ÖZGÜRLÜK NEDİR, ÖZGÜR İRADE NEDİR?..(2)

  • 25.04.2023 19:46

Objektif gerçeklik alanına girdiğimiz zaman, atalet halinin potansiyel gerçekliğine ilişkin olarak kullandığımız  “potansiyel-özgürlük” kavramının yerini artık,  objektif izafi gerçeklik bir varlığın  bağımlılık ilişkisi içinde özgürce-özgür iradeyle varolması-davranması kavramı alıyor demiştik, devam ediyoruz…

 “Belirli bir amaca yönelik olarak davranmak” diyoruz, ne demektir bu? Bilinç dışı-bilinçli ayırımını bir yana bırakarak,  olayı enformasyon işleme süreci açısından genel olarak ele almaya çalışalım:

Herhangi bir AB sistemine “dışardan”-çevreden bir enformasyon (E) geliyor diyelim. Sistemin girdi unsuru A sistemin içindeki bilgiyi kullanarak bunu değerlendirip işler, sonra da  hemen bir reaksiyon-modeli hazırlayarak bunu sistemin motor unsuruna iletir, motor sistem olarak B de bunu hayata geçirerek “davranış” adını verdiğimiz çıktıyı oluşturur. Bütün o, bilinçli ve bilinç dışı davranışların işleyiş mekanizmalarının özü-esası budur. Bir elektron da bu şekilde davranır, tek bir hücre de, bir hayvan da.[1] Şimdi soru şu oluyor: AB sistemi (bir insan, ya da bir elektron) bu durumda özgür iradeyle mi hareket etmektedir?..

 Yukardaki mekanizmayı-işleyişi gözönünde tutarak soruya cevap arayalım: AB sisteminin çıktısı, enformasyonun AB’ye girişiyle birlikte başlayan sürecin  sonucudur. Bu nedenle, AB’nin “karar vermesi” ve bu karar doğrultusunda bir davranış içine girmesi tamamen dışardan gelen enformasyonla (E) ilgilidir. Burada “amaç” (objektif olarak), E’nin değerlendirilip-işlenmesi sonucunda ortaya çıkan  hedefe ulaşma çabası oluyor. “Karar”, bu işin nasıl yapılacağına dair davranış modelinin geliştirilmesi, “davranış” da, alınan bu kararın motor sistem aracılığıyla uygulanmasıdır.

 Şimdi tekrar başa dönerek soruyoruz, bu durumda izafi objektif gerçeklik olarak varolma sınırları içinde “özgür irade” nedir, “özgürce davranmak” nedir? Ya da, var mıdır böyle bir şey?..

 Yukardaki şekilde E’ye kaynak olan nesne   ile AB sistemi, etkileşme öncesinde, birbirleri için potansiyel gerçeklik durumundadırlar. Bu nedenle, bunlar ancak  arada bir etkileşme başladığı an birbirlerine göre izafi objektif  gerçeklik haline gelirler.  Ama bu durumda da,  AB sisteminin  vereceği karar-çıktı   artık sadece AB’ ye ait bir özellik-yetenek- olmakla kalmaz, o,  bu andan itibaren artık  E’ye kaynak olan nesne   ile AB’nin oluşturacağı yeni sisteme ait bir özellik olarak  ortaya çıkar…

 Bu durumda,  karar veren ve uygulayan kimdir?..

 Bir örnek: Diyelim ki, bir döner büfesinde dönercilik yapıyorsunuz (!)[2] ve bir müşteri geldi,  “iki döner” istedi ve “sadece salatalı olsun, sos-acı falan istemiyorum” dedi! Şimdi bu durumda, müşteri-satıcı mekanizması nasıl işliyor onu görelim:

 Müşteri gelmeden önce müşteri ve satıcı birbirleri için “potansiyel gerçeklik” durumundadırlar. Müşteri gelipte “merhaba” dediği an  ilişki başlıyor; yani o ilk merhaba’yla birlikte bunlar birbirlerini “izafi objektif gerçeklik” haline dönüştürmüş oluyorlar! Dönere ilişkin enformasyon ise “ilk durumdan” itibaren sistemi harekete geçiren  “girdi” rolünü oynamaktadır. Bunun ardından, önce hemen satıcının kafasında- onun “özgür iradesiyle”- bir  davranış modeli oluşur (nasıl bir döner yapacağına ilişkin nöronal bir ağ oluşup aktif hale gelir), sonra da  bu nöronal model, gene satıcının “özgür iradesine” bağlı olarak onun motor sistemine verilir ve   davranış haline getirilir, satıcı döneri yapmaya başlar.  Ortaya çıkan sonuç, satıcının “özgür iradesiyle” yaratılmasına katkıda bulunduğu bir sentezdir.

 O halde tekrar soralım: “Özgür irade” nedir?..

 “Özgür irade”, ne yapılacağına  varlığı kendinden menkul-metafizik bireylerin-nesnelerin, “kendinde şey” varlıkların hiçbir etkene bağlı olmaksızın kendiliklerinden, karar verebilme yeteneği değildir! Böyle bir şey yoktur! Özgür irade, daima, belirli bir SİSTEMİN İÇİNDE OLUŞAN SİSTEM İRADESİDİR. Özgür davranış da, gene daima bir SİSTEM DAVRANIŞIDIR.

Evet, irade demek, kendi isteğinle karar verebilmek demektir. Ama daha işin başında, o “kendi isteğin” dediğin şey bile ancak dışardan gelen etkilere karşı bir davranışla birlikte   ortaya çıkıyor. Yani öyle “kendin” (self) diye, ne yapacağına kendisi karar veren mutlak bir gerçeklik -varlığı kendinden menkul bir benlik- söz konusu değildir. Bu yüzden de özgür irade,  kendinde şey olarak “tam bağımsız” bir şekilde karar verebilmek anlamına gelmiyor! Baskı altında olmadan, herhangi bir dış kuvvete tabi olmadan, ama daima çevreyle ilişki, etkileşme içinde karar verebilmek anlamına geliyor. Burada altı çizilmesi gereken nokta, “kendi isteğimiz” denilen iradenin kendinde şey olarak varolan bir benlikten kaynaklanmadığıdır. Benliğimiz, çevreyle  ilişki içinde oluşuyor. İsteklerimiz de, özgürce gerçekleşen bir “bağımlılık” ilişkisi içinde “bağımsız” bir şekilde ortaya çıkıyor…

Bir örnek daha verelim: Su içmek istiyoruz! Bu nedir şimdi? “Benim” -kendinde şey anlamında- “özgür iradem”midir burada su içme isteğini belirleyen? Hayır! Öyle “ben” diye metafizik bir varlık  yok ki benim içimde!! İzafi bir gerçeklik olarak benim organizmamla su-çevre arasındaki ilişkidir işin altında yatan. Organizma-çevre ilişkisinde organizmanın su dengesi bozulduğu an bu durum Hipotalamusa bildirilir ve organizmanın “Homeodinamik” sistemi çalışmaya başlar, bu işleyişin sonucu da çalışma belleğinde “su içme isteği” şeklinde kendini ifade eder, olay budur. Yani, su içme isteği, kapalı bir sistem olarak “benim organizmama” ilişkin, mutlak anlamda bir özgürlük ifadesi değildir. Organizma-çevre sistemine ait bir durumdur…

Davranışlarımız, bir sistem zorunluluğu olarak yapmamız gereken şeylerin özgür irademizle yapılmasının sonucudur. Buradaki “benlik” gibi, onun varoluş biçimi olan “davranışlarımız” da izafi oluşumlardır. Kendinde şey olarak varolan bir bireye değil, çevreyle ilişkisi içinde izafi olarak her an yeniden yaratılarak varolan gerçek bir bireye ait varoluş biçimleridir.

 Şimdi, bütün bu söylenilenleri daha açık-anlaşılır hale getirebilmek için gene  daha önce ele aldığımız bir örneğe -“ipe bağlı taş” örneğine- dönüyoruz ve bunu, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektronun  hareketiyle karşılaştırmaya çalışıyoruz:[3]

 

Olay bu kadar basit! Bütün mekanik sistemlerde durum budur. Merkezi bir kuvvet vardır ortada ve bir de bu kuvvete bağlı olarak -onun iradesiyle- hareket etmekte olan bir köle-bir nesne! Ne bağımsızlıktan, ne de özgürlükten bahsedilebilir böyle bir ortamda!.. 

 Bu durumda, taşın belirli bir andaki konumunu (örneğin yerini ve hızını) bilirsek (ki bunlar bilinebilir değerlerdir),   hareket yasaları gereğince,  onun daha sonraki durumuna-konumuna ilişkin bilgileri de önceden tam olarak söyleyebiliriz.  Buna da “klasik determinizm” deniyor..

 Daha ileri giderek  buradaki mantığı bütün bir evrene de taşıyabiliriz!.. 

 Çok basit! Evreni boş bir sahne, nesneleri de bu sahnede yer alan oyuncular olarak düşünürsünüz olur biter!![4] Bu durumda, “evrensel varoluş-oluşum” süreci dediğimiz şey de, her biri “kendinde şey” olarak varolan  nesneler arasındaki ilişkilere-etkileşmelere indirgenmiş olacaktır.  Birbirlerini  etkileyerek mekanik bir şekilde  yer değiştiren nesneler bu şekilde bir durumdan başka bir duruma geçmiş olurlar. Böylece, eğer belirli bir anda bütün bu nesnelerin konumunu ve hareketini tesbit edebilen-belirleyebilen süper bir bilgisayara sahip olsaydık, bunun  aracılığıyla, geleceği de önceden tam olarak bilmemiz mümkün olabilirdi!! Böyle bir bilgisayarın ne zaman yapılacağı, ya da yapılıp yapılamayacağı ayrı bir konudur, önemli olan,  böyle bir şeyin prensip olarak  mümkün olmasıdır. Evrenin her yanında aynı şekilde işleyen bir saati de-mutlak bir zaman ölçücü olarak- yukardaki tabloya dahil ederseniz, olay apaçık ortaya çıkar. Mutlak bir uzay-zaman, böyle bir uzay-zamanın içinde, belirli bir anda  uzay-zaman koordinatlarıyla  varolan mutlak gerçeklikler olarak  varlıklar ve  önceden belirlenmiş bir gelecek…İşte size Newton’un ve bütün bir klasik fiziğin dünyası! “Kadercilik” denilen şey de budur işte!.. Ve işte size bütün o idealist-materyalist dünya görüşlerinin evrene bakış açısı...  Söylermisiniz bana,  böyle bir tablo karşısında materyalizmle idealizm arasında ne fark vardır!..

 İkisi de esas olarak aynı varoluş zemininden yola çıkmıyor mu bunların:  Boş bir uzay ve mutlak bir zaman değil midir ikisinde de çıkış noktası? İkisi de mutlak anlamda determinist-yani kaderci değil midir bunların?. Tek fark; birisi, yani idealizm, “mutlak gerçeklikler olarak varolan varlıkları yaratan bir idee vardır” diyor, diğeri, yani materyalizm ise, “hayır, onlar kendinde şeyler olarak zaten vardırlar, varolmak için bir idee’ye-yaratıcıya- ihtiyaçları yoktur” diyor. Beğen beğendiğini!.. Her ikisi de sınıflı toplum icadı dünya görüşleridir bunların. İnsanlığın içinde gelişip olgunlaştığı ideolojik yapılardır. Ama artık o kurtçuk kelebek haline geldi, buna bağlı olarak da bütün o ideolojik yapılar yıkılıp yok oluyorlar!.

 İpe bağlı dönmekte olan taş örneği ve bir elektronun yörünge hareketi!..

 Bir hidrojen atomunda[5] belirli bir kuantum seviyesinde-potansiyel  gerçeklik olarak yörünge hareketi yapmakta olan bir elektronun,   hiçbir gerçek kuvvete tabi olmadan- potansiyel bir bağımlılık ilişkisi içinde- özgürce atalet hareketini yapmakta olduğunu söyledik.  Bu durumda, elektronla proton arasındaki  kuvvet (“Coulomb kuvveti”) potansiyel-virtüel- bir gerçekliktir; yani ortada, K=ma ya göre ivmelendirici objektif -bu anlamda gerçek- bir kuvvet söz konusu değildir. Eğer ipe bağlı taş örneğinde olduğu gibi   elektron gerçek bir kuvvetin etkisi altında olsaydı,  elektromagnetik teoriye göre  etrafa  sürekli enerji yayması gerekirdi ki, bu durumda da  bir süre sonra zaten sistem çökerdi!.. Kısacası, belirli bir kuantum seviyesinde çekirdeğin etrafında dönmekte olan bir elektronla, kolumuzla uyguladığımız bir kuvvete tabi olarak düzgün dairesel-ivmeli  hareket yapmakta olan bir taş aynı durumda değildir. Bu yüzden de, mekanik bir gerçeklik olan o taş için söyleyeceklerimizi artık bir elektron için söyleyemeyiz.[6] Taş, kolumuzla uyguladığımız kuvvete tabi-bağımlı olarak hareket etmekte-dönmektedir; ama bir elektronu hareket ettiren -taş örneğinde olduğu gibi sürekli  enerji harcıyarak onu döndüren- böyle bir kuvvet söz konusu değildir. Ayrıca, eğer proton-çekirdek (tıpkı kolumuz gibi) bir enerji harcıyarak elektronu döndürüyor olsaydı, bir süre sonra artık onu döndüremez hale gelirdi! Çünkü, dışardan enerji almadan, enerji harcayarak bir iş yapmak mümkün değildir. Kolumuzla bir enerji harcayarak taşı döndürüyoruz, çünkü, harcadığımız enerjiyi yediğimiz besinlerle falan çevreden sağlıyoruz, ama bir protonun-atom çekirdeğinin elektronu döndürmek için böyle bir şansı yoktur!!

 Ve diyalektik determinizm…

 Kendinde şey olarak “objektif mutlak gerçeklik” bir varlığa sahip olmayan bir elektronun  (yani belirli bir anda uzay-zaman içinde belirli bir konuma, hıza, momentuma, enerjiye vb. sahip olmayan bir “elektronun”) gelecekte ne durumda olacağını  önceden belirlemek de  mümkün değildir. Belirli bir konfigürasyon uzayına yayılmış bir madde enerji alanının zamana bağımlı olmadan yaptığı bir hareketten yola çıkarak gelecek için kehanette bulunmak söz konusu olamazdı!..  

 Bu durumdaki  bir elektronu, Heisenberg İlkeleri çerçevesinde, objektif izafi bir gerçeklik olarak tanımlayabilmek için, önce onunla etkileşerek, onu  belirli bir anın içinde yakalayabilmemiz gerekir!  Ama bu işi yaptığımız anda da, ortaya çıkan elektron, artık biz onunla etkileşmeye başlamadan önce bizden bağımsız olarak varolan “elektron” değildir! Bizimle ilişki içinde varolan-yaratılan izafi bir gerçekliktir. Ve esas olan da budur! Çünkü, etkileşme-ölçme işlemi-bittiği an, o (yani elektron) tekrar içinde bulunduğu atalet alemine -kuantum seviyesindeki potansiyel gerçeklik haline- dönecektir. Zamana bağlı olmayan bir dünyada atalet hareketine başlayan bir elektronun gelecekteki davranışlarından bahsetmek ise  abesle içtigal etmektir!..

 Ama biz ne yaparız, ölçme işlemi bitince,  üzerinde ölçme işlemi yaptığımız  elektrona ilişkin  bütün o ölçü değerlerini taşıyan bir hareket denklemi-dalga fonksiyonu-yazarız ve deriz ki, “eğer gelecekte de, dalga fonksiyonu () olan bu elektronun üzerinde gene bir ölçme işlemi yapacak olsaydık, elde edeceğimiz   değerler şu an elimizde bulunan dalga fonksiyonunun karesiyle orantılı olan muhtemel değerler olacaktı”. Yani bu durumda artık tartışma, gerçekleşme ihtimali bulunan değerlerden hangilerinin mümkün  olabileceği üzerine olacaktır.

 Peki, elektron değil de bir insan söz konusu olsaydı, o zaman ne diyecektik? Yani, insanların “alınlarında yazılı olan bir gelecek planı” var mıdır? Ya da, bir insanın belirli bir andaki durumundan  yola çıkarak onun gelecekte nerede olacağına, ne yapacağına ilişkin kehanette bulunabilir miyiz!?.. 

 Belirli bir anda bir insanın varlığını temsil eden nöronal  etkinlik (nefs-benlik-self), o anın içinde çevreyle gerçekleşen etkileşmeye bağlı olarak oluşan elektriksel bir aksiyon potansiyelleri demeti olarak bir reaksiyon modelidir. Yani o insan, kendi kimliğiyle, benliğiyle içinde oluştuğu uzay-zamanda, her an yeniden yaratılan izafi bir oluşumdur. Öyle “belirli bir an” diye mutlak bir zaman ve buna ilişkin mutlak bir uzay  bulunmadığı için, mutlak bir benlik de söz konusu değildir. Her an yeniden yaratılan izafi bir benliktir gerçek olan. Bu nedenle, her anın içindeki benliğimizi temsil eden nöronal model,  gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan nöronal etkinliklerden o anın içindeki  etkileşmeye göre   mümkün hale gelendir.

Bu ne mi demek, şöyle düşünelim:

Herhangi bir etkileşme öncesinde beynimizdeki sinaptik yapıyı, etkileşme anında aktif hale gelmesi ihtimal dahilinde olan sinapslardan oluşan potansiyel bir gerçeklik olarak düşünürsek; ancak belirli bir etkileşmedir ki, aktif hale gelmesi ihtimal dahilinde olan bu sinapslardan  bir kısmının  aktif hale gelmesine neden olur. Yani, aktif hale gelme olanağı bulunan sinapslardan hangilerinin aktif olacağını belirleyen sisteme dışardan gelen “girdi” oluyor. Bu durumda, birçok ilişkiler -etkileşmeler- sonucunda,  bir insanın çeşitli etkilere karşı verebileceği bütün  cevapları bir araya getirerek, aynen bir elektrona ilişkin olarak elde ettiğimiz  dalga fonksiyonu gibi, söz konusu o kişiye ilişkin olarak da -onun muhtemel davranış biçimlerini ihtiva eden bir hareket denklemini (!) çıkarırsak- onu “tanımış” oluruz. Sonra, bu bilgileri temel alarak da, onun daha sonraki ilişkilerde -süreçlerde- göstereceği davranışlara ilişkin muhtemel sonuçları belirleriz. Yani, bir insanı ne kadar iyi tanırsak, onun ilerde ortaya çıkabilecek  davranışlarını da o kadar önceden -belirli bir yanılma payı bırakarak-  tahmin etme olanağına sahip olmuş oluruz.[7]


[2] Bir zamanlar ben bu işi de yaptım!.. Görüyorsunuz, yıllarca hep “eli hamur ovalar gözü dana kovalar”ı oynadım ben , oynamak zorunda kaldım!!

[3] a.g.e

[4] Mekanik dünyanın, Newton fiziği’nin dünyası böyle bir şeydir!..

[5] Olayı daha basite indirgemek için hidrojen atomunu örnek alıyorum, aslında mekanizma bütün diğer atomlar için de aynıdır…

[6] a.g.e

[7] Evet, belirli bir yanılma payı… Çünkü,  “çevreden” gelecek girdileri hiçbir şekilde önceden tam olarak bilmek mümkün değildir…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums