- 25.04.2022 08:51
Anayasal sistemimiz tek cümleden ibaret:
“Cumhurbaşkanı ne derse o olur!”
Bu yüzden “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” arasında anayasal sitem tercihine dair hatta anayasaya dair gerçek bir tartışma yürümüyor.
Ölçüyü koymak için bakacağınız tek yer devletin üç erkinden biri olan Yargı’nın durumu. Hüküm 233 yıl önce ilan edilen Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’nde yer alıyor:
“Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede anayasadan söz edilemez.”
Yargının bağımsız olması sadece bir meşrûiyet, bir adalet sorunu değil. Yargı bağımsız olmazsa, yasaları ihtilaflı durumlarda uygulayıp, haklıyı haksızdan, suçluyu suçsuzdan ayıran bir güç devrede bulunmazsa, ortaya sadece zulüm değil; akla ve mantığa uymayan, güven duyulmayan, öngörülemeyen ve düzensizlik içinde herkesin kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldığı bir kargaşa ortamı çıkar. Yargı bağımsız değilse hukuka ve akla uyan ve çalışıp iş gören bir sistemden söz edilemez.
Demokratik bir düzenden değil, en basit haliyle bir “düzen”den bahsediyoruz. Ekonomik krizin sebeplerini, basit bir anayasal düzenin sınırları içinde açıklayabilir misiniz?
Daha ötesi öngörülemez, bu yüzden güvenilmez bir düzenin içinde ekonomik sorunları çözebilir misiniz?
Eskilerin “tefrik-i kuvva” dediği ifta, kaza ve tenfiz diye ayırdığı ve birbirine karşı özerk kıldığı temel prensibin, demokratik uygulamalardan önce de benimsendiğini hatırlatalım.
Müftü fetva verir, kadı yargılar ve vali infaz ederdi. Üçü de birbirine müdahale edemezdi. Padişah yasa çıkartır ve bu yasayı uygular ve pek çok tekrarlanan Fatih ve Kanunî örneklerinde olduğu gibi Kadı karşısında, sıradan bir insanla eşit haklara sahip olarak yargılanır.
İşte bu yüzden cari olduğu varsayılan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile Muhalefetin vadettiği “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” arasında, varsayıldığı şekilde bir sistem tartışması yürümüyor.
Çünkü denge ve fren mekanizmaları ile karşılaştırılacak ve tartışılacak bir “anayasal sistem” elimizin altında bulunmuyor.
Yargı bağımsızlığını, hakimlik teminatını, temel hakların güvenceye alınmasını, devlet iktidarının hukuk ile kayıt ve şarta bağlanmasını içeren Hukukun Üstünlüğü prensibi işlemiyor.
Kimse hukukun üstünde olmayacak, kimin ne dediği değil, son kertede hukukun sözü geçerli olacak. Güç, kendi başına buyruk bırakılmayacak, dengelenecek, denetlenecek. Ha başkanlık sistemi olmuş, ha parlamenter sistem yargı bağımsızlığı başta olmak üzere devletin bütün eylem ve işlemleri hukukun denetimi altında ise ikisi arasında fazla fark yok ve bizim tartıştığımız konu her ikisinin faziletleri ve sakıncaları değil.
Demokratik sistemler iktidarı sınırlamak için tasarlanır ve her demokratik sistemin sakıncaları vardır; hangisinin işinize yarayacağına akıl ve tecrübe ile siz karar verirsiniz.
Anayasal düzeyde sorun bu kadar basit.
Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bireysel başvuruların çokluğundan, Yargıtay başkanının hakimlerin-savcıların yetersizliklerinden, Avrupa Konseyi’nin temel hak ihlallerinden yaygın olarak şikâyet ettiği, kamuoyu araştırmalarında yargıya güvensizliğin tescil edildiği bir ülkede başkanlık-parlamenter sistem tartışması çok lükse kaçan bir fanteziden ibaret.
Sistem tartışması dediğimiz zaman Türkiye’de gerçekte başkanlık ve parlamenter sistemin sakıncalarını, faydalarını tartışmıyoruz. Biz doğrudan yargı bağımsızlığının ve hukukun üstün kılınmasının yolunu-yöntemini araştırıyoruz.
Muhalefetin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerisini mevcut sisteme bir alternatif değil, yargı bağımsızlığını sağlama teşebbüsü olarak yorumlarsak durum değişir.
Geri kalanı boşverin, önemli olan sadece yargının bağımsız iş görmesi.
Anayasal düzen tartışmasının ilk adımı budur.
Anayasal sistemler, hukuku üstün kılma, temel hakları güvence altına alma ve iktidarları denetleme amacıyla devletin egemen erkleri olan yürütme, yasama ve yargı arasındaki ilişkiyi düzenler. Aralarında fren ve denge mekanizmaları oluşturarak gücün suiistimalini önler.
Böyle bir maksat yoksa anayasa niye var?
Yakın zamanlarda gelişen ve Ecevit’in son başbakanlığı döneminde AB’den alınıp bizim anayasal düzenimize dahil edilen “bağımsız idari otoriteler”in (KİK, Rekabet Kurulu, BDDK, TMSF vs.) ekonomik istikrar için taşıdığı önem, bugün yeterince anlaşılmış olmalı.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı bir anayasal sistem sorunudur. Bu banka iktidar karşısında bir nebze bağımsız olabilseydi, düşük gösterge faizi-enflasyon sarmalına Türkiye girer miydi?
Dünyada yaklaşık olarak elli yıldan beri ekonomik konularda iktidarın karar ve tasarruflarını anayasal kurum ve kurallarla dengeleyen, sınırlayan ve denetleyen anayasal iktisat anlayışı geçerli.
İktidarlar kamu kaynaklarını kendilerine ve oy aldıkları kesimlerin çıkarlarına göre tasarruf edemezler, ülke çıkarına uygun ve genel bir uzlaşma ile politika belirlemek zorundadırlar.
Kamu kaynaklarının ve vergi ve sosyal yardım politikalarıyla servetin yeniden dağıtımının anayasal sınırları olmalıdır.
Anayasal sistem tartışması yürütürken aslında “anayasal iktisat” kurumları ve kuralları tam merkezde yer alıyor. Ekonomik kriz bir sistem krizi ve devletin ekonomik iktidarının kullanımıyla ilgili dehşet verici bir dağınıklık var.
Devletin iktisadi yetkilerini kullanan iktidarları anayasal denetime tabi tutmak, bunun için de anayasal iktisat kurumlarını etkin hale getirecek bir sistem oluşturmak zorundayız.
Sadece adaleti hâkim kılmak için değil, akla uygun, etkili, çözüm üreten ve işleyen bir siyasi düzene sahip olabilmek ve tabii ekonomik krizin üstesinden gelebilmek adına, hukukun üstünlüğü prensibine dayanan, yargıyı bağımsız kılan kuvvetli bir anayasa bilincinin devreye girmesi lâzım.
Yorum Yap