürünün de sahibi olan kapitalist  amacını gerçekleştirebilmek için “üretim maliyetlerini” mümkün olduğu kadar düşük tutmak zorundadır. Yani hammaddeyi mümkün olduğu kadar ucuza elde edebilmeli, işçi ücretlerini mümkün olduğu kadar az tutmayı başarmalıdır vb. Bunun dışında hiçbir şey ilgilendirmez onu. Üretim faaliyeti esnasında oluşan atıklarla doğa mahvoluyormuş, işçiler aldıkları ücretle geçinemiyorlarmış bütün bunlar onun sorunu değildir. Onun görevi üretimin maliyetini minimuna indirebilmektir.

Öte yandan ürün kollektif olarak elde edilen bir sonuçtur, bir sentezdir. Ürünü bir çocuğa benzetirsek,  her çocuğun bir anası bir de babası vardır! Toplumsal üretim süreci de aynen böyledir.  Ürün, bir açıdan toplumla çevre-doğa arasındaki etkileşmenin  sonucudur. Yani, babası doğaysa anası da toplum olan bir çocuktur.  Ama o aynı zamanda toplumsal bir oluşumdur da. İşveren ve işçinin birlikte ürettikleri bir çocuktur da. Çocuğu birlikte yapıyorsun, çünkü kimse tek başına yapamaz bu işi! Ama birlikte ürettiğin sistemin diğer kutbunu yok varsayıyorsun, ya da sana bağlı bir uzuv, bir üretim aracı, bir alet olarak görüyorsun onu. Üretmek için hammaddeyi işlemen lazım. Hammadde ise doğada. Ama bir yandan da onu tahrip ediyorsun. Çünkü o anki çıkarını düşünüyorsun sadece. O an rakibinden daha ucuza üretebilmen lâzım, sadece bunu düşünüyorsun. İşi uzatıp da doğa’yı da düşünmeye kalksan, zehirli gazlara karşı filtre taktırsan, kirli atıkları rasgele doğaya bırakmayıpta arıtma tesisleri falan kursan, bunlar hep masraf, üretimin maliyetini arttırıcı şeyler. Sen bunlarla uğraşmaya kalkarsan rakiplerin seni geçebilir. Bu nedenle sadece kendini düşünmek zorundasın, yoksa bu işi götüremezsin. Serbest rekabetçi kapitalist işletme sisteminin ilkeleri bunlardır.

Sistemin kendi içindeki muhalefet  işte tam bu noktada ortaya çıkıyor. Çünkü, üretimin toplumsal karakteriyle, yani üretim faaliyetinin kollektif bir faaliyet olmasıyla, üretim araçlarının ve ürünün özel mülkiyeti arasındaki çelişki sürece tam bu noktada damgasını vuruyor. Sonuç:

1. Global sorunların çözümü için global boyutlarda yeni tip bir  sınıf mücadelesi pratiği ortaya çıkacaktır.  

2-Doğa’yla olan  ilişkilerde de, doğa’nın ağzı dili olmadığı için,  onun  çevre kirliliği, yaşamın ve üretim faaliyetinin doğal koşullarının bozulması gibi reaksiyonlarına sahip çıkan, bunları sınıf mücadelesi süreciyle birleştiren çevreci bir muhalefet çizgisi gelişecektir. Gelişiyor da zaten.

17-20.yy’larda  kapitalizmin gelişimi ulusal düzeyde olduğu için sermaye ile emek, insanla doğa arasındaki ilişki de ulus-devlet çerçevesi içinde kendine bir yol çiziyordu. Bir yanda azami kâr peşinde koşan sermaye, bunun karşısında da, sınıf mücadelesi yoluyla kendi çıkarlarını koruyan çalışanlar vardı. Bu iki karşıt kutup arasındaki etkileşme belirli bir denge oluşturuyor, gelişme sürecinin basamakları bu şekilde  çıkılıyordu. Sistem politik olarak da bu gelişme diyalektiğine uygun bir yapıya sahipti. Bir yanda sermayenin çıkarlarını savunan ulusal “sağ” partiler, diğer yanda da, çalışanların haklarını savunan  ulusal “sol” partiler vardı.

Bugün ise, küreselleşme süreciyle birlikte durum artık tamamen değişmiştir. Değişmiştir, çünkü artık kapitalizmin gelişme platformu farklıdır.   Sermayenin küreselleşmesiyle birlikte  problemlerin çözümü de küresel bir karakter kazanmıştır. Bugün artık, küresel boyutları içinde ele almadan, sadece ulusal düzey-de kalarak,  ne sınıf mücadelesine  ilişkin problemleri çözmek mümkündür, ne de global düzeyde ortaya çıkan çevre sorunlarını çözmek. Karşında oynak bir sermaye varken, azıcık sıkıştırdın mı, “fazla üstüme gelmeyin alır fabrikayı götürür başka yerde kurarım” diyebilen, ve gerçekten de bunu yapabilen bir sermaye varken, sadece ulusal düzeyde kalarak sınıf mücadelesi falan veremezsiniz. Gene aynı şekilde, sadece ulusal düzeyde kalarak hiçbir çevre sorununu çözmek de mümkün değildir. Diyelim ki sen tek başına çevre dostu bir politika izlemeye karar verdin, ama diğerleri bunu takmıyor. Ne olacak bu durumda? Sen nasıl ödeyeceksin bunun maliyetini. Sen fabrikana filtre takıyorsun, bu senin üretim maliyetini arttırıyor, ama diğerleri takmadığı için aynı malı senden daha ucuza satabiliyorlar ve bu yüzden de senin önüne geçiyorlar..Olmaz ki bu! Bu iş böyle yürümez ki! Bütün ülkeleri kucaklayan bir çevre politikası olması lazım, ve herkesin de buna uyması gerekir. Kim uymuyorsa da onun tecrit edilmesi gerekir. İşte, global-çevreci bir muhalefetin fonksiyonu burada ortaya çıkıyor.

