- 4.02.2016 00:00
Politikayı belirleyen kişilikler değildir, asıl kişiliği belirleyen politik zaruretlerdir.
Anayasa Mahkemesi kararını önce sevinçle karşılayan, sonra Cumhurbaşkanı'nın açtığı "tanımıyorum" çığırından sonra çark eden grup başkan vekilinin bağlı olduğu tek kişinin kişiliğini bile aşan politik zaruretlerden hatta mecburiyetlerden bahsediyorum. Türkiye'nin kaderi tek bir kişinin kaprislerine esir edilemeyeceğine göre, fani olan kişileri ve kişilikleri aşan bir ufka ve analiz düzeyine ihtiyacımız var. Başbakan Cumhurbaşkanı'nın "hükümetin başıyım" iddiasına itiraz ederken kişilik ile politika kafa kafaya çarpışıyor. "Uymayacağı anayasa üzerine neden yemin etti?" eleştirisi de bir politikaya değil kişiliğe yapılıyor. Ülkenin bütün sorunları gelip bir ikilemde düğümleniyor: Erdoğan'ın önümüze koyduğu "ya ben, ya anayasal düzen" açmazını, politika mı yoksa kişilik mi çözecek?
Çok fazla kişisel renk ve desen taşıyan iktidarlar, toplumun ortak paydalarını çürütürler. Hepimizin üzerinde anlaştığı hukuk kuralları varsa ve aklımız yerindeyse şu "karizma" denilen bir tek kişinin olağanüstü yeteneklerine ve kurtarıcı özelliklerine neden ihtiyacımız olsun? Hangisinden vazgeçelim? Karizma sahibi liderden mi, yoksa teamüllerden, güvenilir ve adil hukuk kurallarından ve bu kuralları karşılaştığımız her zorlukta uygulamakla görevli kurumlardan mı? Anayasa Mahkemesi ile politik manevra yeteneklerini defalarca ispatlamış Cumhurbaşkanı arasında bir tercih yapmaya zorlanıyorsunuz. Ya bu anayasal kurumu, ya da cumhurbaşkanını tanıyacak, sonunda hangisine saygı duymanız gerektiğine karar vereceksiniz? Hangisine saygı duyacaksınız? Sizi bu seçimi yapmaya zorlayan kişiye ve onun kişiliğine mi, yoksa önüne gelen davayı karara bağlamış olan yüksek mahkemeye mi? Grup başkan vekili bile, kişisel tercihi doğru tahmin edemediği için yalpalıyor. Ya bizler ve koskoca ülke, bu kişisel kaprislerin rüzgârları altında yönümüzü-yolumuzu nasıl bulacağız?
Zühtü Arslan ile meslektaşız, yazdıklarını, kitaplarını okudum, birkaç toplantıda tebliğlerini dinledim ve konuştum. İlmin temeli tevazûdur, Arslan'ın da ne akademisyen ne de yargı mensubu olarak yazdıklarının ve kararlarının önüne geçen hırsına ve iddiasına şahit olmadım. Anayasa Mahkemesi'nin tartışılan kararı birine yaranmak için değil, tam tersine baskılara direnerek verilen bir karar. Cumhurbaşkanı sizi tanımıyor, Başbakan bile ortada bir yerde durup kararı eleştiriyor, Adalet Bakanı açıktan savaş ilan ediyor, nerdeyse tekel haline gelmiş medya topyekûn bir saldırı başlatıyor.
Ne dersiniz: Kimin tavrı kişisel? Cumhurbaşkanı kişisel tavrını "saygı" kelimesini kullanarak netleştirdi; karara "saygı duymadığını" söyledi. Karara katılmazsınız, eleştirirsiniz; peki "saygı duymamak" ne anlama gelecek?
Anayasaların kendisi de Anayasa Mahkemesi gibi, çoğunluğa mensup olmayanların hakkını-hukukunu çoğunluğa karşı korumak için var. Anayasalar bu yüzden temel hakları koruyan ve koruyacak kurumları ve mekanizmaları oluşturan metinlerdir. Çoğunluğun temsilcisi "saygı duymuyorum" deyince, söz bütün menzilleri aşıp, iktidarda temsil edilmeyen kesimlerin temel hak ve hukukunun ortasına bir havan mermisi gibi düşüyor. Daha kötüsü, kişiler ve kişilikler gibi kuralların ve kurumların üzerine bir kâbus gibi çöküyor. "Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyorum" sözü, "çoğunluğun temsilcisi olarak azınlığın hak ve hukukunu takmıyorum" anlamına geliyor. "Ya ben, ya anayasa?" diye ikisinden birine saygıya zorlandığınız zaman ülke tam ortadan ikiye bölünüyor. İktidarda temsil edilmeyen yüzde 50'nin saygısını bu açmazdan nasıl çıkartıp, "devletin ve milletin başı olan cumhurbaşkanına saygı"ya dönüştüreceksiniz?
Bütçe görüşmelerinde bir soru üzerine Adalet Bakanı 1.845 kişinin, "cumhurbaşkanına hakaret" suçundan yargılandığını açıkladı. Cumhurbaşkanına hakaret fiili Ceza Kanunu'nda bir "saygısızlık suçu" olarak düzenleniyor. Maddenin bölüm başlığı "Devletin egemenlik alametleri ve organlarının saygınlığına karşı suçlar" başlığını taşıyor. Bu başlık altında bir madde sonra (301) "devletin yargı organlarını alenen aşağılama" suçu yer alıyor. Demek "saygı duymuyorum" sözü, "cumhurbaşkanına saygısızlık" ile "yargı organına saygısızlık" suçunu karşı karşıya getiriyor ve sizi iki suçtan birine ortak olmaya zorluyor.
Aslında kişilerle, hukuk ve aklın kendine mecburen yer bulduğu politikalar karşı karşıya geliyor
Yorum Yap