- 29.06.2013 00:00
Oturduğu yerden ayağa fırlayan mütedeyyin adam “Sen var ya çok terbiyesiz, ahlaksız, namussuz, karaktersiz bir adamsın. Benim olduğum yerde Fetullah Gülen’e hakaret edemezsin” dedi ağlamaklı bir sesle. Fetullah Gülen’e “emekli vaiz” demiş olmak suretiyle ayaktaki adamın tüm öfkesini üstüne çeken oturan mütedeyyin adam da, “Benim olduğum yerde sen de Tayyip Erdoğan’a hakaret edemezsin” dedi. Zatı muhteremlerin her ikisi de hükümet yanlısıdır.
Ajandalarında demokrasi ve hukuk devleti diye bir şey olmayaniktidardaki titanların çarpışması başladı mı gerçekten? Yoksa işgüzar taraftarlar bir dokunulmazlık, bir yücelik kazandırdıkları liderleri adına fevri çıkışlarda mı bulunuyorlar?
Maximilian Popp Der Spiegel dergisine bu hafta İstanbul’dan yazdığı bir yazıda WikiLeaks’in 2010’da açıkladığı ABD’nin Ankara kaynaklı diplomatik yazışmalarına dayanarak Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasındaki “kardeşçe sevginin” tükenmek üzere olduğunu, özellikle Erdoğan her yurt dışı seyahatine çıktığında, cemaate yakınlığıyla bilinenGül’ün fırsattan yararlanarak onun altını oyduğunu, daha fazla güç kazanmaya gayret ettiğini söylüyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün bir grup Türk gazeteciyi kabul ederek hükümetin Gezi politikasını eleştirdiği de açıklandı.
AKP’nin 11 yıllık seçim başarısı ve sürmekte olan büyük, boğucu kitle desteği karşısında umutsuzluğa kapılan insanlar AKP’yi olduğundan da uyumlu, homojen bir parti olarak görme eğilimindedirler. İktidar olmanın meyvesini yiyen bir partinin iç çelişkiler yüzünden iktidarını asla tehlikeye atmayacağını söylüyorlar. İslami bir partideki politik kurnazlığın her zaman parti içindeki kişisel hırslara, sürtüşmelere ve ideolojik farklılıklara baskın çıkacağını iddia ediyorlar. Pragmatist, takkiyeci bir partide bir bölünme beklemeyi hiç gerçekçi bulmuyorlar. “Mutlaka bir yolunu bulur uzlaşırlar” diyorlar.
Bir yolunu bulup uzlaşmaları ve mevcut kitle desteğinin sürmesi halinde demokrasi ve hukuk devleti için yapılabilecek sokak eylemleri,“açık forumlar”olarak adlandırılan sosyal ontoloji forumları devlet yapısında ilerici değişimlere yol açamayan sonuçsuz eylemler olarak kalmaya mahkum olur.
Demokrasi, hukuk devleti talep eden insanlar mevcut sokak gösterilerini, Ethem Sarısülük cinayetini protesto etme gösterilerinden doğan açık forumları (Parklarda yapılan bu forumların “sosyal ontoloji forumları” olarak adlandırılmalarının neden daha doğru olacağını aşağıda açıklayacağım) kendi başına bir amaç haline getirmediler. Bu eylemler sayesinde yasal ve kültürel bir değişim sağlayarak cinayet işleyen kolluk kuvvetlerinin cezalandırılmasını, demokrasinin, hukuk devletinin kurulmasını arzuluyorlar. Bu arzunun seçmen desteğinden yoksun kalması durumunda özlemi duyulan yeni sosyal kurumlar yaratılamaz.
Mevcut devlet bir ucubedir; ne olduğu, siyaset veya kurumlar literatüründe nereye konulması gerektiği bilinmemektedir. 12 Eylül rejimi veya Çiller döneminin devlet aygıtı bir ucube sayılmazdı. Bu nedenle askeri faşist bir vesayet rejimini benzer rejimlerle birlikte bir gruba dahil etmekte herhangi bir zorluk yoktu. AKP hükümeti bu rejimi olduğu gibi sürdürmedi, orasından burasından değiştirerek onu bir ucubeye çevirdi. Tüm anti-demokratikliğine, Başbakan Erdoğan’ın diktatörlük hevesine rağmen AKP hükümetini kategorize etmekteki zorluk ortadan kalkmıyor.
2002 yılına kadar devlet polis, MİT, Jitem, ölüm mangaları, ordu gibi kurumları aracılığıyla feci bir terör estiriyordu. Yargısız infazlar, gözaltında kayıplar, siyasi tutukluların topluca katledilmeleri, polis ve jandarma tarafından sorgulanıyorken işkence edilmek, tecavüze uğramak vb. günlük bir rutin haline gelmişti. Sokağa çıkan göstericiler 50 metre yürüyemeden kurşun yağmuruna tutuluyorlardı. En önemsiz, en barışçı gösteriler vesilesiyle 15-20 kişi birden öldürüyordu.
Bu suçları işleyen kolluk kuvvetlerinden bugüne kadar hemen hemen hiç kimse yargılanmadı. Kurumlar ve failler yerlerini koruyorlar. Ancak durduruldular. (Bir istisna olarak Dersim bölgesinde karanlık dönem varlığını koruyor. Siviller kaçırılarak kurşuna diziliyorlar. Köyler ve şantiyeler basılıyor. Failler karanlık devlet güçleri, PKK ve TİKKO’dur.) 2002 yılı öncesindeki yargısız infazlardan, gözaltında kaybolmaktan, sistematik işkence ve tecavüzden bugün genel olarak bahsedilemez. Son eylemler sırasında 4 kişi öldürüldü, bir kişi kaza sonucu öldü, 12 kişinin gözü çıkarıldı ve 60’ı ağır olmak üzere 700 kişi yaralandı. “Emirleri ben verdim” dedi Başbakan Tayyip Erdoğan. Ancak bu ağır bilanço bile Başbakan Tayyip Erdoğan’ı Kenan Evren, Tansu Çiller, Veli Küçük, Mehmet Ağar, Hayri Kozakçıoğlu gibi devlet yöneticileriyle tamamen aynılaştırmıyor. Erdoğan’ın yerinde onlardan biri olsaydı binlerce kişi öldürülmüştü.
Durdurulan terör kuvvetleri tekrar aktif hale getirilebilirler mi? Bu gibi reel bir tehlike yok mu? Demokrasi isteyen yurttaşların kabusu budur.
Başbakan Tayyip Erdoğan Maraşlı, Sivaslı, Pakistanlı, Afganistanlı, Endonezyalı Müslümanların binlerce insanı kolaylıkla parçalayabilecekleri, ateşte yakabilecekleri hakikat dışı kışkırtıcı beyanlarda bulundu. Müslümanların genellikle çok hassas, çok duygusal, çok tez canlı, kolay ikna edilen, küfre ve kafire karşı çok hınçlı olduklarını biliyordu. Buna rağmen ısrarla “Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’nde içki içildi ey müminler!” dedi. Caminin müezzini “Hayır içilmedi” dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan yine ısrarla “Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’nde içki içildi ey müminler!” dedi. Caminin müezzini “Din adamıyım, yalan söyleyemem, camide içki içilmedi” dedi.
Maraş Katliamı da benzer hilafı hakikat beyanlarla başlatılmıştı. Bereket versin hassas Müslümanlar bu sefer harekete geçmediler.
Melih Gökçek Başbakan’ın beyanlarının etkili olamadığını görünce hemen yardımına koştu. O da başarılı olmadı. Televizyona çıkarak ağladı. Kimse “Neden ağlıyorsun?” diye sormadı. “Hele bir sorun neden?” dedi. Sorduğu soruyu kendisi yanıtladı;meğer Melih Gökçek hırsından ağlıyormuş.
Siyaset sahnesinde millet 10 yıldan fazladır Kuran, Hadis, hoca, Burak, cennet, cehennem, gavur, kafir, şeriat gibi kavramlarla yatıp kalkıyor. Türkiye entelektüel olarak 8. yüzyıl Arap toplumlarının düzeyinde sayılır. Siyasi İslam’ın entelektüel düzeyi budur. İslami cephede bugünlerde tartışılan en önemli konu Hıristiyanların ve Yahudilerin cennette gidip gitmeyecekleridir.
En büyük düşünürlerin Fetullah Gülen, Tayyip Erdoğan, Kadir Mısıroğlu, Cüppeli Ahmet Hoca, Adnan Hoca, Cemalettin Hoca gibi şahısların olduğunu görüyoruz.
