- 20.07.2023 06:27
NEREYE GELDİK, NEREDE DURUYORUZ, “KÖŞEYE Mİ SIKIŞTIK”, DAHA İLERİYE NASIL GİDECEĞİZ?..(3)
BUNDAN SONRA NASIL YOL ALACAĞIZ, NEREDE BULUNUYORUZ VE DAHA İLERİYE DOĞRU NASIL GİDECEĞİZ?.
Bu çalışmanın kapsamı içinde şu anki konumuz, bugün itibariyle, Türkiye’nin süreç içinde geldiği yerle ilgilidir; tabi, buna bağlı olarak bir de, bundan sonra daha ileriye doğru nasıl gidebileceğimiz sorusuna cevap arıyoruz. Bu açıdan, buraya kadar yapılan açıklamalar aslında bir tür hatırlatma niteliğinde. Bunları yapmak zorundaydık, çünkü, süreç içinde şu an nerede bulunduğumuzu kavramadan, “orta derecede gelişmiş bir ülke” olarak bundan sonra “daha ileriye doğru nasıl gideceğimizi” belirlemenin de mümkün olamayacağı kanısındayım...
İsterseniz önce bir durum tesbiti yapalım ve “NEREDE BULUNUYORUZ”, sorusunu cevaplarken içinde bulunduğumuz bu noktanın neden süreç içinde bir dönüm noktası -bir yol ayrımı- olduğunun altını çizelim:
Küreselleşme sürecinin müthiş bir hızla geliştiği bugünün rekabete açık dünyasında dünya pazarlarında yer tutabilmenin, büyümenin, gelişmenin yolunun artık daha fazla üreterek ürettiklerini satabilmekten geçtiğini söylemiştik. Sonra da, “peki bu nasıl yapılacaktı” diye sorarak; “daha iyi kalitede malları, daha ucuza ve hızlı bir şekilde üreterek” cevabını vermiştik!
Tamam, ama hepsi bu kadar değil ki!..
Eğer bu kadarla kalırsanız, sistem içindeki konumunuza bağlı olarak bu size bir süre için yeterli olabilir. Yani, mevcut potansiyellere dayanarak (şimdiye kadar üretilmiş olan bilgilere, tekniğe dayanarak) maliyetlerin düşük olmasından yararlanıp bir süre belirli bir çizgide kalarak ilerleyebilirsiniz. Ancak sonra öyle bir noktaya gelinir ki, böyle devam ettiğiniz taktirde rakiplerinize göre daha geride kalmaya başlarsınız! Çünkü, bu sürecin -üretim faaliyetinin- sınırı yoktur; daha iyi kalitede, daha ucuza üretebilmenin yolu sürekli yeni bilgiler üretebilmeyle bağlantılıdır. Bilgi toplumuna giden yolda, bilgi üretimi sürecine paralel olarak gelişen yeni teknikler sayesinde her geçen gün biraz daha fazla bilginin sermayenin yerini almaya başladığı bir yola girilmiştir...
EĞİTİM, ÖĞRENMEK, ÖĞRETMEK NEDİR, BİLGİ ÜRETİMİ FAALİYETİ NEDİR?..
“Öğrenmek nedir” sorusuna daha önce şöyle cevap vermişiz[1]:
„Öğrenmek bilgi üretimi sürecidir; hammadde olarak dışardan alınan enformasyonların sistemin içinde daha önceden sahip olunan bilgilerle işlenerek bilgi adı verilen yeni ürünlerin üretilmesi, sonra da, üretilen bu ürünlerin-bilgilerin eski bilgi hazinesinin üzerine ilâve edilerek muhafaza edilmesi, daha sonraki bilgi üretimi süreçlerinde kullanılması olayıdır”!
