ÖCALAN’IN 21 MART ÇAĞRISI:"Artık silahlar sussun, fikirler ve siyaset konuşsun" (3)

  • 9.04.2013 00:00

    İÇİNDEKİLER:

GİRİŞ.. 1

ÇAĞRININ BENCE EN ÖNEMLİ OLAN YANI..3

ZAMANIN RUHU NEYİ GEREKTİRİYOR, 21.YY’IN PROBLEM ÇÖZME YÖNTEMİ NEDİR?.4

ŞİMDİ, SÖZ TEKRAR ÖCALAN’DA.. 7

ÇÖZÜM SÜRECİNİN TARAFLARI, YA DA DİNAMİKLERİ..15

ÖCALAN’IN “DEMOKRATİK MODERNİTE SİSTEMİ”NEDİR..17

SONUÇ:20

GİRİŞ:

ŞİMDİ, SÖZ TEKRAR ÖCALAN’DA

Önce, Öcalan’ın 21 Mart Çağrısı’na  bir kere daha göz atalım:

“Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç’in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes’in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek’le hısım-akrabadır. Bu büyük medeniyet bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edilmeye çalışılmıştır. Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.

Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur. Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor. Newroz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor”...

“Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır. Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.

Saygı değer Türkiye halkı; Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır. Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum…

“Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır. Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır. Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kurulu-şundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır. Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde[8] yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum. Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bu modele yine Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının, ondaki kültür ve zamanın öncülük etmesi, onu inşa etmesi kaçınılmazdır.

Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz

Son doksan yılın tüm hata, eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bir kez daha yanımıza, mağdur edilmiş, büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz. Tüm bu kesimleri; eşitlikçi, özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum.

Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.

Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan “BİZ” kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle “TEK”e indirgenmiştir. “BİZ” kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz. Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler. Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ayağa kalkmak istiyor. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.

Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkar etmiyoruz. Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamlaştırıyoruz.

Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.

Selam olsun bu sürece güç verenlere, demokratik-barış çözümünü destekleyenlere

Selam olsun halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü için sorumluluk üstlenenlere”!

Tam Öcalan’ın görüşlerini ele almaya hazırlanırken az önce Taraf’da Kurtuluş Tayiz’in makalesine rasladım, bakın ne diyor  o da[9]:  

“Abdullah Öcalan’ın Newroz’da açıkladığı bildiride yer alan kimi ifadelerin Başbakan Erdoğan ve Hakan Fidan tarafından sonradan eklendiği iddia ediliyor. Daha doğrusu Öcalan’a sonradan dikte ettirildiği öne sürülüyor.

Bu değerlendirmelere yol açan Öcalan’ın Newroz bildirisindeki “Misak-ı Milli”, “Çanakkale Savaşı ve Cumhuriyet” ve “İslamiyet”e dair vurgularıydı. Fakat bu vurgular hiç de yeni değil. Öcalan yıllardır bu görüşleri savunuyor. Türkiye’ye teslim edildiği 1999 yılından sonra aynı düşüncelerini belli bir formülasyona kavuşturdu. O tarihte AKP iktidarda bile değildi. Yani bu ifadelerin Öcalan’a dikte ettirildiğini öne sürmek pek gerçekçi değil.

Öcalan’ın İmralı’da yargılanmaya başladığı sırada yazmaya başladığı ve Bir Halkı Savunmak adlı kitapta toplanan şu görüşleri ile Newroz bildirisinde dile gelen açıklamaları arasında fark var mı, siz karar verin.

“Tarihi Kürtler ve Türkler birlikte yaptılar. İmparatorluklarda pay birliktedir. Bu devlet birlikte inşa edilmiştir. Kürtler neden ayrı devlete doğru yönelmiyorlar? Çünkü Kürtler özgürlüğü Türklerle birlikte aradılar. Araplar ve Ermeniler uzaktı, Türkler ve Kürtler iç içeydiler. Malazgirt’te de bu böyledir. Alparslan Silvan’da ordusuna on bin Kürt alır. Çanakkale Savaşı’nda da Kürtler vardır. 1071’den bu yana gelen tarih, aynı zamanda Kürtlerin ve Türklerin birliktelik tarihidir.

