- 10.03.2023 17:58
(Üç bölümde yayınlanacak olan bu çalışma yeni çıkan kitabımdan alıtıdır (“Devrim Nedir,
Felsefede Devrim- Diyalektik Materyalizmin ve Marksist Devrim Anlayışının Eleştirisi”[1])
Şimdi sıra geldi Marksist-Leninist devlet anlayışına, devlet teorisine. Devlet nedir? Sınıflı bir toplumda sistemin merkezi varoluş instanzı olan örgütün gerçekliği nedir? O, Marksist devlet teorisinde ifade edildiği gibi, basit bir şekilde, “hakim sınıfın bir örgütü-baskı aracı” mıdır?.. Neye göre, nasıl cevap vereceğiz bu soruya?.. Sınıflı bir toplumda “sistemin merkezi varoluş instanzından” bahsediyoruz, sistem bilimine başvurmadan bu soruya cevap vermek mümkün müdür!?..
Bu nedenle, işte tam bu noktada bir parantez açarak sistem bilimine, “Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi’ne” girme ihtiyacı duyuyoruz. Sonra gene kaldığımız yerden devam edeceğiz...
“Herşeyin Teorisi, Sistem Teorisi’nin Esasları-Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi ve Tasavvuf”[2] şöyle başlıyordu:
“Kendi aralarında bağlaşım-ilişki halinde olup, birbirlerinin varlık şartı olan; yani ancak bu bağlaşımın-ilişkinin sonucu olaraktır ki, birbirlerini yaratarak, birbirlerine göre bir varlığa sahip olabilen gerçekliklerin (ki, bunları biz, PARÇA ya da ELEMENT olarak tanımlıyoruz) meydana getirdiği bütüne bir SİSTEM denilir”.
1-“Bu evrende var olan her şey, kendi içinde A ve B gibi yapısal ve fonksiyonel anlamda iki temel parçadan oluşan bir (A-B) sistemi iken, aynı anda, bir dış unsurla (şekilde E) etkileşmeye bağlı olarak sistem merkezinde ortaya çıkan izafi varlığıyla (C), bir başka sistemin (C-E) içinde de yer alır, varolur” (buradaki A, B, C, D, E,F rasgele-sembolik ifadelerdir)...
En basit örnek olarak bir insanı ele alalım: Eğer organizmayı bir sistem olarak ele alırsak, onu, A:Beyin ve B:Organlardan oluşan bir A-B sistemi olarak ifade ederiz… İnsanın çevreyle ilişkisi ise C-E sistemi olarak ele alınır…
Dikkat ederseniz bu ifade sadece organizmanın bir sistem olarak iç yapısına işaret etmektedir. Burada Ahmet, Hasan, ya da Elif vb yoktur henüz ortada. Çünkü, bir insanın kendi nefsiyle-kimliğiyle-benliğiyle varlığı onun başka insanlarla-nesnelerle-sistemlerle, kısaca çevreyle ilişkileri içinde gerçekleşir, ortaya çıkar. Ama insanı, bir an için, bütün dış dünyadan soyutlayarak düşünecek olursak, o, iç yapısı bakımından sistem merkezindeki sıfır noktasında gerçekleşir-varolur (onun “kendi varlığında yok olan” hali, “benden içeri olan ben’i” diyoruz biz buna). Kendi nefsiyle “ben” olarak insan ise, aynı anda, sistem merkezi diye tanımladığımız bu sıfır noktasında, çevreyle (E) etkileşmeye bağlı olarak gerçekleşen (C) -ortaya çıkan- izafi bir varlıktır-oluşumdur…
Bu durumda organizma, ilişki içinde olduğu nesnelere göre, her seferinde başka bir sisteminin içinde (C-E) gerçekleşerek izafi bir varlığa sahip olmakta, kendini yeniden üretmektedir. Örneğin “ben”, “sen”, “biz” hepimiz, ilişki içinde olduğumuz her nesneye (E) göre beynimizde yeniden oluşan nöronal elektriksel bir aktiviteden -C olarak ifade ettiğimiz bir “aksiyon potansiyelleri” ağından- başka bir şey değiliz. Her etkileşmede izafi bir gerçeklik olarak yeniden oluşan benliğimizin, varlığımızın özü budur. Yani öyle, her türlü etkileşmeden önce “kendinde şey” mutlak bir gerçeklik (C) olarak varolan varlıklar yoktur bu evrende!.. Esas olan, varlığı önce gelen -“önceden varolan”- nesnelerin daha sonra kendi aralarında etkileşerek değişmeleri ve değiştirmeleri değildir; etkileşirken, yani değiştirerek değişirken -YARATIRKEN YARATILARAK- izafi gerçeklikler olarak varolmalarıdır...