Dikkat ederseniz, bilgi üretimi olayı da aynen bir fabrikada diğer ürünlerin üretiminde olduğu gibi iki aşamadan oluşuyor. Önce, dışardan -çevreden- hammadde olarak belirli enformas- yonlar alınıyor, sonra da bunlar beyinde daha önceden sahip olunan bilgilerle işlenip değerlendirilerek ürün haline getiriliyor. Yani, “bilgi” denilen şey bir nihai üründür. Öyle dışardan alıp hap gibi yutarak “sahip olunacak” bir şey değildir![2] Bu türden “öğrenmenin” adına “ezber” deniyor!.. ”Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” hesabı, bu şekilde bütün o ansiklopedileri yutsanız da gene “bilgi” üretmiş olmuyorsunuz!!.
İşte, ülkemiz söz konusu olunca bizde meselenin can alıcı noktası burasıdır. Bizim sahip olduğumuz eğitim sistemi (pozitivist eğitim sistemi) başkaları tarafından daha önceden üretilmiş olunan bilgileri hazır lokmalar gibi alıp yutmaya, yani ezbere dayanır. Halbuki, bu şekilde “sahip olunan bilgiler” bizim için sadece “enformasyonlardır”. Bilgi, dışardan alınan bu hammaddeleri işleyip değerlendirerek üretilen, üretilmesi gereken üründür. Bu işleme, değerlendirme olayına günlük yaşamda biz “analitik düşünme” deriz…
Kısacası bilgi, öyle hiç düşünmeden alınıp sahip olunabilecek bir şey değildir!!. Yani öyle, “al, ezberle ve bilgi sahibi ol” diye bir şey yoktur! İşin doğrusu, “al, onları daha önceden sahip olduğun bilgilerle değerlendir, yani bunların üzerinde düşün ve yeni bilgiler üret” olmalıdır. Tabi, pozitivist felsefenin özünde analitik düşünme, düşünerek yeni bilgiler üretme diye bir şeye yer olmadığı için, bütün bu söylenilenler pozitivist toplum mühendisleri açısından anlamsız şeyler olacaktır!!.
Öyle bir eğitim sistemimiz var ki bizim, adeta bir torna makinası mübarek; daha başka bir deyişle tam bir robot -“yeni tipten devşirme insan”- yetiştirme mekanizması! Ve biz daha, bilgi nedir, enformasyon nedir, bilgi üretimi mekanizması olarak öğrenmek nedir gibi kavramları bile doğru kullanamıyoruz. Çünkü, bu işi başından organize edenler öyle istemişler. Demişler ki, “Batılı ülkeler nasıl olsa bu olayı -bilgi üretme olayını- çözmüşler ve yeni bilgiler üretip duruyorlar. Bu noktadan sonra bize düşen artık bunları alarak o bilgilere sahip olmaktır”!!. Tabi, bu durumda, eğitim sisteminizi de bu anlayışa göre kurmuşsunuz!! Bu nedenle, önce bu işleyişin değişmesi lazım. Yoksa, bu ezberci-pozitivist “eğitim” mekanizması devam ettiği sürece, siz istediğiniz kadar “bütçeden eğitime ayrılan payı” arttırın farketmez, daha çok ezberci insan yetiştirmiş olursunuz o kadar!!..
Öğrenme olayını tanımlarken “dışardan alınan enformasyonların daha önceden sahip olunan bilgilerle -bilgi temeliyle- işlenmesinden, değerlendirmesinden bahsediyoruz. Peki, nedir o “daha önceden sahip olunan bilgiler”, yani “bilgi temeli”?
Günlük yaşamda “bilgi” deyip geçiveriyoruz, ama olay o kadar basit değildir aslında. Çünkü, iki çeşit bilgi vardır. Birincisi, doğduğumuz andan itibaren annemizden babamızdan, en yakın çevremizden bilinç dışı bir öğrenme süreciyle öğrenerek sahip olmaya başladığımız yaşam bilgilerimizdir. Biz bunlara pratikte “kültür” adını veririz. İkincisi ise, daha sonra bu temel üzerine “bilişsel bir çabayla” öğrenerek ilave ettiğimiz bilişsel bilgiler. Bu iki bilgi türü birbirinden ayrılamaz. Bunlar bir binanın temeli ve onun üzerine inşa edilen üst katlarına benzer.
Peki biz ne yapmışız; bu ülkede “batılılaşma” adı altında son iki yüz yılda yaşanılanlara bir bakın, nedir bütün bunların anlamı?..
Sen tutuyorsun, insanların o ana kadar sahip oldukları bilgi temellerini, “bunların hepsi çağ dışıdır” diyerekten kaldırıp atarak -adeta bir robotun hafızasındaki eski programı çıkararak ona yeni bir program yükler gibi- insanların kafalarına başka bir bilgi temelini sokmaya çalışıyorsun! Bunun adı da “çağdaşlaşma”, “yeni insan yetiştirme” işlemi oluyor!! İşte, bugün Türkiye’deki “eğitim sistemi” budur!. Bu nedenle, bizim önce bu pozitivist kültür ihtilali olayını, halâ dönmekte olan o çarkı devre dışı bırakabilmemiz gerekiyor…
Peki bunu nasıl yapacağız? Sil baştan, bu sefer de şu son iki yüz yılda yapılanları toptan inkar edip “eskiye dönerek, onun yerine geleneksel “islami bir eğitim” sistemini oturtarak mı”!? Hayır tabi, bu da değil! Yaşanılan yaşanılmıştır bir kere, isteseniz de bunu inkar edemezsiniz. Bu nedenle, elde olana sahip çıkarak, onu kendimize ait olanın özüyle birleştirip yeni bir sentez üretebilmektir yapmamız gereken.[3] İşte benim bütün çalışmalarımın özü bundan ibarettiir! Yoksa, öyle yüzeysel tedbirlerle “islami nesiller yetiştirerek” falan bir yere varmak mümkün olamaz!!. Daha önceki “Kemalist nesiller yetiştireceğizi” tersine çevirerek aynı mekanizmayı başka türlü inşa etmiş olursunuz o kadar!! Hem sonra bakın bazıları da çaktırmadan “islami-paralelci-altın nesiller” falan yetiştirmeye kalkmışlar bu arada!! O kadar çok biyolojik robot var ki bu ülkede, yeter artık!!
PEKİ O ZAMAN NE YAPMALIYIZ?.
Evet, nerede bulunduğumuz açık! Kim ne derse desin, eskiden olduğu gibi yola devam edemeyiz artık. 20. Yüzyıl kalıntısı yöntemlerle, çok gerilerde kalan eskimiş bir paradigmayla bu gemiyi yürütmek mümkün değildir. Öyle, ayakları yere basmayan, dünden bugüne uzanmaya çalışırken bir türlü bugünün gerçekleriyle buluşamayan, bir ucu ideolojik sapmalara açık politikalarla yeni Türkiye falan inşa edilemez…
Bakın, hep altını çizme ihtiyacını hissediyorum, 21.Yüzyıl‘da yaşıyoruz artık, uyanalım! „Misak-ı milli“, „eski Osmanlı hinterlandına sahip çıkmak“ falan deyip duruyoruz!!. Bu türden paradigmal bir politikanın „tarihin derinliklerinden gelen“ gerekçelerini arayıp duruyoruz, nedir bizim derdimiz Allah aşkına? İslam ükeleriyle, Orta Doğu’yla olan ekonomik, ticari ilişkileri geliştirmekse mesele tamam, ama, bu durumda rahat olmamız gerekir. Ortak kültür, aynı dine sahip olmanın verdiği ortak değerler zaten bellidir. Yapılacak iş, son yüz yılda örülen duvarları aşmak, aradaki yabancılaşmayı ortadan kaldırmaktır. Ama yok eğer bunlar bahane ise, mesele bunun ötesinde „Osmanlı kardeşliğini“ falan bahane ederek yeni bir „paylaşım savaşının“ içine girmekse, o zaman işin rengi değişiyor!..
