Eğer niyet tehdit, baskı ve şiddet ile iktidarı sürdürmek ise, bu hesabın vazgeçilmezlerinde çok eksik var.
Her şeyden önce şiddet politikası kendine özgü bilgi ve birikime ihtiyaç duyar; bizim siyasal İslâmcıların bu türden kullanışlı bir geçmişleri yok. İslâmcılık, şiddetin toplumsal pratiğinin olgunlaştığı 70'lerde, rahmetli Erbakan'ın arkasına düşüp, demokrasi ve hukuk içinde kalmayı tercih etti. Türkiye'de dindarlık, 1969'un Kanlı Pazar'ından sonra sistematik olarak sokaktan çekildi ve şiddeti politik bir araç olarak reddetti. Bugün sırtını devlete dayayarak şiddet üretmeye kalktığında, beklediği veya umduğu sonuçları elde etmesi bu yüzden çok zor. Politik şiddetin akılcı bir hesabı ve amacı vardır. Karşınızdakileri caydırmanız, bir kafayı kırdığınızda diğerlerini de eğmeniz lâzım.
İktidar olmanın cazip tarafı, başkalarının size itaatini sağlamasıdır. O kadar uğraştınız, iktidar oldunuz, hem de uzun süre, kimse sizi takmıyorsa ne yapacaksınız? Gücü önemseyen, güç ile var olan demek ki kafa kırmanın da itaat sağlayacağını zannediyor. Bu arkadaşlar hayatlarında ne dayak yemişler, ne de dayak atmışlar. Yüzü gözü morarmış bir adamın duyduğu öfkeye de, attığı dayağın hesabını veren adamın kıvırtmalarına da vâkıf değiller. Cumhurbaşkanı'nın Ahmet Hakan için, o kadar ısrar ve eleştiriden sonra söyleyebildiği cümleyi dikkatle okumanızı öneririm: “Olayı tasvip etmek mümkün değil, ancak köşelerinde zaman içerisinde başka köşe yazarlarını lanetleyen, onları hedef gösteren yazılardan da bu arkadaşların kaçınması lâzım.” Ahmet Hakan yediği dayağın üzerine bir de Cumhurbaşkanı tarafından kınanıyor gibi geldi bana. Hem kimi lanetliyor ve hedef gösteriyor? Her işin bir usulü, adabı vardır. Memlekette gazeteci ilk defa mı dayak yiyor? Dayak yiyenlerin böyle kınandığını daha önce duydunuz mu?
İkinci açmaz, iktidar sorumluluğundan geliyor. Siz istediğiniz kadar sorumsuz davranın, emrinizdeki memur hayatının geri kalanını işini kaybetmiş veya soluğu hapiste almış vaziyette tamamlamak istemez. Nasıl olsa satışa gelme ihtimalleri -tecrübe edildiği üzere- çok yüksek. Sizin uygulamaya kalktığınız şiddet, kanuna da nizama da aykırı. Ya birilerinin göz yumması, ya da doğrudan fail olarak suç işlemesi lâzım. 7 kişi gözaltına alınıyor, biri tutuklanıyor. Ortada “hükümetin itibarını düşürmek yoluyla darbeye teşebbüs suçu” olması gerekmez mi? Hem bu iş hesap yüzünden çıkmış bir bar kavgası değil ki. Hani savcıların kaleminden düşmeyen “terör” suçu? Organize suç mu? Terör var mı? E daha ne lâzım?
Devletin resmi binalarında şiddet kararı vermenin ve uygulamanın herhalde belirli kalıpları olmalı. Birincisi eline silah verdiğiniz veya kafa kırdırdığınız adama sahip çıkacaksınız. “Arkamda koskoca devlet var” diye yumruğu daha sıkı sallayacak, Emniyet'te çay eşliğinde muhabbet edip çıkacak; üstelik sırtı sıvazlanacak. Daha ötesi kendi hesabına birilerini hacamat ettiği zaman da mecburen korunacak ve kollanacak.
Devletin tepesine, şiddeti politik çıkar için kullanan bir aklın yuva yaptığı anlaşılıyor. Politik şiddet tehlikeli bir araçtır, gelir döner kullananı vurur. Seçimlerde “arzu edilen sonucu” almak için, yaygın kitlesel şiddet eylemlerine kadar uzanan çok geniş çapta araçsallaştırılmış şiddet eylemlerine ve provokasyonlara başvurulmasından endişe ediyorum. Her alanda kriz ve kaos görüntüsünün istikrar adına tek parti iktidarını kaçınılmaz hale getireceği inancına dayanıyor bu hesap. Seçim sandıklarının birleştirilmesi çabası, PKK şiddetini tahrik edip tırmandırma amacı taşıyordu. PKK mezarlıklarının tahrip edilmesi ve yerlerde sürünen ceset görüntüleri de aynı fotoğrafın içine yerleştirilmeli. Muhtemelen Kandil'dekiler ikna edilerek kapsamlı bir seçim boykotu ve 6-7 Ekim Kobani eylemleri gibi kitlesel şiddet arzu ediliyor. Beri tarafta ise merkez medya tehdit ve sopayla susturuluyor.
Belli ki birileri ikna etmiş, çaresizlikten uyguluyorlar. Bilmiyorlar ki ne kitlesel şiddet tek parti iktidarı getirir, ne de bir gazetecinin kafası kırılınca diğerlerininki eğilir.
Yorum Yap