- 16.03.2023 09:38
Çalışmanın bir önceki bölümü şöyle sona ermişti:
“SİSTEM=A+B (aradaki o “+” işaretidir ki, A ile B arasındai ilişkileri-bağı ve bu ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgiyi temsil eden odur). Yani, her durumda, bir A ile bir B’yi, bir biçimde birbirine bağlayan -bu iki unsuru birbiriyle ilişki haline getiren- şeydir bilgi. Ortaya çıkan sonuca da bir sistem, ya da örgüt diyoruz biz. Çünkü, bir sistem-örgüt olarak varolan her şey belirli bir bilgiyi temsil eden bir yapıdır...”
Devam ediyoruz:
Biraz açalım ve bir örnek verelim: Aşağıdaki şekil, belirli bilgilere sahip bir sistemin yeni bilgileri nasıl ürettiğini gösteriyor.[1]
Her durumda, çevrenin etkisine karşı belirli bir cevap oluşturabilmek (yani varolabilmek)
için önce bu etkinin-mesajın ne olduğunun anlaşılması gerekir. Çünkü, ne anlama geldiğini bilemediğiniz bir etkiye-mesaja karşı tepki-cevap da oluşturamazsınız. Bu ise, belirli bir bilgiyi gerektirir… Eğer Almanca yazılmış bir mektup aldıysanız, bu mektubu okuyabilmeniz için Almanca bilginizin olması gerekir. Bu bir!
Ama bu yetmez! Herhangi bir mesajı alıp onun içeriğini öğrendikten sonra, onu değerlendirerek ona karşı bir cevap oluşturulabilmeniz de gerekir. Mevcut denge halini -yani kendi varlığını- devam ettirebilmenin başka yolu yoktur. Fakat, bu da gene belirli bir bilgiyi zorunlu kılar. Dış dünyadan gelen mesajın içeriğini değerlendirerek ona karşı cevap oluşturabilmek için, bu konuda, ya da buna benzer konularda, daha önceden bir ön bilgiye sahip olmak gerekir. Karşıdan gelen bir hayvanın tehlikeli olabileceği değerlendirmesini yapabilmek için, daha önceden bu hayvana ilişkin (dispozisyonel de olsa) bir ön bilgiye ihtiyaç vardır. Ne olduğunu bilmediğiniz bir şeye karşı belirli bir davranış biçimi geliştirmeniz mümkün değildir. En basit bir “refleks agent” bile nasıl reaksiyon göstereceğine ilişkin dispozisyonel olarak belirli bir bilgiye sahiptir[2]... Bu nedenle, varolabilmek için, mutlaka, kendi içinde belirli bir bilgiyi kayıt altında tutan bir örgüt-bir sistem olmak gerekir. Dışardan gelen enformasyonların nasıl değerlendirileceğine, bunların nasıl işleneceğine dair bir ön bilgiye (bilgi temeline) sahip olmadan varolmak düşünülemez. “Öğrenmek” vs. bunlar daha sonraki iştir. Hiç ön bilgi olmadan öğrenmek de olmaz[3].
O halde varolmak, bir ön bilgiye sahip olarak doğmak demektir! Daha başka bir deyişle, varolmak demek, belirli bir bilginin kendine özgü bir madde-enerji yoğunluğu (yapı) olarak gerçekleşmesi demektir. Bunu, her yapı, belirli bir bilginin kendine özgü bir madde-enerji yoğunluğu şeklinde gerçekleşmesidir diyerek de ifade edebiliriz.
Evet, bilgi yapıyla gerçekleşir ve daima yapıyı oluşturan unsurlar-elementler arasındaki ilişkilerle kodlanarak kayıt altında tutulur.[4] Yapı, belirli bir bilginin bir madde-enerji yoğunluğu şeklinde kodlanarak gerçekleşme biçimi iken, bu kodlama işlemi de yapıyı oluşturan elementleri bir arada tutan ilişkilerle oluyor. Buradan, bir A-B sistemi olarak gerçekleşen herhangi bir nesnenin-varlığın, A ile B arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulan belirli bir bilginin bir madde-enerji yoğunluğu şeklinde ortaya çıkış-varoluş biçimi olduğu sonucu çıkar.
Bütün bunları bir örnekle daha anlaşılır hale getirmeye çalışalım: Beynimizde bir trilyon (1012) civarında nöron var. İki nöron arasında belirli bir bilgiye ilişkin enformasyonu temsilen oluşan bağlantıya ise “sinaps” deniyor (her bağlantı-sinaps, özel olarak üretilen proteinler tarafından oluşturulan bir yapıdır). Her nöronun başka bir nöronla 1.000-10.000 arası sinaptik bağlantıya sahip olduğunu da düşünürseniz, beyin denilen enformasyon-bilgi deposunun nasıl bir yapı olduğu daha iyi anlaşılır.
Şimdi, belirli bir anda, organizmaya ait bilgileri temsil eden beyin ile -bu yapısıyla onu A olarak ifade edersek- dış dünyada -çevrede- yer alan herhangi bir B nesnesi arasındaki ilişkinin ne anlama geldiğini görelim:
B nesnesiyle ilişki başlamadan önce, A ve B birbirleri için potansiyel gerçekliklerdir. Yani öyle, ilişki öncesinde, A ve B diye birbirlerinden bağımsız olarak varolan “objektif mutlak” gerçeklikler yoktur![5] Bu haliyle A (B ye göre) 1012x103=1015 bilgiyi-enformasyonu temsil eden potansiyel bir yapıdan-gerçeklikten başka bir şey değildir.
A ‘nın bu potansiyel varoluş halini [A] olarak gösteriyoruz. Aynı anda B de A için [B] olarak ifade edebileceğimiz başka bir potansiyel gerçekliktir (diyelim ki potansiyel olarak varolan bir elmadır)! Bu durumda, [A] ile [B] ilişki içine girdikleri an, A ‘nın içinde B ‘ye (yani elmaya) ilişkin bilgileri-enformasyonları temsil eden sinapslar hemen aktif hale gelirler ve A, o andan itibaren A‘nın içinde aktif hale gelen bilgilerin -sinapsların- temsil ettikleri bir yapı -izafi objektif gerçeklik- haline gelir. Buradan, organizmanın, her anın içinde, başka bir nesneyle gerçekleşen ilişkiye göre yeniden varolduğu sonucu çıkar. Her anın içindeki izafi objektif gerçeklik olarak organizma çevreden gelen bir etkiye karşılık olarak beyinde aktif halde bulunan sinapsların temsil ettiği bir yapıdan başka bir şey değildir. Çevreden gelen etkiyi Çi , organizmayı da Oi olarak gösterirsek, Oi o anın içindeki bütün varoluş fonksiyonlarıyla (kalp atışlarından, mide faaliyetine, bütün diğer organların faaliyetlerine kadar) A’nın içinde aktif halde bulunan sinapslarca temsil edilen bir yapıdır.
Başka bir örnek olarak da, bir protonla bir elektron arasındaki ilişkiyle oluşan bir hidrojen atomunu düşünelim…
Burada da gene aynıdır. Sistemin -hidrojen atomunun- kendi içinde sahip olduğu bilgiyi kayıt altında tutan burada da gene aradaki ilişkidir (bu kez bu ilişki elektriksel-magnetik bir ilişkidir). E elektronu, P de protonu temsil ediyorsa, H=E+P bu atomun belirli bir kuantum seviyesinde iken zamana bağlı olmayan potansiyel varlığına -gerçekliğine- ilişkin temel hareket denklemidir. E ve P ile temsil edilen iki madde-enerji alanının -iki uzayın- içiçe geçmesiyle (+ bu ilişkiyi sembolize etmektedir) oluşan bir potansiyel “varlıktır”-sistemdir bu. Ne zaman ki bu sisteme dışardan bir etkide bulunulur (örneğin bir foton gelir ve onu etkiler), işte o an, aynen bir refleks agent gibi, sistem gelen fotonun madde-enerji-enformasyon muhtevasını değerlendirerek ona karşı bir cevap oluşturmaya çalışırken izafi objektif bir gerçeklik haline gelir! E ve P de gene bu sürecin içinde izafi objektif birer gerçeklik şeklinde ortaya çıkarlar (dışardan gelen etkinin kaynağına ve birbirlerine göre izafi objektif bir varlığa sahip olurlar). Sonra, yeni bir denge kurulduğu zaman her şey gene eski potansiyel gerçeklik dünyasına dönecektir[6]. Bu nedenle, belirli bir anda “objektif bir gerçeklik” olarak varolan bir elektron, o anın içindeki ilişkiye-etkileşmeye göre dalga denkleminin (etkileşme öncesinde elektronun potansiyel gerçekliğini temsil eden E’nin) içinde dispozisyonel olarak mevcut olan varoluş hallerinden -değerlerinden- bazılarının etkileşmeyle birlikte izafi objektif gerçeklik bir ürün şeklinde ortaya çıkmasıyla oluşan bir varlıktır.
Kuantum fiziğinin o meşhur denklemiyle dile getirilmeye çalışılan “gerçeklik” de bu değil midir? “Bilmek ölçmekle gerçekleşir, ölçmek ise etkileşmektir; ama etkileşince de değiştirdiğiniz için, ölçerek bildiğiniz nesneler, ölçme işlemi esnasında etkileşerek yarattığınız izafi objektif gerçeklik nesnelerdir”. Öyle, ölçme işleminden önce de varolan “kendinde şey” “objektif mutlak gerçeklik nesneler” diye bir şey söz konusu değildir!..
Bilginin Korunumu Yasası:
Her durumda, madde-enerjinin her yoğunlaşma biçimi, belirli bir bilgiyi (buna “bilgi temeli” deniyor) temsil eden bir yapı olarak ortaya çıkıyor. Daha başka bir deyişle, madde-enerjinin yoğunlaşması dediğimiz olay, belirli bir bilginin temsil edilmesi olayıdır. İşte bu anlamdadır ki, bilgiyle madde-enerji bir bütündür. Belirli bir madde-enerjiyle temsil edilmeyen bir bilgi olamayacağı gibi, belirli bir bilgiyi temsil etmeyen -kodlamayan- bir madde-enerji de olamaz. Nasıl ki, madde-enerji devamlı şekil değiştirerek var oluyorsa, bilgi de aynıdır. Bu nedenle, madde-enerji gibi, hiçbir bilgi de mutlak anlamda yok olmaz ve yoktan varolmaz. Buna da bilginin korunumu yasası diyoruz. (“Herşeyin Teorisi”…)
HER SİSTEMİN BİR MERKEZİ VARDIR…
Geldik şimdi konumuz açısından meselenin can alıcı noktasına!.. Yukardaki tabloya ilave etmemiz gereken çok önemli bir nokta daha kaldı:
Evet, her A-B sisteminde, sisteme “dışardan” gelen madde-enerjinin-enformasyonun işlenmesi A ve B’nin kollektif çabalarının sonucu olur. Ama, bu süreci sistemin dışından izleyen birisi olayı böyle değerlendirmez! Çünkü, A-B sisteminin içinde olup bitenler onun sorunu değildir. Onun için önemli olan ortaya çıkan sonuçtur. O, bu sonuca bakarak, bunu, A-B ‘nin dışardan gelen bir etkiye cevap verirken, sistem merkezindeki varlığıyla tek bir vücut olarak gerçekleşmesi olayı olarak değerlendirir. Yani, bir A-B sistemi, kendi içinde olup bitenlerin ötesinde, dışarıya karşı, sistem merkezinde temsil olunan varlığıyla tek bir vücut olarak temsil olunur-gerçekleşir. Evet, onun bu “varlığı”, dışardan gelen etkinin-mesajın sistemin içinde işlenmesi sonucunda oluşmaktadır; ama, sistemin içindeki üretim süreci tamamlanıpta ürün-output oluştuğu an, bu, A-B ’nin bir dış etkiye karşı tek bir vücut olarak gerçekleştirdiği cevap olarak bilinir.
Her durumda, bir A-B sistemiyle, bizim “dış unsur” olarak ifade ettiğimiz çevre arasında böyle bir ilişkinin mevcut olacağını da dikkate alırsak, ortaya çıkan sonucu şöyle ifade edebiliriz: Her şey, kendi içinde bir A-B sistemi iken, aynı anda, sistem merkezinde temsil olunan varlığıyla, başka bir A-B sisteminin içinde de var olur, gerçekleşir. Bir A-B sistemi için “dış unsur” olan-“çevre” olan şey, aynı anda, A-B ’nin sistem merkezindeki varlığıyla içinde yer aldığı başka bir A-B sisteminde A, ya da B dir…
“Sistem merkezi” deyip duruyoruz, peki, bir sistemin içinde, o “sistemin merkezini” temsil eden bir “sıfır noktası”-instanz var mıdır gerçekten?..
Cevap, “hayır yoktur” olacaktır! Evet, her sistem, sistem merkezindeki “sıfır noktasında” temsil edilir, ama, böyle bir “noktaya” varlık izafe etmek, sıfıra uzay-zaman içinde maddi bir varlık izafe etmek demektir ki, bu da saçmadır! Sıfır “yokluğu” temsil eder. Bu nedenle, “olmayan bir şeyin” uzayda maddi bir “noktayla” temsili de mümkün değildir! Ama gene de biz deriz ki, “her sistem, sistem merkezindeki sıfır noktasında temsil olunur”! Böyle deriz, çünkü ona - sıfır noktasına- izafe ettiğimiz bu “varlık”, aynı zamanda, bütün sistemlerin-varlıkların mutlak gerçeklikler olarak varolmadıklarını, şeylerin, “kendi varlıklarında yok olan” izafi gerçeklikler olduğunu da ifade eder![7]
Bu o kadar önemli bir sonuçtur ki, bunu kavramadan, yani sıfırın bu sanal, potansiyel gerçekliğini -fonksiyonunu- kavramadan başka hiçbir şeyi -DEVLET olayını da!- kavramak mümkün değildir!
Biraz açalım:
Güneş sistemi gibi astronomik bir sistem söz konusu olunca, “sistem merkezi”nin ne anlama geldiğini fizik kitaplarından biliyoruz. “Kütle merkezi” deniyor buna. Ne demektir bu şimdi? Dünyanın merkezinde böyle bir “merkezi” (“kütle çekim merkezini”) temsil eden bir sıfır noktası mı vardır? Tabii ki hayır! Ama gene de biz -mekanik dünyanın bir gerçekliği olarak- belirli bir “kütle çekim merkezinden” bahsederiz![8] Çünkü, elinizden bıraktığınız kalem yerin merkezine doğru düşmektedir! Ama bu, “yerin merkezinde”, her şeyi kendisine doğru çeken “sıfır noktası” adlı bir sihirbazın bulunduğu anlamına gelmez!..
Sistem merkezi kavramı, her durumda, söz konusu sistemin niteliğine göre, buna uygun bir şekilde yeniden tanımlanmalıdır. Örneğin, bir sistem olarak organizmanın sistem merkeziyle, toplumun sistem merkezinin ne anlama geldiği, her özgül durumda, madde-enerjinin o anki yoğunlaşma biçimine ait bilgiyle ve dille tanımlanmalıdır. Ama gene de, bu konuda, bütün sistemler için geçerli olabilecek bazı açıklamalar yapmak mümkündür. Şöyle ki:
Varolmak, “dışardan” gelen etkilere karşı reaksiyon gösterebilmekle başlar, bu yüzden de daima, çevreyle etkileşme süreci içinde -esnasında- bir anlama sahip olur demiştik. Bu nedenle, herhangi bir A-B sisteminin içindeki unsurlar olarak A ve B açısından, sistem merkezini temsil eden bir (x) noktasının hiçbir maddi varlığı söz konusu olamaz. A-B ’nin sistem merkezini temsil eden (x) noktası, ancak bir dış unsurla (D) etkileşme esnasında izafi-maddi bir gerçeklik olarak ortaya çıkar (C). İsterseniz biraz daha açalım:
A-B sistemine dışardan bir etki-enformasyon geldiği zaman ne oluyordu? Bu etki-enformasyon önce sistemin içindeki bilgiyle değerlendirilerek (bu bilgi A ve B arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgidir) bir cevap-reaksiyon modeli-oluşturuluyor, sonra da hazırlanan bu reaksiyon modeli gerçekleştiriliyordu. Burada olay çok açıktır! Bu durumda, sistemin içinde A ve B açısından yapılması gereken iki esas görev -iki fonksiyon- vardır. Bunlardan birincisi, gelen etkiye karşı verilecek cevabın hazırlanması, ikincisi de bunun gerçekleştirilmesidir. Bunun dışında, sistemin içinde yapılan başka bir iş -varoluş fonksiyonu- yoktur. Bu görev bölüşümü ortamında A ve B açısından “varolmak” da zaten bu iki fonksiyondan birini gerçekleştirirken anlam kazanıyor. Yani, sürece A ve B açısından bakınca, sistemin içinde “sistem merkezi” diye üçüncü bir işlevsel “noktaya” yer yoktur!..
Ama aynı anda, A-B sisteminin dışında bulunan bir D açısından durum farklıdır. Bu durumda D, ya A-B ’yi etkileyendir, ya da A-B tarafından etkilenen. Evet, A-B sisteminin varolabilmesi, A ve B ‘nin yukarda ifade edilen fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için onun bir dış unsur (D) tarafından etkilenmesi gerekir. Ama bu yetmez! Onun da aynı zamanda bu etkiye karşı bir reaksiyon hazırlayarak cevap verebilmesi gerekir. Ancak bu durumdadır ki, A-B ‘den gelen etki A-B ‘nin sistem merkezinde temsil olunan varlığına ilişkin (C) bir mesaj özelliğine sahip olacaktır. D için bu mesajın nasıl hazırlandığı önemli değildir. A, mesajın -reaksiyon modelinin- nasıl olacağını hazırlamış da, B de bunu gerçekleştirmiş, bu değildir D için önemli olan. Onun için önemli olan, bu cevabın -reaksiyonun- A ve B tarafından birlikte, A-B adına hazırlanmış olmasıdır. Onun açısından A ve B ’nin fonksiyonları A+B olarak bütünleşerek -“süperpozisyon yaparak”- C’den gelen tek bir mesaj-etken haline gelir.
İşte tam bu anda, D açısından, A-B ‘den gelen etkinin -mesajın- A-B içindeki temsil edildiği izafi “noktaya” A-B ‘yi temsilen C diyoruz. Bu andan itibaren artık D ile A-B’nin temsil edildiği C arasında yeni bir sistem ilişkisi oluşmaktadır ve yukarda söylenilenlerin hepsi bu yeni sistem için de geçerlidir... [9]
[1] İşin özü bütün sistemlerde aynıdır. Yani her durumda, bir sistem-bir ilişki-bir örgüt- ve bu ilişkiyle temsil olunan bir bilgi vardır ortada. Çevreden gelen enformasyonlar bu bilgiyle değerlendirilirler. Bu değerlendirmenin sonuçları da gerekli davranış biçimleri olarak ortaya çıkarlar. Sistem bu şekilde çevreyi etkiler.
[2] Dispozisyonel olarak sahip olunan bilgi, varoluşun zemini olan yapıdan dolayı otomatik olarak sahip olunan gizli, saklı bilgidir. Örneğin, bir sandalyede otururken bir çekiçle dizinizin altına hafifçe vurulursa hemen ayağınız yukarı doğru kalkar. Bu bir reflekstir. Bu reaksiyonun gerçekleşmesi için gerekli olan bilgi ise mevcut yapının içinde onunla birlikte kayıt altındadır. Böyle bir şeyi sonradan öğrenmenize gerek yoktur! Aynen, bir elektrik süpürgesinin, düğmesine basınca belirli bir fonksiyonu yerine getirmesi gibi! Burada da gene, mevcut yapı belirli bir bilgiyi temsil etmektedir...
[3] M. Aktolga, “Öğrenmek Nedir, Neden öğreniyoruz, Nasıl Öğreniyoruz, Nasıl Bir Eğitim Sistemine İhtiyacımız Var” Alter Yayıncılık… http://www.aktolga.de/z5.pdf
[4] Bir binayı düşününüz, burada da böyle değil midir?.. Mevcut yapı -bina- mimarın çizdiği plandan, mühendisin sahip olduğu bilgilere, hatta, işçilerin mesleki bilgilerine kadar, inşaat faaliyeti boyunca sahip olunan bütün bilgilerin hayata geçmiş halini temsil eden bir ürün değil midir...
[5] Mekanik-makroskobik dünyanın günlük yaşamda işimize yarayan kabullerini şu an bir yana bırakıyo-ruz...
[6] Bu konuyu bütün ayrıntılarıyla “Herşeyin Teorisi”nde ele almıştık... http://www.aktolga.de/z6.pdf
[7] “Bir Ben vardır bende, benim içimde” diyen Yunus Emre’nin kulakları çınlasın!..
[8] Buradaki “kütle çekim merkezi” kavramı bana değil fizik kitaplarına aittir!! Çünkü, aslında öyle &ld
Yorum Yap