Açık konuşalım demiştik! Hiç kimse boşuna heveslenmesin, „yeni bir paylaşım savaşından“ medet ummak hikayedir artık!. Bu türden çabaların astarı yüzünden pahalıya oturur, oturuyor da zaten! Ha, Kürt ve Arap petrolünün Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılması falan başkadır. Normal bir ticari ortaklıktır bu. Ancak, meseleyi bunun ötesine götürerek olayı „emperyal“ bir Türkiye’nin „genleşme“ faaliyeti olarak algılayıp Ortadoğu’ya bu gözle yaklaşmak apayrı bir olaydır! Bu durumda, olup bitenleri 20.Yüzyıl mantığıyla yeni bir „paylaşım mücadelesine“ indirgeriz ki, böyle bir anlayışın sonu felakettir! Türkiye’nin yükselişini „Kapitalizmin Gelişmesinin Eşit Oranda Olmaması Kanunu“ kapsamında değerlendirerek, olup bitenleri, bir zamanlar Almanya’nın yükselişi mantığıyla ele almaya çalışmak bütün bir süreci çıkmaza sokar. Bu nedenle, önce şu gerçeğin altını bir kere daha çizelim. Yeni bir „paylaşım savaşı“ peşinde olanlar, etrafında olup bitenleri bu gözle değerlendirenler yanılıyorlar. İşi bu noktaya indirgeyerek açıklamaya kalkmak, bu türden bir paradigma içinde çözüm yolları aramak daha başından meseleyi çıkmaza sokmaktır.
Unutun bunları unutun, sadece bu türden rüyaları değil, bütün o ideolojik çözüm yollarını da unutun. 21.Yüzyıl‘da bu türden ham hayallerle bir yere varılamaz artık! „Emperyal, tam bağımsız Türkiye“ imiş, „genleşecekmişiz“! Allah akıl versin diyelim, başka ne denir ki!..
GÜCÜNÜ TARİHTEN VE COĞRAFYADAN ALAN „STRATEJİK OLARAK DERİN“ BİR ANLAYIŞI ŞU ANIN GERÇEKLİĞİYLE BAĞDAŞTIRACAK BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ
Türkiye’nin gelişmesinin, ilerlemesinin yolunun, son tahlilde, „katma değeri“ yüksek mallar üretimine bağlı olduğunu, ama bu da yeni bilgiler üretebilme yeteneğiyle ilişkili olduğu için, yakın gelecekte işimizin biraz zor olacağını, çünkü ülkemizde halâ pozitivist bir eğitim sisteminin bulunduğunu ve henüz daha bunun yerine ne koyacağımızı bile bilmediğimizi söylemiştik! Bu yönde atılacak adımların ancak orta ve uzun vadeli olarak işe yarayacağının altını çizerek, „o zaman ne kalıyor geriye, ne yapacağız“ diye sormuştuk!..
Evet, geldik şimdi meselenin canalıcı noktasına! Tekrar yazının başına dönerek diyoruz ki; bugün, Türkiye’nin karşısına çıkan sorunları aşarak içine girilen dar boğazdan çıkabilmesi için önünde hemen atılması gereken iki adım var: Birincisi, YENİLENEBİLİR ENERJİ alanında bir seferberliğe girişmek!.. İkincisi ise, küresel sermaye çevreleriyle bozulan ilişkileri tamir ederek -son on yılı “sınama yanılma yoluyla” bir öğrenme süreci olarak kabul edip- yeni bir ruhla yolumuza devam etmek…
İşte, Türkiye için, geçmişi bugüne bağlayacak "stratejik olarak derin" düşüncelerin bugüne ilişkin bağlantı noktası budur! İşi hayallere ve ideolojik saplantılara, 20. Yüzyıl kalıntısı düşüncelere bırakmadan günümüzle bağlantılı hale getirebilmenin yolu budur!..
[1] “Öğrenmek Nedir, Neden Öğreniyoruz, Nasıl Öğreniyoruz”, http://www.aktolga.de/t6.pdf Bu çalışma daha sonra genişletilerek kitap olarak yayınlandı: https://www.aktolga.de/z5.pdf
[2] Dışardan alınanlar “enformasyonlardır”…
[3] Ne demek mi istiyorum, alın işte size “sentez”: https://www.aktolga.de/research_turk.html https://www.aktolga.de/z6.pdf .Bakın, bu topraklar demek ki o kadar da çorak değilmiş!..
Yorum Yap