Deniyor ki,  “evet bugün sermaye küreselleşmiştir, ama, emek halâ ulusal sınırların içindedir”.  Bu yüzden de küreselleşme tek yanlıdır, adil değildir! Bu şekilde düşünmek yanlıştır, olaya  duygusal-mekanik olarak yaklaşmaktır,  halâ, ulusal sınırların ötesinde düşüne-memenin bir sonucudur bu!  Atı alan Üsküdar’ı geçmiş, sermaye küresel bileşik kapları yaratarak ülkeleri biribirine bağlamış, Brezilya’da öksürsen Türkiye’de sarsılıyorsun, Çin’de üşütsen Amerika’da doktora gidip grip aşısı yaptırıyorsun da, “sol” halâ “emeğin serbest dolaşım hakkının olmamasından”, bu yüzden de ulusal sınırlar içinde kaldığından bahse-diyor! Bunun adı çağ dışı kalmaktır, tükenmektir, körlüktür! 

Çok açık koyalım olayı: “Üstüme fazla gelmeyin, alır fabrikayı götürür Çin’e kurarım” diyen, ve bu dediğini de yapabilen bir işverene karşı eskiden kalma hangi “ulusal-sol” politikayla sorun çözebilirsiniz bugün? “Emekçilerin çalışma koşullarını düzeltme”mi? Nasıl? Elinde yeni duruma uygun yeni tipte bir sınıf mücadelesi silâhın olmadan hiçbir şey yapamazsın! İşçiler, sendikalar da bunu bildikleri, ama yeni tipten bu mücadele yöntemlerinin neler olabileceğini de henüz daha kestiremedikleri için sesleri solukları çıkmıyor! Böyle bir ortamda 20.yy kalıntısı “sol”-muhalefet olur mu? Almanya’da “yeni sol parti” kuruldu gördük! Hepsi palavra, biz iktidara gelince zenginlerden daha çok vergi alıp herkese iş sağlayacağız diyorlar! Kulağa hoş gelen, boş, ulusalcı-“solcu” lâflar bunlar! Nasıl alıyorsun fazla vergiyi! Adam açıkça ilân ediyor, üstüme fazla gelirseniz çeker giderim diyor! Polis zoruyla mı durduracaksınız sermayeyi!

Emeğin küreselleşmesi demek, işçilerin ülkeler arasında serbest dolaşımı demek değildir! Bir Çinli işçiyle bir Alman işçi arasında ne fark var ki! Ulusal aidiyetleri mi farklı? Görüyorsunuz olay gelip ulusalcılığa, ulusal sınırlar içinde düşünmeye varıyor! Önce bunu değiştireceğiz. Küresel düşüneceğiz. Çinliymiş, Almanmış, Brezilyalıymış, Türkmüş, Kürtmüş demeden küresel emek kavramına alıştıracağız kendimizi. “Emeğin serbest dolaşımı” söz konusu olsaydı bugünkünden daha farklı bir durum mu olacaktı sanki?

Bu türden ulusalcı sızlanmalar bir yana bırakılmalıdır artık! Çünkü, sızlanmaya değil,    ülkelerin küresel bileşik kaplar içindeki yerlerini  gözönüne alarak oluşturulacak yerel   politikaları küresel politikalarla birleştirecek küresel bir muhalefete ihtiyacımız var. Küresel sermayenin karşısında yerel zeminlere dayanarak küresel düzeyde sınıf mücadelesini örgütleyecek  küresel bir muhalefetten  bahsediyoruz.  Kapitalizmin-üretici güçlerin gelişmesine karşı çıkarak kolaycılığa kaçan reaksiyoner- ulusalcı “sol” bir muhalefet-  değildir bu! Tam tersine, küreselleşme sürecine sahip çıkan, hatta bu yoldaki gelişmeleri yetersiz bulup, yolun daha da açılması için gerekirse ulusalcı derebeylerine karşı global sermayeyle işbirliği bile yapabilen,  ama bunu yaparken de, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun sermayenin karşısında çalışanların  haklarını savunan,  küresel boyutta mücadeleleri örgütleyebilen yeni tipte  küresel sol bir muhalefetten bahsediyoruz. Sermayenin, serbest rekabetin doğayı tahrip edişine karşı küresel  olarak mücadele eden  çevreci bir soldan bahsediyoruz. Küresel düzeyde silahlanmaya karşı çıkan, küresel barışı savunmayı  temel politika haline getiren bir soldan.

DEVAM EDECEK...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums