IŞİD’le misin, PYD ile mi, yoksa Esad’la mı?

  • 4.02.2016 00:00

Üç Yıl önce Türkiye'yi kasıp kavuran Gezi olaylarının ilk günlerinde internet bloğumda bir yazı yazmıştım. Beklemediğim şekilde yoğun ilgi çeken “Erdoğan gemileri neden yaktı?” başlıklı yazı, Gezi kalkışmasının Türkiye'nin Suriye'ye yaklaşımı ve ABD'nin değişen Suriye politikasıyla alakası olduğunu iddia ettiği için, haliyle 'komplo teorisi' olduğu yönünde çok da eleştirilmişti. İş dünyasından medyaya yönelen kariyerimi ve aynı zamanda hayatımı değiştiren bu yazıda, “Yanı başımızdakiler katlediliyorken 'evim huzurlu olsun' diyememenin kahramanca bir güzelliği var” diyerek, sıradan bir vatandaş olarak Erdoğan'ı neden desteklediğimi açıklamıştım. Üstelik bunu, eski sosyal medya takipçilerimin anımsayacağı üzere, Arap Baharını destekleyen ama Suriye'de duraksayan biri olarak söylemekteydim.


Suriye'de duraksamamın güncel ve tarihsel pek çok nedeni vardı ama özetle Şam diyarı diğer Mağrib'e benzemeyecekti. Ama bu bir şeyi değiştirmezdi. Beşar Esad'ın Suriye'yi Suriyelilerin kanına bulaması diğer tüm nedenleri geçersiz kılıyordu. İnsan olmak, haktan, doğrudan, mazlumdan yana olmak, bu basit gerçeğe, kalan her şeye ve üzerine doğru gelen tehditlere rağmen gözlerini kapamamayı gerektiriyordu.

Erdoğan sayesinde Türkiye'nin durduğu yer de, üzerine doğru gelen tüm tehditlere rağmen burasıydı, ve kahramanca bir güzelliği vardı. Nitekim Ankara'nın duruşu değişmedikçe, tehditler ve saldırılar birbirini kovaladı. Gezi'yi 17-25 Aralık, Kobani olayları, terör ve nicesi takip etti. Evinden yurdundan olmuş Suriye halkı, Arap Baharının günah keçisi haline gelirken Türkiye de Suriye'nin günah keçisi yapıldı. Türkiye iç siyasetinde saflar sosyolojinin tarif etmekte zorlanacağı şekilde değişti; 'anti-Erdoğancı' yeni bir siyaset yapma, yeni bir muhalefet etme biçimi ortaya çıktı. Eskiden yan yana geleceğini asla düşünmeyeceğiniz kampların ittifaklarına şahit olduk.

Suriye meselesi giderek içinden çıkılmaz bir hal aldıkça ve Erdoğan karşıtı kampanya uluslararası alana yayılınca, Türkiye'nin tüm diğer ülkelerle ilişkilerini de etkiler hale geldi. Türkiye, Suriye öncesinde batıdan doğuya, kuzeyden güneye çok yönlü ilişkiler geliştirmişken, sonrasında 'değerli yalnızlık' şeklinde literatüre giren bir sürecin içine itildi. ABD Orta Doğu politikasını değiştirince otomatik olarak bu politikayı benimseyen Batı ülkeleriyle Türkiye arasına mesafe girdi. Mısır darbesi doğrudan Suriye ile ilgiliydi; Katar hariç darbeyi destekleyen Körfez ülkeleriyle Türkiye'nin arası açıldı. Batı'ya karşı nükleer vb pek çok konuda Türkiye'nin desteğini gören İran'da değişen dengeler ve agresif Orta Doğu politikasının Batı'da bulduğu destek, iki ülke arası ilişkileri öngörülemez hale getirdi. Aslında Türkiye dostlarını kaybetmiyordu; Türkiye'nin dostlarını azaltmaya çalışan ABD'ydi. Türkiye buna rağmen boyun eğmedi.

Suriye'deki savaş, müdahale edilmedikçe körüklendi; zaman içinde boyut ve biçim değiştirdi. Bölgesel bir dizayn makinesi haline gelen Suriye, aynı zamanda iç savaşın içinde başka iç savaşlar geliştirdi. IŞİD sayesinde ortaya çıkan yeni taraf ve cepheler, esas meselenin önüne geçti. Bunlardan biri olarak PKK, Suriye uzantısı PYD sayesinde, yeniden ve bu kez çok daha saldırgan şekilde Türkiye'yi tehdit eder hale geldi.

Ancak Suriye tehdidi en çok Türkiye'ye zarar verirken, diğer ülkeler de bundan payını alıyordu. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, AB ülkeleri, hatta İsrail, kontrolden çıkan Suriye meselesinin bölgeyi ve kendilerini de tehdit ettiğini fark etmekteydi. İstikrarsızlığın baş sorumlularından biri olan İran bile gidişatın kendisinin de faydasına olmayabileceğini görmekteydi. Türkiye kaybedildiği iddia edilen dostlarla yine de diplomatik ilişkilerini kurmaya çaba gösterdi. Ancak dizayncılar da boş durmuyordu. Türkiye hangi ülkeyle yakınsa ya da yakınlaşıyorsa, Rusya'dan Almanya'ya, beklenmedik bir gelişme, Suriye'de dahi mesafe alınmasına yol açabilecek ilişkileri geri çekiyordu. İşte yakın ve şüphe çeken bir örnek, İsrail-Türkiye anlaşması yakın derken, İsrail'de aşırı sağcı Yisrael Beitenu partisinin koalisyon hükümetine katılması ve lideri Avigdor Lieberman'ın savunma bakanı olarak kabineye geri dönmesi gelişmeleri nasıl etkileyecek, bu koca bir soru işareti. İsrail-Türkiye anlaşması her ne kadar kamuoyuna anlaşma maddeleri ve Gazze üzerinden gelse de, arka planında Suriye'nin de konuşulduğuna şüphe yok.

Binali Yıldırım'ın “Dostlarımızın sayısını artırıp düşmanlarımızın sayısını azaltacağız” cümlesiyle tartışılmaya başlayan “Türkiye'nin Suriye politikası değişiyor mu?” sorusu, Rakka-Menbiç-Felluce üçgenindeki yeni operasyonel gelişmelerle beraber üzerinde durup düşünmeyi hak ediyor. Beş yıl içinde Suriye üzerinden Türkiye'nin öncelikleri artan tehdit durumuna göre birkaç kez değişti. Önce Esad rejimiydi, ardından IŞİD oldu, ardından PKK-PYD. Böylesi bir savaşta, değişen koşullar nedeniyle taktiklerin değişmesi, hatta konjonktürel strateji değişikliklerinin yapılması kaçınılmaz olabilir. Ancak bu üç ölümcül yapıdan birinin bile bizim için kalıcı dost olamayacağı da bir o kadar gerçek. Önümüze bu üç havucu da sırasıyla getirip bizi kendi çizdiği labirentin içine hapseden ABD'ninse, Türkiye'ye karşı kullanacağı silahları bitmiş gibi görünmüyor. Şimdi bize yapılan şantajın üçünden birini seçmek olduğu aşikar. ABD'nin sunduğu alternatiflerden birini seçip labirentte koşmaya devam mı edeceğiz, yoksa 'yeter' deyip bir kez daha gemileri yakarak 'kendi göbeğimizi kendimiz mi keseceğiz'? Ya da belki, ABD'nin dizaynlarından bıkan dostları sabırla biriktirmeye devam ederken, malum üçlüden bazılarıyla savaşları biraz erteleyeceğiz. Bakalım, göreceğiz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums