- 10.06.2016 00:00
Ali Bulaç’ın Nahda’daki son köklü değişimi Türkiye İslâmcılığı üzerinden yorumladığı dünkü yazısı, çok kullanışlı bir tasnifi temel alıyor. İslâm’ı referans alan varoluş biçimlerini, ‘fikri/kültürel’, ‘sosyal’ ve ‘siyasal’ olarak üç farklı alanda toplayan bu tasnif, sadece Türkiye’de değil bütün dünyada, bilhassa modern çağdaki İslâmî gelenekleri içine alıp açıklıyor. İç içe geçmeler veya ayrışmalar bu geleneklerdeki kırılmaları ve dönüşümleri ifade ediyor. Nitekim Nahda’nın Gannuşî’nin fikrî/politik liderliğinde geçirdiği köklü dönüşüm İhvan geleneği içinde iç içe geçen sosyal alan ile siyasî alanı açık bir şekilde ayırma kararına dayanıyor. Siyasal alanda faaliyet gösterenler, böylelikle toplumu irşad edecek ve sosyal sorumluluklar üstlenecek gruplardan farklılaşıyor. Ali Bulaç, bu ayrışmanın bir iş bölümü olduğunu söylüyor ve iddiasını ortak referansın İslâm olmasına dayandırıyor. Halbuki işbölümü, işin daha verimli olması için yapılır; Gannuşî ise düpedüz birbirinden bağımsız kompartımanlar oluşturuyor.
İslâmî referanslar iktidar mücadelesinin meşruiyet kaynağı haline gelince hiçbir şeyi birbirinden ayıramazsınız. Doğru: Nahda din ile siyaseti birbirinden, laiklerin yaptığı gibi ayırmıyor, ama yine de siyaseti İslâmî referanslar karşısında özerkleştiriyor. Tıpkı eski fakihlerin yaptığı gibi aradaki bağı maslahata, yani ‘mesâlih-i mürsele’ye indirgiyor.
Hangisi öncelikli? Siyaset ehlinin verdiği karar İslâmî esaslara (edille-i erbaa’ya) uygun mudur; yoksa ahval ve şeraite, tabii Müslümanların yararına muvafık mıdır? Birinci öncelik tam siyasal İslâm’ın ana tezini yansıtıyor. Tabii bu öncelik, kâğıt üzerinde durduğu gibi durmuyor, bu kapıdan girince İslâmî referanslar iktidar mücadelesinin aşırı derecede dünyevileşmiş cephaneliğine dönüşüyor. Birbiriyle kanlı bıçaklı İslâmcı örgütler, siyasetin İslamî referansları konusundaki ihtilaflardan yola çıkıyor. Siyaset istisnasız Müslümanları bölüyor.
Gannuşî’nin söylediği şey bölen, ayrıştıran siyasetin bu tartışmalı referanslarla bağını koparmak ve maslahata indirgemek. Aslında yaptığı şey tam olarak bu: Nahda, tartışmalı keskin referansların uygulayıcısı olsaydı Tunus devrimi başarıya ulaşabilir miydi? Durumu temellendirmek ve anlamak için başka pencerelere ihtiyacımız var. Din ile dünyayı ayıran laiklik değil, bu pencere. Laiklik din ile dünyayı ayırmanın sebebi değil, ayırıma duyulan ihtiyacın ve tecrübenin sonucudur. Müslümanların sorunu dünyevileşme, dinî referanslardan vazgeçme; daha doğrusu kutsaldan uzaklaşıp profanlaşma sorunu değil; doğrudan doğruya politikayı sınırlama, alanını daraltma sorunu. Siyaset ne kadar hayatımızın içindeyse, İslâmiyet’in kavga konusu olan siyasî referansları da bizi o kadar bölmeye ve kavga ettirmeye elverişli durumda. Siyasetin alanı genişledikçe, İslâmî referansları cephane olarak kullanan savaşlar da o kadar yayılıyor. Siyasal ve sosyal sorunlar büyüdükçe referansların yükü artıyor, berraklığı kayboluyor, din kavga konusuna dönüşüyor.
Gannuşî’nin önerisi, siyasetin alanının daraltılması, her şeye burnunu sokmasının engellenmesi. Partilerde tebliğ, irşad ve davet yapılmadığına, sosyal yardımlaşma ağları oluşturulmadığına göre, Nahda’nın programı sadece partiyi camiden çıkarmayı ve kendi alanıyla sınırlamayı hedefliyor. Bu hedef gerçekleşirse ne olur? Kim kazanır? Maslahata uygun cevap çok açık değil mi?
Gelelim bize… Türkiye siyasal İslâm’ın sivil-sosyal İslâm’ı tam anlamıyla zulüm altında inlettiği bir tecrübeyi yaşıyor. Sadece Hizmet Hareketi değil, topluma yayılmış bütün sivil-sosyal İslâmî gruplar tehdit altında. Sebebi 17/25 Aralık gibi arızî olaylarda değil, siyasal İslam’ın orta ve uzun vadeli iktidar stratejisinde ve toplumu siyasetle kuşatıp esir alma çabalarında aramalısınız. Ali Bulaç’ın tarif ettiği siyasî gelenek, kendisi yeni bir düzen getirmek yerine, sahip olduğu bütün araçları kullanarak topluma devlet İslâm’ını dayattı.
Yarın devam edelim.
Yorum Yap