- 15.09.2015 00:00
HDP'yi baraj üzerinde tutup, bu sayede Erdoğan'ı sarayına hapsetme hesabı bu defa tutmaz. Bu hesabı bozan doğrudan PKK'nın kendisi. PKK da, Erdoğan da HDP'yi yok etmeye kararlı görünüyor. 1 Kasım'dan sonra Meclis'te HDP olmayacak. Erdoğan kaldığı yerden hasarı onarmaya ve otokrasisini inşa etmeye devam edecek; PKK ise meşruiyetini kaybetmiş, giderek daha fazla zora-şiddete başvuran Devlet'e karşı “devrimci halk savaşı”nı tırmandıracağı puslu havaya kavuşmuş olacak.
Karşı karşıya gelen bir tutku ile bir strateji. Devlet gücünün elinden kayıp gittiğini gören bir otokrat, gemileri yakıp önüne çıkan her fırsata, iktidara tutunmak için başka hiçbir şeyi dikkate almadan büyük bir tutkuyla sarılıyor. Kürt sorunu ve PKK şiddetinin belirlemediği bir iktidar denklemi olabilir mi? Tek parçalı iktidar hesabı bu denklemin üzerine kuruluyor. PKK, “özyönetim” bahanesiyle ölçülü miktarda şiddeti devam ettirirse, güvenlik güçleri de doğal karşılık olarak kamu düzenini tesise çalışırsa, güvenli bölge uygulamalarını bahane edip HDP seçimleri boykot edecek. Sonuç: AK Parti, asgarî 300 milletvekili ile Meclis'te çoğunluğu elde etmiş olacak.
PKK'nın stratejisi ise, doğrudan varlık sebebinin eseri. “Devrimci halk savaşı”nın stratejik saldırı aşamasında daha fazla zora-şiddete başvuran devlete (faşist dikta'ya) eşlik edecek meşruiyeti dip yapmış bir iktidarı muhatap almak işlerine geliyor. Saray entrikaları ile gücünü sürdürebilen; sivil toplumu, temel hakları, hukuk düzenini, basın başta olmak üzere özgürlükleri baskı altına aldığı için meşruiyeti yerlerde sürünen, sırtında yolsuzluk şaibelerinin kefaretini taşıyan bir iktidara karşı ayaklanmak ile, meşrû ve ahlâklı bir devlet otoritesine karşı başkaldırmak aynı şey mi? Boykot kararı yüzünden HDP'nin mağduriyetini de PKK'nın dış dünyaya karşı demokrasi ve özgürlük şemsiyesi altına sokup sonuna kadar sömürmesini de hesaba dahil etmelisiniz. Seçimlerde işte bu strateji ve bir tek kişinin iktidar tutkusu karşı karşıya gelecek. Eğer kazanırlarsa kaybeden koskoca memleket olacak.
Demirtaş'ın durumu, Yeşilçam'da kötü rollerin adamı Erol Taş'ın başına gelenlere benziyor. Memleketinde, yörenin şöhret sahibi, yetenekli çocuğu olarak sempati topluyor, Batı'da ise “kötü adam” sıfatıyla dayak yiyor. Halbuki o sadece bir oyuncu, stratejiye uygun kendisine yazılan taktik senaryoyu oynuyor. Hafta sonu Diyarbakır'da “bu koşullarda seçimi düşünmeyi bir kenara bırakmaktan” bahsetmesi basit bir insancıl edebiyat cümlesi değil. 1 Kasım'da bağımsız bir HDP veya Demirtaş faktörü olmayacak, ikisi de verilen rolü oynayacak; beri tarafta inisiyatif sahibi bir AK Parti ve Davutoğlu faktörünün olmaması gibi. Soyutlama yapmadan anlayamayız: Ne Demirtaş, hatta ne Kandil ve KCK şefleri değil, PKK'yı bugünlere getiren stratejinin, geldiği aşamanın getirileri ile karşı karşıyayız. Ayaklanma başladı ve sürüyor; şiddetin yaygınlık ve haklılık kazanması için bir dikta rejimine ihtiyaçları var. Fırsat ise önünüzde 1 Kasım seçimlerinde duruyor. Aynı fırsat bıçak sırtında dolaşan, her şeyini kaybedecek olan birinin iktidar tutkusu için de vazgeçilmez nitelikte. Başka ne bekliyorsunuz?
PKK stratejisi ve iktidar tutkusu ikilisinin, birbirinden uzakta ama aynı ölçüde pay sahibi oldukları bu senaryonun getirilerini yaşıyoruz. PKK şiddeti 1 Kasım'a kadar bugünkü yoğunlukta devam edecek. HDP, sokağa çıkma yasaklarını, güvenli bölge uygulamalarını “seçmene baskı” olarak protesto edip, seçimleri boykot edecek. Saray tek parçalı iktidarına yeniden kavuşacak. Arkasından, bugünleri aratan bir kan banyosu gelecek. Şiddet sadece “özyönetim” adına Güneydoğu ile sınırlı kalmayacak, Demirtaş'ın tabiri ile Bodrum'a uzanacak. Artan terör, güvenlik endişeleri ekonomik krize eşlik edecek. PKK, “yüce stratejisi” için Kürtlerin ve bizim kanımızı dökecek; Saray bir dönem daha kontrolü elde tutacak. Ama her ikisi de eninde-sonunda kaybedecek, bölgede yeni bir denklemin nirengi noktalarını oluşturanlardan başka hiç kimse kârlı çıkmayacak.
Bu hesap 1 Kasım'da sandığa gidecek olan halkı çok hafife alıyor.
Yorum Yap