Newroz bildirisinde yer alan “Türklerle Kürtler Çanakkale’de birlikte savaştı” ifadesinin yeni olmadığı bu satırlardan açıkça anlaşılıyor

Cumhuriyet’in kuruluşuna, Atatürk’e ve Misak-ı Milli’ye ilişkin Öcalan’ın yıllar öncesine uzanan görüşleri de şöyle:

“Cumhuriyet Misak-ı Milli temelinde Türklerin ve Kürtlerin ortak mücadelesiyle kuruldu. Kürtler Araplar gibi İngilizlerle birlikte hareket etmemiştir, Mustafa Kemal ile birlikte hareket etmiştir. (...) Kurtuluş Savaşı dönemindeki siyasal sınırlar Misak-ı Milli sınırlarıdır. Bilindiği gibi Misak-ı Milli denilen şey, Kürtleri bir bütün olarak ele alıyor; Suriye, Kerkük ve Musul’un dâhil olduğu Irak Kürtleri ve Türkmenlerle beraber Türkiye’deki Kürtleri kapsıyor.”

Abdullah Öcalan’ın açıklamasında öne çıkan İslam vurgusunun yeni olma imkânı da yok. Öcalan’ın bu konuda geniş bir külliyatının olduğunu söyleyebiliriz. Hatta Öcalan, Urfa’da dinler araştırması yapacak bir üniversite ile Diyarbakır’a büyük bir İslam Kültür Derneği kurulmasını bile önerdi.

Newroz bildirisindeki kimi ifadelerin AKP’nin söylemleriyle örtüştüğünü ileri sürüp buradan iktidarın Öcalan’a bildiri dikte ettiğini savunmak gerçekçi olmadığı gibi iki tarafı da yıpratmaya dönük. Söylenenin aksine Öcalan, yıllardır kendi görüş ve projelerinin PKK ve BDP tarafından değil özellikle dış politikada AKP tarafından dikkate alınıp uygulamaya konulduğunu savunup duruyor. Öcalan’a kalsa esas fikir ve düşünce dikte ettiren taraf AKP değil, kendisi”!..

ŞİMDİ!..

Öcalan, bu kısacık-ama içi dolu olan-çağrısında çok şey söylüyor,  çok somut önerilerde bulunuyor dedik.  Öcalan’ın “Çağrı”sının, öyle sadece bir “silahları bırakın” çağrısı olmadığını söyledik. İsterseniz önce, onun en çok tartışılan şu Misakı Milli önerisini ele alalım:

“Son doksan yılın tüm hata, eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bir kez daha yanımıza, mağdur edilmiş, büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz. Tüm bu kesimleri; eşitlikçi, özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum”.

“Misak-ı Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum”.

“Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır. Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum”.

Öcalan’ın söyledikleri çok açık: Misakı Milli çapında bir Ortadoğu birliği, “Demokratik Moder-nite Sistemi” adını verdiği bir birlikte yaşam biçimi öneriyor Öcalan. Onun  “Demokratik Modernite Sistemini”  biraz sonra tartışacağız, bu nedenle,  önce biz onun şu Misakı Milli sınırları içinde   sağlanabileceğini önerdiği birlikteliğin nasıl mümkün hale geleceğini ele  ala-lım.

Tamam, mevcut statükonun nasıl oluştuğu konusunda Öcalan’la görüş birliğindeyiz. Hiçbir maddi-kültürel-tarihsel temeli olmadan, batılı emperyalist ülkelerin-Birinci Dünya Savaşının galiplerinin masa başında çizdikleri haritalarla oluşan bir statükodur bu. Ama sorun şu şimdi, sunni de olsa, kuvvete-güce dayanılarak da kurulmuş olsa bu statüko nasıl değişecek? Biz istesek de istemesek de ortada-İran’ı saymazsak-üç tane devlet var ve eski Osmanlı Ortadoğusu-bu arada Misak-ı Milli’yi içine alan topraklar da-bu üç devletin sınırları içinde bulunuyor. Hadi diyelim ki, bu toprakları birleştirerek ayrı bir Kürt ulusal devleti kurmak değil amaç (Öcalan öyle diyor); amaç, Misak-ı Milli sınırları içinde bir Türkiye’yi  yaratmak. Nasıl olacak bu? “Silahların sustuğu, artık fikirlerin ve siyasetin konuştuğu” bir ortamda böyle bir amacı gerçekleştirmek mümkün müdür?

Ben tam bu soruya Öcalanın nasıl bir cevap verdiğini araştırıyordum ki,  Radikal’de Murat Yetkin’in Zübeyir Aydar’la yaptığı röpörtaja rasladım. Bakın, M.Yetkin’in sorusuna nasıl cevap veriyor  Aydar[10]:

Sınır değişmeden Misak-ı Milli yeniden tanımlanabilir.. 

“Bu çözüm yalnızca Türkiye sınırları içinde kalmaz, sınırları aşan bir etkisi olur.Misak-ı Milli’yi özellikle vurguluyoruz. Misak-ı Milli, 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclisi’nin son aldığı karardır ve Mondros Mütarekesi’ndeki sınırların korunmasını söyler. O gün ne Kuzey Suriye’de, ne Kuzey Irak’ta bir tek İngiliz askeri yoktur. İngiliz askeri Musul’a bir hafta sonra girmiştir. Urfa, Antep, Maraş Fransız işgaline direnmeseydi, şimdi Misak-ı Milli dışında mı diyecektik? Berlin - Bağdat demiryolu hattıyla ülke sınırı çizilmiş, bu kutsal bir sınır değildir.Türkiye bundan 100 yıl önce bir imparatorluktu, orada yaşayan halkların iradesi dışında bölündü. Türklerin, Kürtlerin, Arapların rızası hilafına, bu coğrafyaya yabancı güçler tarafından bölündü. Misak-ı Milli’nin güncellenmesi bizim bir talebimizdir”.

Yalnız siz şimdi sınır değişikliklerinden, Suriye ve Irak devletlerinin egemenliklerinden söz etmiyor musunuz?

“Yeni bir savaş istemiyoruz. Sınır değişmeden de Misak-ı Milli’yi yeniden tanımlamak mümkün. Türklerle Kürtler arasında demokratik bir ittifaktan söz ediyoruz. Belçika örneğini vereyim. Hollanda dilini konuşan bölgeden Hollanda’ya gittiğinde sınır bir formalitedir. O sınırın iki yanındakiler günlük hayatlarında birlikte yaşar, ticaret yapar, bir fark yoktur zaten; varsın sınır kalsın”.

Ama AB diye bir oluşumun parçası bu ülkeler. Gümrük kontrolünü kaldırmış, ortak paraya geçmişler, ortak dış politika, anayasa arayışındalar. Suriye’nin, Irak’ın hali malum, pratikte bu mümkün mü sizce?

“Her şey bir günde olsun diyen yok ki. Bunlar ortak hedefler olmalı. Barıştan sonraki ortak hedeflerden söz ediyoruz”.

Sanki bir federasyon iması mı var sözlerinizde?

“Bu tartışarak bulunabilir. Yönetim şekli tartışarak bulunur. Öcalan (Aydar mülakat boyunca ‘Başkan Apo’ diye hitap ediyor-MY) daha önce AB’nin kökenindeki kömür ve çelik birliği örneğini vermişti. Biz de Fırat ve Dicle Havzası Su Birliği oluşturabiliriz Türkler, Kürtler ve Araplar olarak. Demokratik ittifakla bölgeye bir model sunmuş oluruz. Bunun Türkiye’ye Ortadoğu’ya siyasi katkısı, istikrardır, ekonomik, kültürel yansımaları olur; çözüm Türkiye’nin sınırlarını aşar derken bunu da söylüyoruz. Ama diyoruz ki, Kürtlerin varlık, güvenlik ve özgürlüğü garantiye alınsın, siyaset yolu tam açılsın”.