Toplum İsmailağa Cemaati mensubu insanlardan oluşursa demokrasiyi kuracak kolektif bir niyet, rıza asla oluşmaz. Türkiye’de hukuk devleti ve demokrasi isteyen geniş bir seçmen kitlesi yoktur. Sadece AKP seçmeni değil, MHP ve CHP seçmeni de hukuk devletini ve demokrasiyi arzulayan bir seçmen değildir. Bunun da ötesinde devlet kuvvetlerinin yargısız infazlarının ve sistematik işkencenin engellenmesini isteyen geniş bir seçmen kitlesi de yoktur. AKP bunu kendi arzusuyla kendi başına yaptı. Bu AKP yöneticilerinin bir lütfudur. Toplumun geniş kesimleri devlet terörüne hep kayıtsız kalmışlardır. Devlet terörüne son verilmesi hiçbir zaman ana akım (Türk ve Sünni) seçmen kitlesi tarafından önemli bir seçim mevzusu olarak görülmemiştir.
Başbakan Erdoğan 2010 yılında Sakarya’da yapılan bir miting sırasında 1937-1938 yıllarında dönemin CHP hükümetinin Dersim’de 50 bin silahsız savunmasız sivili katlettiğini açıkladı. Alanı dolduran partililer bu açıklama karşısında donup kaldılar. Nasıl bir tepki göstermeleri gerektiğini bilemediler. Meydana derin bir sessizlik çöktü.
Dersim katliamını itiraf etmek de nereden çıkmıştı? Buna ne gerek vardı? Bu konu kimin aklına gelmişti? Dini, sınıfı, ideolojisi vb. ne olursa olsun bir Sakaryalı neden 2010 yılında Dersim’de üç çeyrek asır önce yaşanan bir olayı katliam olarak tanımlayacak ve onu açığa vuracaktı?
Ana akım Türk seçmeni bakımından hukuk devleti ve demokrasi Dersim Soykırımı’nın tanınması kadar yabancı bir konudur. Ekonomik sorunlara çözüm bulmak her zaman başta geliyor. Kazlıçeşme’de çok kaba sözler sarf eden AKP yanlısı kadın seçmen genel seçmen profilini aslında çok iyi temsil ediyor. Gönüllü olarak Başbakan’ın sindirim sisteminin en uç noktasındaki bir kılı olmak isteyen yurttaşların demokrasi ve hukuk devleti gibi konseptleri yoktur. Varsa bile bu konseptler açık forumları düzenleyen gençlerinkinden çok farklıdır.
Demokrasi ve hukuk devletinin sosyal bir gerçek olabilmesi için kolektif olarak tarif edilmeleri ve kabul görmeleri gerekir. Bir hukuk devletinde polis protestocu vatandaşları öldürmez. Öldürmesi halinde ağır bir suç işlemiş olur ve ağır bir biçimde cezalandırılır. Hukuk devletinde başbakan dini inancını siyasi referans çerçevesi olarak kullanmaz; mezhepçi bir sosyal mühendisliğe soyunmaz, kimseye ahlaki üstünlük taslamaz. Politikalarını protesto edenleri ayak takımı, çapulcular olarak adlandırmaz.
Açık forumları düzenleyenler hukuk devletinin ve demokrasinin evrensel prensiplerini bilfiil tarif ve kabul ederek ülkenin ihtiyaç duyduğu sosyal kurumların neler olduğunu gösteriyorlar. Demokrasi ve hukuk devleti böylece soyut veya Avrupai konseptler olmaktan çıkarak Kadıköylüleşiyor. Bu konseptlerin geniş bir seçmen kitlesi tarafından benimsenmesi halinde toplum yeni sosyal kurumlarını yaratmış olur. Desteklenmemesi halinde bir azınlık hareketi olarak kalır.
Forumu yöneten gençler mevcut küresel sistemi AKP hükümetinden daha iyi anlıyorlar. Çağdaş bilgi birikiminden yararlandıkları için AKP yöneticilerinden çok daha bilgililer. Sosyal felsefeleri AKP felsefesiyle kıyaslanmayacak kadar ilericidir. Hiçbir devlet tecrübeleri olmadığı halde forumları yöneten gençler ülkeyi Başbakan Erdoğan’dan çok daha iyi yönetirler.
Gezi Parkı eylemleriyle başlayan yeni süreçte demokrasiyi, hukuk devletini ve insan haklarını olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak gören gençlerle kışla-cami ikilemi içinde ne yaptığı, neyi savunduğu belli olmayan “kıl” seçmen kitlesi arasındaki büyük fark açığa çıktı. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları parklarda da olsa ilk kez Türkiyeli oldu.
Yorum Yap