Aynı şekilde, örneğin bir atom da gene, A: Atomun çekirdeği ve B: Elektronlardan oluşan bir (A-B) sistemidir... Yok eğer, söz konusu olan Güneş sistemiyse, bu da gene, A: Güneş ve B: Gezegenlerden oluşan bir (A-B) sistemi olarak ele alınabilir... Ancak, her iki durumda da (bir an için soyutlama yaparak) sistemi gene sadece iç yapısı bakımından düşünürsek, bütün bir sistemin sistem merkezinde oluşan o sıfır noktasında temsil olunduğunu görürüz. Örneğin, bir proton ve bir elektrondan oluşan bir Hidrojen atomu, sistem merkezinde oluşan sıfır noktasında elektriksel olarak nötr olan “varlığıyla” temsil olunurken, Güneş sistemi söz konusu olunca da bu sıfır noktası sistemin “kütle merkezinde” gerçekleşir. Atomun atom olarak, ya da Güneş’in Güneş olarak varlığı (C), ancak bunların bir dış unsurla (E) ilişkileri-etkileşmeleri esnasında gerçekleşip-anlam kazanacaktır. Yani öyle, ne varlığı kendinden olan bir Ahmet, Hasan vb. vardır, ne de “kendinde şey” bir atom, ya da Güneş vb!... Her şey, kendi içinde bir A-B sistemi olarak sistem merkezinde bulunan sıfır noktasında temsil olunarak gerçekleşirken, gene aynı anda, aynı noktada, bir dış unsurla ilişkisi-etkileşmesi esnasında, buna bağlı olarak, kendi nefsiyle de gerçekleşerek (örneğin, Hasan, Hidrojen atomu, Dünya vb.olarak) varolur ve bilinir. Dikkat edin, iç diyalog açısından sistem merkezi olarak ifade edilen sıfır noktası, aynı anda, bir dış unsurla etkileşmeye bağlı olarak sistemin kendi nefsiyle gerçekleştiği nokta da oluyor! İşte size o Kaf Dağı (nefs) ve onun ardında saklı olan (“benden içeri olan Ben”) o evrensel sıfırın (Hak’kın) gerçekliği!...
2- Ama bitmedi! Buraya kadar varoluşun sadece bir yanını, yani yapısal yanını ele aldık ve şeyleri-varlıkları kendi içlerinde bir sistem olarak düşünmeye çalıştık. Peki, NASIL ÇALIŞIYOR bu sistem? Yani öyle A, B, C.. falan gibi statik unsurlardan mı oluşuyor evrensel oluşum dediğimiz şey? Tabii ki hayır!
Kendi içinde A ve B gibi iki temel yapısal-fonksiyonel unsurdan oluşan her sistem, “dışardan”-çevreden-gelen madde-enerjiyi-enformasyonu kendi içinde sahip olguğu bilgiyle -“bilgi temeliyle”- (bilginin daima iki temel birim arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulduğunun altını çizelim) değerlendirerek işlerken, dışardan gelen etkiye karşı bir cevap-reaksiyon oluşturarak varolur; bu etkiye-enformasyona kaynak teşkil eden nesneyle birlikte oluşturulan başka bir A-B sisteminin içinde, bu sistemin bir parçası şeklinde izafi bir gerçeklik olarak ortaya çıkar. İşte size her şeyin bilimini ifade eden o büyük tablo! İşte, doğanın bilincinin-biliminin anahtarı!..
Örneğin “siz”, şu an bu satırları okurken, benimle ilişki içine girmiş, bu ilişkiyi temsil eden bir A-B sisteminin içinde bana göre izafi bir varlığa sahip olmuş oluyorsunuz. Neden mi izafi diyorum, çünkü şu an sizin varlığınızı temsil eden beyninizdeki nöronal-elektriksel model -nefs, benlik “self”- bu etkileşime göre şekilleniyor da ondan; yani, etkileştiğiniz her şeyden bağımsız bir varlık olarak “siz” diye bir şey yoktur ortada; her an, etkileştiğiniz -ilişki halinde olduğunuz- nesneye göre şekillenen-gerçekleşen bir varlıksınız “siz”! Yani, “siz” -bütün diğer nesneler de- her an yeniden yaratırken yaratılarak varolmaktasınız. Her anın içinde hiç değişmeden varolan tek şey değişimin kendisidir!..[3]
Yukardaki tanımdan da anlaşılacağı gibi, Sistem Teorisi-Bilimi daha çok evrensel oluşumun yapısal yanıyla ilgilenirken, onu hayata bağlayan, ona ruh veren de Enformasyon İşleme Teorisi-Bilimi oluyor. Aslında bu iki teori-bilim birbirini tamamlamaktadır. Çünkü, sistem gerçekliği, dışardan gelen madde-enerjiyi-enformasyonu kendi içindeki bilgiyle değerlendirip işleyerek bir çıktı-ürün oluşturan, bununla da dışarıyı etkileyen interaktif bir oluşumdur...
Bu anlamda, HERŞEYİN TEORİSİ, Sistem Teorisi’nin ve Enformasyon İşleme Teorisi’nin birlikte oluşturdukları en üst bir teorik çerçeve olarak ortaya çıkıyor. Fizik, kimya, biyoloji, astronomi, toplum bilimi de dahil olmak üzere bütün bilimler, her biri kendi alanında, sistem gerçekliğini kendine özgü biçimleriyle kavrayıp, bu zemin üzerinde enformasyon işleme mekanizmasının nasıl çalıştığını açıklamaya çalışırlar. Kuantum Teorisi’nden, Elektromagnetizme, Evrim Teorisi’nden, Genel ve Özel İzafiyet Teorilerine kadar, hatta ve hatta, klasik fiziğe-Newton’un Hareket Yasaları’na kadar bütün bilimsel çalışmaların hepsini kucaklayan evrensel oluşum yasasıdır Herşeyin Teorisi”...
Sistem örgütlü bir bütündür...
“Herşeyin Teorisi”nden devam ediyoruz:
“Bir sistemin daha küçük alt kısımlara bölünemeyen temel birimleri olan elementleri bir araya geliyorlar, parça, ya da organ adını verdiğimiz alt grupları oluşturuyorlar. Bu alt grupların birlikteliği de bir bütün olarak sistem gerçekliğini oluşturuyor…
Ama, bu bir “örgüt” tanımı değil midir! Elbette ki bir örgüt tanımıdır! Çünkü, bizim “sistem gerçekliği” diye tanımlamaya çalıştığımız şey bir örgüttür!..
Peki örgüt nedir o zaman? Ve neden örgüt?..
Her sistem (her örgüt), çevreden-dışardan gelen madde-enerjiyi-enformasyonu değerlendirerek işleyebilmek için gerekli olan parçaların toplamı olan bir bütündür. Ve bu işlevini yerine getirirken, getirebildiği sürece var olur. Çünkü, var olmak demek, çevreye uyum sağlayabilmek için, çevreden gelen etkileri kendi içinde değerlendirip işleyerek ona karşı bir cevap oluşturabilmek demektir. Madde-enerjinin-enformasyonun her özgül var oluş biçimi (yani her sistem), dışardan gelen etkilere karşı bir tepki, bir cevap (tepki ve cevap -“çıktı”- her zaman aynı şey değildir. “Tepki” reaksiyon anlamına gelirken “cevap” etkileşimin sonucu olarak ortaya çıkan ürün anlamına da gelir!) oluşturabilmek için gerekli olan örgütlenmeden ibarettir. Örgütlü olarak var olmanın gerekçesi, varlığını sürdürebilmek için gerekli olan tepkiyi-cevabı ancak bir örgüt olarak gerçekleştirebilmenin mümkün olmasıdır. Çünkü, çevrenin etkilerini değerlendirerek bunlara karşı bir reaksiyon -bir cevap- oluşturabilmek için gerekli olan bilgiye ancak bir örgüt sahip olabilir. Bilgi, her durumda, bir örgütün parçaları-elementleri-üyeleri arasındaki ilişkilerle temsil edilerek kayıt altında tutulur (store, speichern).
Bütünü oluşturan her alt grup, yani parça, sistemin dışardan gelen madde-enerjiyi-enformasyonu kendi içindeki bilgiyi kullanarak işleme sürecinde belirli bir işte uzmanlaşmış bir organıdır. Ki bunlar da kendi içlerinde, belirli bir görevi yerine getirmekle uzmanlaşmış elementlerden oluşurlar. Bir organın çıktısı, bütün bu elementlerin örgütlü kollektif faaliyetlerinin sonucu olurken, organların (parçaların) kollektif faaliyetleri de sistemin bütününün çıktısını oluşturur. Örgüt içinde örgüt yani! İşte evrensel var oluşun sırrı budur!
Örneğin, organizma örgütlü bir sistemdir. Organlarımız bu sistemin madde-enerji-enformasyon işleme sürecinde uzmanlaşmış alt uzmanlık grupları iken, hücrelerimiz de, hem organizmamızın temel yapı taşlarıdır, hem de aynı zamanda, içinde bulundukları organa göre, her biri belirli “gen açılım faaliyetine” sahip olan uzmanlaşmış unsurlardır. Organizmanın temel yapı taşları olarak hepsi de aynı DNA yapısına sahiptirler. Ama her birinin, içinde bulundukları organa ve faaliyete göre “gen açılım örnekleri” farklıdır (“gen expression pattern”).
Başka bir örnek de toplumdur. Toplumlar da organizma gibi örgütlü bir bütündür-sistemdir. Bu bütünün, örgütün parçalarını ise, toplumsal sınıflar-kurumlar-örgütler oluştururlar. Sistemin elementleri de insanlardır. “Her insan, içinde yaşadığı toplumun bir ürünüdür” derken anlatılmak istenilen şey, tek tek insanların yaşam bilgilerinin, kollektif hafızada yer alan sistemin bütününe ait bilgilerin (ki bunlara, toplumsal sistemin DNA’ları olarak kültür diyoruz) bir parçası olduğunun altını çizmektir. İnsanlar, toplumda içinde bulundukları yere göre, bu hazineden-bilgilerden bir kısmını kullanarak kendi kişiliklerini oluştururlar. Aynen, bir hücrenin organizma içindeki yerine göre, belirli bir “gen açılım örneğine” sahip olabilmesi gibi...
SİSTEM, MADDELEŞMİŞ BİLGİDİR... BİLGİNİN KORUNUMU YASASI...
Öte yandan, bir örgütün-bir sistemin-oluşabilmesi için en azından iki elemente-kişiye! ihtiyaç vardır (A ve B gibi). Tek kişilik örgüt-sistem olmaz! Neden mi olmaz?...
Önce, iki kişi neden bir araya geliyor onu görelim[4]: Evet, neden bir araya gelir iki kişi? Ortak bir amacı gerçekleştirmek için mi? O halde, ortak bir amacı gerçekleştirmek için görev bölümü yapmaya dayanıyor işin özü. Görev bölümü ise, bir işin nasıl yapılacağının belirlenmesi ve sonra da bunun hayata geçirilmesinden ibarettir.
İşte size varoluşun sırrı! Bu kadar basit!..
Adına ister “örgüt”, ister “sistem” deyin, bütün varlıklar kendi içlerinde, son tahlilde,
belirli bir fonksiyonun (varoluş fonksiyonunun) yerine getirilebilmesi için yapılan bir görev bölümünden ibarettir! Her durumda esas olan, madde-enerji-enformasyon şeklinde dışardan-çevreden gelen bir etkiye karşı cevap oluşturabilmek olduğundan (bu, ya o an sahip olunan dengenin -varoluş halinin- korunmasına yönelik olur, ya da, bir üst denge durumuna çıkarak çevreyle ilişkilerde yeni bir denge halinin oluşturulmasına…) önce, dışardan gelen etki değerlendirilerek ona karşı verilecek cevabın bir modeli oluşturulur, sonra da, hazırlanan bu model gerekli davranış biçimleri şeklinde hayata geçirilir. Varoluşun amacı budur, bu fonksiyonun yerine getirilebilmesidir; görev bölümü denilen şey de zaten bunun için yapılır. Bütün diğer canlıların “yaşamı devam ettirebilme mücadelelerinin” esası da budur. Yani, varoluş fonksiyonunu yerine getirebilmek için yapılan bir görev bölümüne dayanmaktadır her şey. Bu iş yapılırken de varolunmuş olunuyor zaten...
Peki, neden en az iki elemente ihtiyaç duyuluyor bunun için, neden tek kişilik örgüt-sistem olmuyor, neden “kendinde şey varlıklar” -“mutlak gerçeklikler”- yoktur bu evrende?..
1-Çevreden gelen etkileri-enformasyonları değerlendirerek bunlara cevap verebilmek için bilgiye ihtiyaç vardır.
2-Bilgiye sahip olabilmek -kendi içinde belirli bir bilgiyi kayıt altında tutabilmek- için ise bir ilişki zemininde varolmak gerekir. Çünkü bilgi, ancak bir ilişkiyle temsil olunarak kayıt altında tutulabilir. İlişki olmadan bilgi de olmaz. En basit ilişki ise, ne türden olursa olsun, iki element-kişi arasındaki bağdır. Şöyle ifade edelim:
SİSTEM=A+B (aradaki o “+” işaretidir ki, A ile B arasındai ilişkileri-bağı ve bu ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgiyi temsil eden odur)
Yani, her durumda, bir A ile bir B’yi, bir biçimde birbirine bağlayan -bu iki unsuru birbiriyle ilişki haline getiren- şeydir bilgi. Ortaya çıkan sonuca da bir sistem, ya da örgüt diyoruz biz. Çünkü, bir sistem-örgüt olarak varolan her şey belirli bir bilgiyi temsil eden bir yapıdır...
[2]M. Aktolga “Herşeyin Teorisi, Sistem Teorisi’nin Esasları, Varoluşun Genel İzafiyet Teorisi ve Tasavvuf”, Alter Yayıncılık, 2022, http://www.aktolga.de/z6.pdf
[3] Tabi, doğduğunuz andan itibaren “süperpozisyon” yaparak bir katalog gibi kayıt altında tutulan bu “ben”ler duygusal olarak “kendi” varlığınızı “hissettiğiniz” zaman “sizde” sanki “sizin” “kendinde şey objektif mutlak bir gerçeklik” olduğunuz intibaını -duygusal bilincini- oluşturur!..
[4]Bir insan, kendi içinde, milyarlarca elementten (üyeler) oluşan bir örgüttür; ama dış dünyanın karşı-sında o tek başına hiçbir şey ifade etmez (yani böyle-“kendinde şey” bir varlık söz konusu değildir). O, yani “insan”, ancak, diğer insanlarla, ya da çevreyle ilişkilerine bağlı olarak oluşan belirli ilişkilerin- örgütlerin içinde, onların üyesi olarak izafi bir varlığa sahip olabilir. Aynı şey bütün diğer varlıklar için de geçerlidir. Bu evrende, “tek başına”, varlığı kendinden olan-“kendinde şey-mutlak gerçeklikler”- varlıklar yoktur. Her şey, başka şeylerle ilişkileri içinde, bu ilişkiler içinde kazandığı izafi varlığıyla bir şeydir. Her şey, yaratırken yaratılarak varolur-bir şey olur...
Yorum Yap