- 19.10.2022 06:01
“Kaza”, gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan şeylerden mümkün hale gelendir! Yani “kaza” ilahi bir iradeye bağlı olarak mutlaka gerçekleşmesi gereken bir olay değildir! Siz ihtimal dahilinde olan şeyleri önceden gerekli önlemleri alarak ne kadar kontrol altına alırsanız o kadar kazaları “mümkün” hale gelmekten uzaklaştırırsınız…
“KADER” NEDİR, VAR MIDIR BÖYLE BİR ŞEY?..[1]
“Klasik determinizm”… Bütün türleriyle “idealizmin”, “materyalizmin” evren tablosu…
Masanın üzerinde yuvarlanmakta olan bir bilyanın belirli bir andaki yerini ve hızını bilirsek (ki bunlar bilinebilir değerlerdir), hareket yasaları gereğince, onun daha sonraki durumuna -yerine ve hızına- ilişkin bilgileri de önceden tam olarak söyleyebiliriz... Buna “klasik determinizm-nedensellik” deniyor... İşte size o bilyanın kaderi ya da yaşam çizgisi!..
Daha ileri giderek buradaki mantığı bütün evrene de taşıyabilirsiniz! Çok basit! Newton Fiziği’nde -Klasik Fizik’te- olduğu gibi, evreni boş bir sahne, nesneleri de bu sahnede yer alan oyuncular olarak düşünürsünüz olur biter! Bu durumda, evrensel varoluş süreci dediğimiz şey de -tıpkı masanın üzerinde yuvarlanmakta olan o bilya gibi- her biri “kendinde şey”-“mutlak gerçeklik” olarak varolan nesnelere ve bunların arasındaki ilişkilere-etkileşmelere indirgenmiş olacaktır. Birbirlerini etkileyerek mekanik olarak yer değiştiren nesneler, bu şekilde bir durumdan başka bir duruma geçmiş olurlar. Böylece, eğer belirli bir anda bütün bu nesnelerin konumunu ve hareketini tesbit edebilen-belirleyebilen süper bir bilgisayara sahip olsaydık, bunun aracılığıyla, geleceği de önceden tam olarak bilmemiz mümkün olabilirdi!.. Böyle bir bilgisayarın ne zaman yapılacağı, ya da yapılıp yapılamayacağı ayrı bir konudur, önemli olan, böyle bir şeyin prensip olarak mümkün olmasıdır. Sınırları belirli olan -kapalı sistem- bir “evrenin” her yanında aynı şekilde işleyen bir saati de -mutlak bir zaman ölçücü olarak- yukardaki tabloya dahil ederseniz, olay apaçık ortaya çıkar. Mutlak bir uzay-zaman, böyle bir uzay-zamanın içinde, belirli bir anda uzay-zaman koordinatlarıyla varolan mutlak gerçeklikler olarak varlıklar ve önceden belirlenmiş bir gelecek, yani kader! İşte size bütün o idealist-materyalist dünya görüşlerinin durduğu zemin, evrene bakış açısı...
Söyler misiniz bana, böyle bir tablo karşısında materyalizmle idealizm arasında bir fark var mıdır?! İkisi de esas olarak aynı varoluş zemininden yola çıkmıyor mu bunların: Boş bir uzay ve mutlak bir zaman değil midir ikisinde de çıkış noktası? İkisi de mutlak anlamda “determinist”, yani “kaderci değil midir bunların?.. Aralarındaki tek fark; birisi, yani idealizm, “mutlak gerçeklikler olarak varolan varlıkları yaratan bir Tanrı-idee vardır” derken, diğeri, yani materyalizm, “hayır, onlar kendinde şeyler olarak zaten vardırlar, varolmak için bir idee’ye -yaratıcıya- ihtiyaçları yoktur” der! Beğen beğendiğini!..
Her ikisi de sınıflı toplum icadı dünya görüşleridir bunların!.. İnsanlığın içinde gelişip olgunlaştığı zihinsel-ideolojik yapılardır. Ama artık kendi yarattığı bu kozaların içinde gelişen kurtçuk yavaş yavaş kelebek haline geliyor ve buna bağlı olarak da bütün o zihinsel-ideolojik yapılar yıkılıp yok oluyorlar-olacaklar!..
VE DİYALEKTİK DETERMİNİZM!..
Ucundan tuttuğumuz bir ipe bağlı olarak döndürmekte olduğumuz bir taş ile bir elektron arasındaki farka dönersek!..
Belirli bir kuantum seviyesinde potansiyel bir gerçeklik olarak yörünge hareketi yapmakta olan bir elektronun, hiçbir gerçek kuvvete tabi olmadan -potansiyel bir bağımlılık ilişkisi içinde- özgürce atalet hareketini yapmakta olduğunu söylemiştik... Bu durumda, elektronla proton arasındaki kuvvet (“Coulomb kuvveti”) potansiyel -virtüel- bir gerçekliktir; yani ortada, K=ma ya göre ivmelendirici objektif -bu anlamda gerçek- bir kuvvet söz konusu değildir. Eğer ipe bağlı taş örneğinde olduğu gibi elektron kendi üzerine proton tarafından uygulanan gerçek anlamda ivmelendirici bir kuvvetin etkisi altında olsaydı, elektromagnetik teoriye göre onun etrafa sürekli enerji yayması gerekirdi ki, bu durumda da bir süre sonra zaten sistem çökerdi!.. Kısacası, belirli bir kuantum seviyesinde çekirdeğin etrafında dönmekte olan bir elektronla, kolumuzla uyguladığımız bir kuvvete tabi olarak “düzgün dairesel-ivmeli bir hareket” yapmakta olan bir taş aynı durumda değildir. Bu yüzden de, mekanik bir gerçeklik olan o taş için söyleyeceklerimizi artık bir elektron için söyleyemeyiz.[2]
Taş, kolumuzla uyguladığımız kuvvete tabi -bağımlı- olarak hareket etmekte, dönmektedir; ama, belirli bir kuantum seviyesinde iken bir elektronu hareket ettiren böyle bir kuvvet söz konusu değildir. Eğer proton (tıpkı kolumuz gibi) bir enerji harcıyarak elektronu döndürüyor olsaydı, bir süre sonra artık onu döndüremez hale gelirdi! Çünkü, dışardan enerji almadan, enerji harcayarak bir iş yapmak mümkün değildir. Kolumuzla bir enerji harcayarak taşı döndürüyoruz, çünkü, harcadığımız enerjiyi yediğimiz besinlerle falan çevreden sağlıyoruz, ama bir protonun elektronu döndürmek için böyle bir şansı yoktur!..
O halde, kendinde şey olarak mutlak-objektif bir varlığa sahip olmayan bir elektronun (yani belirli bir anda uzay-zaman içinde belirli bir konuma, hıza, momentuma, enerjiye vb. sahip olmayan bir “elektronun”) gelecekte ne durumda olacağını önceden belirlemek de mümkün değildir. Belirli bir “konfigürasyon uzayına” yayılmış bir madde enerji alanının zamana -ve yön kavramına- bağımlı olmadan yaptığı bir hareketten yola çıkarak gelecek için kehanette bulunmak söz konusu olamaz!..
Bu durumdaki bir elektronu, Heisenberg İlkeleri çerçevesinde, objektif bir gerçeklik olarak tanımlayabilmek için, önce onunla etkileşerek, onu belirli bir anın içinde yakalayabilmemiz gerekir! Ama bu işi yaptığımız anda da, ortaya çıkan elektron, artık biz onunla etkileşmeye başlamadan önce bizden bağımsız olarak varolan “elektron” değildir! Bizimle ilişki içinde varolan-yaratılan izafi bir gerçekliktir. Ve esas olan da budur! Çünkü, etkileşme -ölçme işlemi- bittiği an, tekrar belirli bir kuantum seviyesindeki potansiyel gerçeklik haline dönerek, zamana bağlı olmayan bir dünyada -ve de, “yön” diye bir şeyin bulunmadığı bir dünyada- atalet hareketine başlayan bir elektronun gelecekteki davranışlarından -ölçü değerlerinden- bahsetmek abesle içtigal etmektir!..
Ama biz ne yaparız, ölçme işlemi bitince, üzerinde ölçme işlemi yaptığımız elektrona ilişkin bütün o ölçü değerlerini taşıyan bir hareket denklemi -“dalga fonksiyonu”- yazarız ve deriz ki, eğer gelecekte de söz konusu elektronun üzerinde gene bir ölçme işlemi yapacak olsaydık, elde edeceğimiz değerler şu an elimizde bulunan dalga fonksiyonunun karesiyle orantılı olan muhtemel değerler olacaktı. Yani bu durumda artık tartışma, gerçekleşme ihtimali bulunan değerler üzerine olacaktır...
Peki, elektron değil de bir insan söz konusu olsaydı, o zaman ne diyecektik?..
Yani, insanların “alınlarında yazılı olan bir gelecek”-kader var mıdır?.. Ya da, bir insanın belirli bir andaki durumundan yola çıkarak onun gelecekte nerede olacağına, ne yapacağına ilişkin kehanette bulunabilir miyiz?..
Belirli bir anda bir insanın varlığını temsil eden nöronal etkinlik (“nefs-benlik” adı verilen elektriksel sinyaller ağı), o anın içinde çevreyle gerçekleşen etkileşmeye bağlı olarak ortaya çıkan bir üründür. Bu nedenle, kendi varlığıyla-benliğiyle insan, sadece moleküller yığını “makroskobik bir nesne” olmayıp, içinde oluştuğu uzay-zamanla birlikte, her an yeniden yaratılan elektriksel sinyaller ağının temsil ettiği izafi bir oluşumdur. Öyle, “belirli bir an” diye mutlak bir zaman ve buna ilişkin mutlak bir uzay bulunmadığı için, hiç bir şekilde, mutlak bir benlik-varlık da söz konusu olamaz!.. “Gerçek” olan, çevreyle etkileşmeye bağlı olarak her an yeniden yaratılan izafi bir aksiyonpotansiyelleri ağı -elektriksel sinyaller ağı- ve onun temsil ettiği sistemdir-oluşumdur... Bu nedenle, her anın içindeki benliğimizi-varlığımızı temsil eden nöronal etkinlik, o an gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan etkileşmelerden mümkün hale gelenin ürünüdür. İşte size diyalektik determinizmin özü...
Bu ne mi demek, şöyle düşünelim:
Belirli bir etkileşme öncesinde beynimizdeki sinaptik yapıyı, etkileşme anında aktif hale gelmesi ihtimal dahilinde olan sinapslardan oluşan potansiyel bir gerçeklik olarak düşünürsek; ancak her anın içinde gerçekleşen etkileşmedir ki, aktif hale gelmesi ihtimal dahilinde olan bu sinapslardan bir kısmının aktif hale gelmesine neden olacaktır. Yani, aktif hale gelme olanağı bulunan sinapslardan hangilerinin aktif olacağını -ya da tabi, bu arada ne türden yeni sinapsların bu ağa dahil olacağını- belirleyen, sisteme dışardan gelen “girdi” oluyor. Bu durumda, birçok ilişkiler -etkileşmeler- sonucunda, bir insanın çeşitli etkilere karşı vereceği cevapları bir araya getirerek, aynen bir elektrona ilişkin olarak elde ettiğimiz dalga fonksiyonu gibi, o kişiye ilişkin olarak sanki onun muhtemel davranış biçimlerini ihtiva eden bir hareket denklemini de çıkarmış, onu “tanımış” oluruz!.. Böylece, bu bilgiler temel alınarak, onun gelecekteki ilişkilerde-süreçlerde göstereceği davranışlara ilişkin muhtemel sonuçlar belirlenir. Tabi, daha sonra ortaya çıkabilecek sonucun, aynı zamanda, çevreden gelmesi ihtimal dahilinde olan etkilere bağlı olduğunu da unutmadan!
O halde toparlarsak, her an gerçekleşen -izafi bir gerçeklik olarak ortaya çıkan- gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan şeylerden çevreden gelecek etkilere bağlı olarak mümkün hale gelendir... İşte, evrensel oluşum sürecinin bu en genel işleyişinin biliminedir ki, biz diyalektik determinizm diyoruz...
Yorum Yap