Ne demek istediğinizi biraz daha açar mısınız?

PKK ve KCK dahil, herkes için legal alanda siyaset yapma önündeki engeller kalksın istiyoruz. Bu, cezai kovuşturma olmadan, herkese siyaset yapma hakkı demektir. Bizim tarafta bütün yetki Öcalan’dadır. Ona adamları sınır dışına çektir, silahları bıraktır, başka her şeyi yaptırıp İmralı’da öylece tutmak doğru bir şey midir? 30 yıllık mağduriyetlerin son bulmasını istiyoruz. Bütün olumsuz sonuçların ortadan kalkması lazım... Bir helalleşmeden bahsedersek, bu herkes için geçerli olmalıdır, iki taraflıdır”. 

Bir genel af mı istediğiniz?

“Karşılıklı helalleşme diyelim. Bir örnek vereyim: Geçenlerde İngiltere Kraliçesi, İrlanda hareketinin önde gelenlerinden Martin MacGuiness’in elini sıktı diye olay oldu. Üstelik diğeri cezaevinde değil, İrlanda kabinesinde bakan olmuş haldeyken, kaç yıl sonra... Dünyada da oluyor böyle şeyler. Sorunu çözmek istiyorsak, sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldıralım”.

Şurasıaçık: Aydar’ın görüşleriyle Öcalan’ın görüşleri örtüşüyor, yani arada bir fark yok. Aydar, Çağrı’da yer alan paragrafı biraz daha açmış oluyor o kadar. Eğer KCK Sözleşmesi bağlamından kopuk olarak (sadece Çağrıyı temel alarak) değerlendirecek olursanız son derece pragmatik, gerçekçi görüşler-düşünceler bunlar. Üstelikte, hem Barzani yönetiminin politikalarıyla, hem de AK Parti’nin bölgeye yönelik bakışıyla uyum halindeler. Bu konuda benim de hiçbir itirazım yok. Neden bir Avrupa Birliği oluşabiliyor da bir Ortadoğu Birliği oluşmasın ki. Hem sonra bunun tarihsel bir temeli-geçmişi de var. Bugün dört parçaya bölünmüş Kürdistan’da zamanında bir Osmanlı eyaleti değil miydi. Daha dün Eyalet sistemi bize en uygun sistemdir demedi mi Erdoğan da!

Ama,  bu konuda daha ileri giderek spekülasyona kaçmadan önce isterseniz bir de Davutoğ-lu’nu dinleyelim. Bakalım o ne diyor:

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nde "Büyük Restorasyon: Kadimden küreselleşmeye yeni siyaset anlayışımız" konulu bir konuşma gerçekleştirdi. Davutoğlu salona girişi esnasında üniversiteli gençler tarafından uzun süre ayakta alkışlandı.

Davutoğlu kürsüye çıkmadan önce Dicle Üniversitesi Konservatuarı tarafından icra edilen 7 farklı dilde şarkıların söylendiği konseri dinledi.

"En iyi konuşacağımız yer"

Konserin ardından kürsüye çıkan Davutoğlu "Diyarbakır şehirlerin mürşididir. Yeni zihniyetin inşasını en iyi konuşacağımız yerdir" diyerek konuşmasına başladı.

Davutoğlu konuşmasında üç temel restorasyona ihtiyaç duyulduğuna vurgu yaptı ve şöyle konuştu; Arzu ettiğimiz yeni restorasyonda hiçbir dil, değer ve unsur dışlanmayacak. Eğer biz dilden kulağa konuşsaydık, tercümana ihtiyaç vardı, gönülden gönle konuşanlar için tercümana ihtiyaç yoktur.

Diyarbakır bir aşk şehridir

Diyarbakır'ın şeklini uçaktan kalbe benzettik. Diyarbakır bir aşk şehridir. Her kaybettiğimiz şeyi yeniden inşa ederiz ama aşkı kaybetmeyelim. Ben Ulucami'de Mescid-i Aksa'nın kokusunu hissettim. Girdiği anda size tarihle metafizik arasında bir yerde olduğunu hissettirir. Ben bu hissi bir Kabe'de, bir Mescid-i Aksa'da bir de Diyarbakır'ın Ulucami'de hissetmiştim. Bunun aynısını Bursa Ulucami'nde de hissettim. Hangi güç Bursa ile Diyarbakır Ulucamii'ni birbirinden ayırabilir?

Üç ayaklı bir restorasyon

Üç ayaklı bir restorasyona ihtiyaç var. Birincisi: İnsanoğlunun ve ülkemizin kendi içindeki restorasyonu. Psikolojinin restorasyonu. Son 10 yıl içinde aslında bütünüyle yapmak istediğimiz şey insan onurunu korumak, insan onuruna saygı göstermek. Bundan 16 sene önce tarihte özne olmamız gerekiyor demiştim. Hala aynısını söylüyorum. Bizim tarihte özne olmamız lazım. Özgüven sahibi olmamız lazım.

İkincisi, kimlik konusunda birlik olmamız lazım. Birincisi vatandaş, ikincisi tarihdaş. Eğer tarihi ayırmak isterseniz, kavimler, şehirler olarak. Gittikçe küçülerek devam edersiniz. En sonunda parçalanmış bir tablo ile karşılaşırsınız.

12. ile 14. yüzyıl arasındakini anlamayan bizim medeniyet tanımımızı anlayamaz. Üç büyük kültür harmanı var: Birincisi İskender Medeniyeti, ikincisi İslam Medeniyeti, üçüncüsü ise Türklerin, Kürtlerle, Araplarla hatta Hıristiyanlarla birlikte olduğu kültür harmanı. Dış politikamızın da temelinde bu var. Kim ne derse desin.Bugün karşı karşıya kaldığınız kültür restorasyonunun üzerinizde nasıl bir sorumluluk olduğunu görmeniz için söylüyorum: Mevlana'nın hayatına bakın, Bağdat'tan kalkıp Anadolu'ya gelmiş. Aynen dün burada kardeşlerimin bizi kucakladığı gibi. Hepsine minnettarım..

Bir diğer restorasyon da demokrasinin gelmesi.

Bir devletin kudreti var da şefkati yoksa zalimleşir. Bizim yeni siyaset anlayışımız kadim kültürümüzün temeli budur. Devletimiz şefkatli ve kudretli olacak. İç restorasyonumuz bu esasa dayalı.

Diyarbakır için Doğu'nun Paris'i deniyordu. Paris ne ki? Paris dünün şehri. Diyarbakır şehrin nasıl olması gerektiğini öğretirken Paris diye bir şehir yoktu.Diyarbakır'ı Diyarbakır yapan tek taş bile zayi olmamalıdır.

İşte buradan ikinci restorasyona geçiyoruz: Ekonomik restorasyon. Başbakanımız Cumhuriyet'in 100. yılı için bir hedef koydu: Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına gireceğiz. Ama diğer 9 ülkeye baktığınız zaman, hepsi kıta ölçekli ülkeler. Biz bunların arasından nasıl sıyrılacağız? Her zaman sınırlara saygı göstereceğiz ama onları aynı zamanda kaldıracağız.

Edirne niye çıkmaz sokak olsun, ta Saraybosna'ya kadar açılmasın? Onun için biz vizeleri kaldırmak istiyoruz. Çünkü biz istiyoruz ki, insanımız hareket etsin.Ve vatandaşımızın adım attığı her yerde büyükelçiliğimiz olacak. İşte kadim, kadim dediğimizde akla ne gelir: İpek yolu. Çin'den kalkardı, o kadar yoldan gider, ta Avrupa'ya varırlardı. Ama şimdikinden daha rahat giderlerdi. Sınırlarda bekletilmezdi. Öyle bir bölgesel restorasyon yapmak istiyoruz ki, ta Asya'nın, Avrupa'nın içlerinde olalım. Hinterlandımızı genişletelim. Bunu deyince bize yeni Osmanlıcı diyorlar.Bunu kim ne derse desin, biz Osmanlı'ya, Abbasi'ye saygı duyarız. Ama şunu da sorarız: Niçin Avrupa birleşirken yeni Romacı olmuyor da biz 100 yıl önce beraber yaşayan halkları yeniden birleştirmek isteyince yeni Osmanlıcı oluyoruz? İki yol var, bu sınırları ya zihnimizde, fikrimizde ve fiilimizde harekete geçirip, sınırları kaldıracağız, Türk'üyle, Kürt'üyle, Arap'ı ile. Ya da bizi lime lime edecekler.

 

O gece şükür secdesi ettim

Libya'dan 23 bin Türk'ü tahliye ederken içim cız etti ve oradaki Libyalı kardeşlerimize seslendim: Sakin ola ki Anadolulu kardeşleriniz sizi terk ediyor zannetmeyin. Biz geri gelmek için gidiyoruz, sizden müsaade istiyoruz. Daha sonra Libya'ya döndüğümüzde nasıl burada coşkuyla karşılanıyorsak, orada da aynı şekilde karşılandık. O gece şükür secdesi ettim.İstiyoruz ki, etnik ayrım gözetmeden, bütün Balkanlar çok kültürlü bir havza haline gelsin.

Nasıl bundan önce hep omuz omuzaysak, Cumhuriyet'in 100. yılında da aynı şekilde olacağız. Kimse buna engel olamaz. Onun için yeni bir bölgesel düzen arayış içindeyiz. Bunun için, ortak kültür anlayışına, ortak ekonomiye ve ortak kader anlayışı olması lazım.

Evet, herşey açık (!) sanıyorum; daha fazla izaha gerek var mı? İlk bakışta, Öcalan’ın  21 Mart Çağrı’sındaki görüşlerle-çözüm önerisiyle-Davutoğlu’nun görüşleri-vizyonu adeta bire bir örtüşüyor!. Bu görüşlere, bu paradigmaya, altını fazla kurcalamazsak ben de katılıyorum.

 

Ancak olay burada bitmiyor. Görünüşteki bu uyum tablosunun altında tamamen farklı görüşler-paradigmalar yatıyor gibi!

Davutoğlu’nun düşünceleri açık. Bunlar AK Parti’nin de görüşleri aynı zamanda ve Türkiye’nin dış politikası şu anda bu çizgide-bu paradigmaya bağlı olarak yürütülüyor. Oldukça da başarılılar bu yolda. Ama Öcalan’ın düşünceleri için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Aynı, ya da benzer kavramları kullanırken  onun kafasında başka çözümler var. “Ulus devletin tekci anlayışına karşı olduğunu” söylüyor Öcalan. Kürtlerin, Türklerin, Asurilerin, Süryanilerin, Arapların birliğini savunuyor. Tamam, diyorsunuz ne güzel, işte olay budur.  Bak, bütün bunlar Davutoğlu’nun görüşleriyle de bağdaşıyor diyorsunuz. Ama öyle değil işte! Aynı kelimeler, kavramlar kullanılıyor olsa da bunlara yüklenilen anlamlar farklı!

Açın okuyun KCK Sözleşmesini[11], orada apaçık herşey! Evet, “tekci-ulus devlete karşı” Öcalan da. Küreselleşmeyle birlikte ulus devlet paradigmasının çözülmeye-yokolmaya gittiğini görüyor o da, ama o bunun yerine  “Demokratik Modernite Sistemi” adı altında  bambaşka birşey öneriyor-koymaya çalışıyor ki, işte sorun burada! Kapitalist toplumun-sistemin ve devletin yerine, devlet olmayan-yani ilan edilmemiş- “komünal” bir başka yapı-“devlet”(o buna devlet demiyor) öneriyor Öcalan!. Aşağıdan yukarıya doğru komünal olarak örgütlenmiş,  adına devlet denmeyen bir tek parti yönetimi (hadi devleti demeyelim) öneriyor. “Kapitalizme karşı”, “ulus devlete karşı”, ve de “endüst-riyalizme karşı”,  “ekolojik-komünal bir yapı” öneriyor.

Şimdiye kadar toplum mühendisliği diye eleştirdiğimiz pozitivist devrimcilik, yukardan aşağıya doğru bir devlet yapılanmasını öngörüyordu. Burada ise, yeni tipten, aşağıdan yukarıya doğru komünal olarak örgütlenmiş başka türden  bir toplum-mühendisliği projesiyle karşı karşıyayız.  Gene o aynı iradi-kurucu çaba, gene o “devrimci-solcu insiyatife” bağlı bir “çözüm” üretme gayreti ve gene sübjektif idealizm! Neden mi? Şunu unutuyoruz galiba, içinde yaşadığımız toplumsal gerçeklik sınıflı toplum gerçekliğidir. Yani öyle tekçi, tek bir sınıftan-hadi emekçilerden diyelim-oluşmuyor bu toplum. Bu nedenle, nasıl olacak o aşağıdan yukarıya komünal örgütlenme? Zor-kuvvet kullanmadan varolan sınıf çelişkilerini nasıl yok edeceksiniz? Bu bir.

İkincisi de, şu “anti endüstriyalizm” meselesi! Zaten yukardaki mantığın-komünal paradigma-nın içinde bu kaçınılmaz oluyor!  Öcalan’ın “endüstriyalizm” ve “ulus devlet” olarak ifade ettiği “sacayağının o iki ucu”, kapitalizmin gelişmesinin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Yani, hem sanayi devrimi olacak, kapitalizm gelişecek, hem de ulus devletten ve  “endüstriyalizmden”   bahsedilmeyecek, böyle birşey mümkünmüydü!. Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan endüstriyalizmin ve ulus devletin altında yatan dürtü,  gelişen kapitalizmle birlikte dünya pazarlarında  daha çok yer kapma çabasından  başka birşey değildi. Yani, işin ucu, sonunda dönüyor dolaşıyor, üretici güçlerin gelişmesinin o döneme verdiği şekle   dayanıyor. Eğer üretici güçler-kapitalizm-gelişmeseydi ne sanayi devrimi olurdu, ne de  ulus devlet ortaya çıkardı. Bu nedenle, sovyet devriminden sonra da, hayır biz endüstrileşmeye, ulus devlet olarak (onlar buna sosyalist ulus diyorlardı) örgütlenmeye  karşıyız denilebilirmiydi? Devlet olarak örgütlenmeyecekti de ne yapacaktı Sovyetler. Öcalan’ın “Demokratik Modernite Sistemi”ni keşfedemedikleri için mi kurulmuştu yani bütün o yapı! Burjuvazi-İşçi sınıfı, kapitalizm-sosyalizm ikileminin yerine, tutuyorsun, “Kapitalist Modernite”-“bütün emekçilerin Demokratik Modernite Sistemi”ni koyuyorsun, bu mudur yani meselenin özü. Bunlar hep süreci iradi olarak açıklama çabalarıdır. Yani, o zamanın toplum mühendislerini beğenmiyorsun da, diyorsun ki, bak onlar bunu akıl edemedikleri için bu bina sağlam olmadı yıkıldı! Bu durumda mesele kim daha iyi pozitivisttire indirgenmiş olmuyor mu? 

O halde, “anti endüstriyalizm” demek, öyle sanayileşmekmiş falan bunları unutmak demektir[12]. Üretici güçlerin gelişmesini  öne koymamak demektir! Öyle ya, burjuvazi olma-dan, tekci bir komünal yapı içinde nasıl gelişecek ki zaten üretici güçler? Hani Şeyh Bedreddin döneminde falan olsak, gene de daha anlayışla bakılabilirdi böyle bir mantığa-yapılanmaya. Çünkü, o zamanın devleti de zaten üretici olmayan fetihçi-asalak bir yapı idi. Ama bugün öyle mi ya! Üretici güçler kapitalizm altında olağanüstü bir hızla gelişiyorlar bugün. Modern komünal topluma giden yolu bizzat kapitalizm altında üretici güçlerin bu gelişme süreci açıyor. E, sen buna da karşı ol, ne kaldı o zaman geride? “Su komünleri”-“enerji komünleri” deniyor, nedir o su komünleri? Alın bir GAP’ı, bakın,  kapitalizm suyu böyle kullanılır hale getiriyor işte! -olay budur, hadi yaratın bakalım ikinci bir GAP daha o yerel komünler aracılığıyla!.Ya o “enerji komünleri” ne oluyor? Petrol boru hatları mı döşeyeceksiniz, yoksa yeni petrol kuyuları mı açacaksınız o komünlerle!.

Burada bir yanlış anlaşılma var galiba,   adına  kapitalizm denilen şey üç beş burjuvanın-zenginin biraraya gelerek masa başında yarattıkları bir düzen-sistem  değildir! İnsanlığın gelişme süreci içinde belirli bir aşamada ortaya çıkan bir yaşam tarzıdır-üretim ilişkileri sistemidir o. Ve bunu aşmak da öyle iradi çabalarla, ona alternatif yeni toplum modelleri yaratmakla falan olmaz! E, sen kapitalizm altında eziliyorsun, horlanıyorsun, o zaman batsın bu dünya! İş bu kadar basit değildir! Sınıf mücadelesine evet, demokratik haklar için mücadeleye evet, ama öyle sübjektif iradi çabayla yaratılacak komünal bir toplum değildir bu işin çözümü. Modern komünal toplum üretici güçlerin gelişmesinin engellenmesiyle değil, tam tersine bu gelişmenin ürünü olarak kapitalizmin kendi inkarını yaratmasıyla ortaya çıkacaktır..

Ancak, tekrar altını çiziyorum, olsun! Herkesin bir görüşü var da Öcalanın niye olmasın ki, o da buna inanıyor, böyle düşünüyor. Pozitivist olan sadece o mu, daha niceleri var! Önemli olan, herkesin düşüncelerini söyleyebildiği bir ortamda siyaset yapa-bilmektir. Ha, ben senin düşüncelerini hayalci, sübjektif idealist, art niyetli bulabilirim, sen de benimkileri beğenmeyebilirsin;aHaHHh  ama önemli olan bu değil, önemli olan, aynı kulvarı paylaşmak olduğu kadar, belirli bir anda ortaya çıkan paralellikleri de değerlendirmektir. Sen başka, ben başka yerlere doğru gitmeyi düşünüyor olabiliriz, ama eğer aynı zemini paylaşıyorsak ve belirli bir anda yollarımız kesişiyorsa, yollar tekrar ayrılana kadar birlikte gidebiliriz. Bunu, ortak düşmana karşı ittifakla falan da karıştırmamak gerekir! Buna, “kazan-kazan” diyorlar basit bir şekilde. Yani, herkesin kazançlı çıkabileceği bir ittifak. Demokratik etkileşme ve birlikte çözüm anlayışı da diyebiliriz biz. Bakarsınız, şu an görünen yolun sonuna yaklaştıkça  yeni ortak hedefler de çıkar ortaya..

 

------

[8] Öcalan’ın kendine göre bir terminolojisi var. “Demokratik Modernite Sistemi” de bunlardan biri.  Bütün bunları daha sonra tartışacağız..

[9] Kurtuluş Tayiz, Taraf Gazetesi, 29.3.2013

[10] Radikal Gazetesi, 28.3.2013

[11] Internete girip KCK Tüzüğü deyince hemen çıkıyor..

[12] Yetmişli yıllarda Avrupa’da bazı Yeşil gruplar savunuyorlardı bu türden görüşleri. Onlar da böyle komünal yaşam falan diyorlardı. Hatta bu yönde epey pratik deneyimleri de vardı!..

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums