- 9.02.2017 00:00
- (3)
Yazıya radikal bir başlık attığımın farkındayım.
Bu yazı biraz demek bile az benim açımdan duygusallığın ağır basan bir yazı olduğu gibi yazılması da zor bir yazı oldu.
Nasıl olmasın ki tam 39 yıl 2 ay süren içinde hakaret, iftira, istismar, ihanet ve yaftalamanın yer almadığı bir ilişkinin ölümle sonuçlanan dostluğun vedalaşma yazısı bu.
Kimden bahsettiğimi yazının sonunda son cümlemle tanıyacaksınız biraz sabır istiyorum.
Yıl 1978 aylardan Temmuz, çalıştığım fabrikanın veznesinde maaş kuyruğundayız benim arkamda gür bıyıklı, sert bakışlı hafif kilolu birisi var, dönüp baktığımda gülümseyerek sertliğini bertataf edip merhaba dedi bana..
Merhaba dedikten sora ismini söyledi dostum bana..
Herhalde sende yeni iş başı yapanlardansın benim gibi dedi..
-Evet bir ay oldu dedim.
Kendisi elimi sert bir şekilde sıktı ve görüşelim ben fabrikanın kaynak atölyesinde çalışıyorum Beklerim Mehmet arkadaş deyip ayrıldı.
Bir öğle yemeğinde yemek kuyruğunda baktım bana el sallıyor karşı sıradan, ben de ona karşılık verip yemeğimi alıp masaya oturdum oda yemeğini alıp hemen karşıma geldi afiyet olsun dedikten sonra oturabilir miyim dedi, ben de tabi ne demek dediğimi hatırlıyorum.
Bilinen klişe sözlerle sohbete girdik, karşılıklı nerelisin hemşerimden başlayarak kendisi Malatyalı olduğunu ama Elazığ Maden de büyüdüğünü, son on beş yıldır İstanbul ve Bursa da değişik fabrikalarda çalıştığını ve ailesinin Bursa da oturduğunu evli olduğunu 6 aylık bir kızım var adı da İlke Evren dedi.
Ben de Kırşehirliyim beş aylık evliyim ve ilk defa bir fabrikaya başladım buraya gelmeden önce çiftçilikle uğraşıyordum traktörümüz vardı onu kullanırdım dedim.
“Gülerek demek ağa çocuğusun dedi.”
Evini getirdin mi? Ben de yok İzmit’ te bir otelde dört arkadaş kalıyoruz dedim.
O zaman bugün gidelim otelden eşyalarını getirelim biz üç arkadaş iki odalı fabrikanın bir karavanın da kalıyoruz, benim kaldım oda da boş bir somya var, beraber aynı oda da kalırız dedi ve sohbetimiz ilerledi.
İş çıkışı dostumla beraber İzmit te Sakarya oteli vardı ahşap mimarisi olan çok eski bir oteldi, otelden beraber eşyalarımızı aldık ve fabrikanın servisine binip fabrikadaki karavanaya eşyaları bırakıp çıktık.
Fabrikanın lokalinde hele güneşin batışını körfezden seyretmenin manzarası eşliğinde oturduk ve ilk rakılarımız yudumlarken; o çok rahat hareket ederken ben tedirgindim fakat dostum da benim tedirginliğimin farkındaydı.
Dostumu fabrikada tanımayan yok gibiydi çok yeni bir işçi olmasına rağmen, fabrikanın bütün Ünitelerini dolaşırdı militan bir görünümü vardı ve tutarlı biri olduğu her halinden belli oluyordu.
Ben bu dostumla arkadaş olmamdan sonra otel de birlikte kaldığım arkadaşlar, bana bu çok tehlikeli bir diyorlar hem komünist hem de Kürt dediler. Ben de arkadaşlara benim aklıma yatmayan bir olumsuzluğuna rastlamadım diyerek onlardan uzaklaştım.
Dostum benden on yaş büyüktü 68 kuşağındandı ve bu kuşağın unutulmaz öğrenci liderlerinden Ömer Ayna ile uzun süre İstanbul da bir evi paylaşmışlar; Ömer Ayna ile tanışması da dostumun Hukukta okuyan bir yakınının üniversiten arkadaşıymış Ömer Ayna.
Artık bizim ilişkimiz dostluğa dönüştü ve fabrikada sınıf ve kitle sendikacılığı üzerine yürüdü; kendisi sınıfının bilincinde olan, sınıfsal kültürünü sadece kitaplardan değil de alanlarda, meydanlarda, fabrikalarda veren, üretimden gelen gücün örgütsel bir potansiyele dönüşmesinin önünde bir engelin duramayacağını sık sık vurgulayan, militan bir işçi sınıfın neferiydi dostum.
Fabrikadaki farklı görüşte olan sol görüşlü işçilerle yaptığı tartışmalar da; işçi sınıfının sendikasının olması yetmez, bu sınıfın bir de partisi şart, yoksa bu mücadelenin bir ayağı eksik kalır ve ideallerimizi tamamlayamayız diye tartışılmaları farklı bir boyut kazandırmaya çalışırdı.
Teröre her zaman karşı olduğunu söylerdi sağ-sol terörünün zirve yaptığı süreçte sık söylerdi bunları.
Tanışıklığımız, sağ-sol terörünün zirve yaptığı ve işçi sınıfın özel sektörde DİSK’e bağlı Maden-iş sendikasının MESS iş yerlerindeki sürdürdüğü grevler, mitingler ve yürüyüşlerin öne çıktığı, işçi sınıfın gündemini belirlediği bir süreçti. İş yerimizde, evlerimizde, sendikalarda yaptığımız ardı arkası kesilmeyen süresiz, gece geç saatlere kadar devam eden yaptığımız tartışmalar ve kitap okumaları ile geçerdi.
Geceleri çıktığımız duvar yazılarını nasıl unuturuz ‘işçi sınıfı yaşıyor savaşıyor, yolumuz işçi sınıfın yoludur’ imza İGD.. Bu sloganlar bizim mitinglerde, yürüyüşlerde ve kortejlere attırdığımız ortak sloganlardı, Alanlarda bu sloganlarla toplanırdık .
Hele iki güm önceden söndürülerek özene bezene içine tuz ve sıvı yağ atarak hazırladığımız kireçle yazdığımız yazılar, bir yerde bizi hayata tutunduran, kitleleri coşturan, miting ve yürüyüşlerde bu slogan yazıları aynı zamanda bizim ortak türkülerimizdi, bu türkülerin heyecanı ve korkusunu birlikte az yaşamadık dostumla.
12 Eylül faşist darbesinden sonra dostumun fabrikadan iki polisin koluna girerek götürülüşüne tanık oldum uzaktan, hüzünle bakmaktan başka bir şey gelmedi elimden ama sıranın bana geleceği de aklımdan hiç çıkmadı.
Dostum tehlikenin farkındaydı bir kaç gün önce bana şunları söylemişti uyarı babında: polis Marmara bölgesinde partiye bir operasyon başlattı beni her an alabilirler, yalnız rahat ol seni ele vermem, korkma, beni içeri aldıktan sonra sadece aileme haber ver, kimseye bir şey söyleme, partiden seni mutlaka ararlar. Şunu hatırlatayım hiç siyasi tartışmalara girme, hatta hiçbir ortamda bulunma, bu bir geçiş süreci susmak korkmak değil, bunu aklından çıkarma, kendini iyi kolla geceleri kahveye gitme, gece geç saatlerinde zorunlu olmadıkça sokakta bulunma sözlerini hatırladım sivil polisler dostumu götürürken.
12 Eylül de sonra dostum tarihsel TKP davasından bir ay tutuklu kaldı ve tahliye oldu, TKP davasından yargılandı ve berat etti.
Dostumu kaybettikten sonra anılarıma daldım, buluşmalarımızda nostalji turu yapmadan geçmezdik onlardan kısa bir hatırlatma yapayım.
Bana bir gece çıktığımız duvar yazısında ne kadar özeniyorsun neredeyse arasına virgül atacaksın acele et, polise yakalanırız sözünü hiç unutmam.
Bu yaşadığımız olayı buluştuğumuz bir ortamda açmış ve çok gülmüştük, her buluşmamızda da göbeğini oynatarak gülerek hatırlatırdı.
Senin alt yapın çok güçlü, çünkü sen duvarlardan başladın yazarlığa diye de az takılmazdı bana dostum.
Böyle başlayan ilişkimiz 15 yılı İzmit petrol ofisinde işçilikle devam ederken bu sürenin içinde 7 yılı İzmit Akçakoca mahallesi Kapanca sokakta, komşulukla sürdü dostluğumuz.
1993 yılında Antalya’ ya tayin yaptırmaya karar verdi ve bana gel beraber gidelim ısrarına rağmen ben kabul etmedim.
Nedenini sorduğunda, kendisine ben kitap yazıyorum ve İstanbul’dan kopamayacağımı ama bu seninle olan ilişkimiz gölgelemez dediğimde, beklemiyormuş olmalı ki hüzünlü bir bakışla boynunu yana eğerek, sen bilirsin işaretini yaptı. Gitmesi banim açımdan da çok zor olmuştu, kendimi çok yalnız kalmış hissetmiştim.
Bir yıl sonra ailece dostumu hem ziyarete hem de tatil yapmak için Antalya’ya gittik ;bizi eşi ve iki kızı ile otogarda karşıladılar muhteşem bir buluşmaydı cümbür cemaat kucaklaştık, çocuklarımızda birbirine sarıldılar büyük bir sevinç gözyaşları vardı çocuklarda. Eve geçtik kurulan çilingir sofrası ile gecenin geç saatine kadar sohbetimiz sürdü, yazarken o görüntü ve hasret gideren konuşmalarımız gözümde canlandı, tekrar yaşar gibi oldum ve gözlerim buğulandı.
Haklı olarak kırk yıl süren bu dostlukta hiç mi bir sorun yaşamadınız diye sorduğunuz duyar gibiyim.
Elbette yaşadık hem de aramızda sert tartışmalarda geçmiştir ama hasara dönüşmesi şöyle dursun, söküğü yırtığa çevirmeden dikerdik, tabi genellikle dostum öncülük eder ilk adımı o atardı.
Peki bu nasıl olurdu?
Yaşadığımız tatsızlıkları ve sorunlarımızı sıcağı sıcağına olmasa da biraz soğumaya alır en fazla iki gün sonra dostum açar, gel biraz konuşalım derdi bana. Direk konuya girerdi biz aramızda geçen anlaşmazlıkları hiç halının altına süpürmedik ve her daim gerçekle yüzleştik, öz eleştiri verdik ve birbirimize karşı kendimizi haklı çıkartma yolunu hiç seçmedik. En iyi becerdiğimiz herhalde geriye dönüp baktığımda iki kişinin birbirine karşı yürütme de zorluk çektiği, biz birbirimize karşı açıktık ve gizlemezdik kendimizi, bir de rol yapmadık, olduğundan fazla da göstermedik, birbirimizi rencide eden kapanmaz yara açacak bir söz dahi kullanmadığımızı hatırlamıyorum.
Dostum konuya şöyle girerdi; geçen aramızda tatsız bir şey yaşadık ya ben anlatamadım ya sen yanlış anladın veya benim üslubum senin kabul etmeyeceğin bir sertlikle ifade ettim diyerek, ortamı yumuşatır söküğü yırtığa çevirmeden dikmeye öncülük ederdi. Söküğü dikmezseniz yırtığa dönüşür, yırtıkta yama ile kapanır ama yama da her taraftan belli olur diye ben de onu destekler bir örnek verdiğim de, harika bir örnek diyerek onaylamıştı.
Biz yaşadığımız gerginliği tatlıya bağlar, arkasından mutlaka bir çilingir sofrası kurardık, o rakıyı çok severdi ben ise ben tam tersiydim ve daha önemlisi aramızda geçen tatsızlıkları ise ailelerimize hiç yansıtmazdık..
Yedi yıllık komşuluk yaptığımız süreçte haftanın en az iki günü ailece bir arada yemek yerdik ve bu görüşmelerde özel yemekler yapılırdı, herkes yöresini yemeğini ikram ederdi.. Dostumun karısı Necmiye çok güzel içli köfte ve köfte çeşitleri yapar ve Malatya mutfağına özgü fasulye yaprağı sarması olmak üzere bize unutulmaz lezzetler tattırırdı. Benim eşim de dostumun çok sevdiği özellikle ya gözleme veya kayseri mantısı yapardı; bunu cenazede Antalya Uncali mezarlığında dostumun yeğeni Ece de söyledi; Mehmet abi ne kadar güzel unutulmaz günlerimiz geçti; çok varlıklı değildik ama ne kadar iyi bir dostluk ve samimiyet vardı, hele o özel yapılan gözlemeler, mantılar, yemekler şen şakrak yemekler kadar o güzle kahkahalı sohbetleri özledim vallahi inan diye ah çekti, şimdi bunlar yok olmaya yüz tuttu dedi.
Ben dostumun birinci derece değil ikinci derecedeki yakınlarını da tanırdım, o da benim yakınlarımı tanımıştı.. İzmit’ten kalkıp Kırşehir’ in Çiçekdağ ilçesinin Beşikli köyüne kardeşimin düğününe gelmişti eşi ile bizi onura etmişlerdi ve iki sefer benim köyüme gezmeye gitmiştik.
Dostluğumuz sadece siyasi değil di böylesi güzel gelenekleri yaşayan, beşeri ilişkileri sürdüren ve paylaşan bir dostluktu bizimki.. Farklı görüşlerimiz birer zenginliğimizdi, ideolojimizin esiri olarak insana bakmadık.
İlk kitabımı yayınlandığımda Antalya’dan beni aradı ve seninle gurur duyuyorum dedi telefonda, beni yanıltmadın bir şeyler yazacağını ortak verdiğimiz sınıf mücadelesinde ve siyasi yaşamımızda görüyordum diye sohbetini sürdürürken meşhur tanımını tekrarladı: senin alt yapın güçlü sen duvarlara yazarak başladın yazarlığa dedi.
İşte bizim böyle bir kırk yıllık dostluğumuz vardı ve 6 Eylül 2017 tarihinde saat 09.20 de bende kayıtlı dostumun numarası yanıp sönmeye başlayınca ölüm telefonu olduğunu hissettim, alo dememle İlke Mehmet amca babamı kaybettik dedi..
Dostumun ölümünü bekliyordum bir haftadır yoğun bakımda yatıyordu ve dahası kötü olan bilinci kapalıydı, kızı İlke bana Mehmet amca babamın durumu kritik demişti hayata tutunması mucizeye bağlıydı.
Dostumun ablası emekli öğretmen benimde abla diye ettiğim Gülseren abla, tabutu işaret ederek Mehmet görmek isterimsin dedi, yok Abla görmek istemiyorum dedim onu son gördüğüm şekilde hatırlayım dediğimde, Gülseren abla da sağolsun beni anlayışla karşıladı.
6 Eylül de ölüm haberini Aldığım ve 7 Eylül de tabutunu omuzladığım son kez Antalya da vedalaştığım dostlukla biten ölümün adıdır MAHİR YEĞİN.
Mahir’i toprağa verip eşi, çocukları ve yakınlarıyla vedalaştıktan sonra; Ankara’dan cenazeye katılan fabrikada birlikte çalıştığımız uzun süredir de görüşemediğim Mahir’le de ortak dostumuz olan Ünver Uyar’a haydi çıkalım dedim ve Antalya da küçük bir yerde iki duble bir şey atıp sohbet ederek ortak dostumuz Mahirden ve yıllara dayanan unutulmaz dostluklarımızı bağlayan, anılarımızdan ve olaylardan bahsettik.
Sohbette benim spontane şu sözler döküldü dudaklarımdan, bu sözleri sosyal medya hesabımdan da paylaştım: Dostluklar ölümle bitsin yeter ki içinde ihanet ve istismar olmasın, dedim.
Vedalaştığımız ortak dostumuz Mahir’e diyerek son kadehimizi kaldırdık ve seyahat saatlerimiz uyuşmadığı ben İzmit’e Ünver Ankara’ya gitmek üzere ayrıldık.
Kırk yıllık biten dostluğun güzel tarafı ölümle sonuçlanmasıydı.
Güle güle sevgili dostum seni unutmayacağım ortak anılarımızla yaşayacağım çok güzel günlerimiz, aylarımız ve yıllarımız geçti.
Güvenmediğiniz veya güven vermediğiniz bir ilişkinizden dostlukta çıkmaz yoldaşlık ta bunu aklınızdan çıkartmayın.
İnsan ilişkisinin sigortası güvendir.
Güvenin alt yapısını oluşturan demode olmayan dürüstlüktür.
Gerisi teferruat.
Ölümle biten dostluklar acıdır ama çok güzel bir duygudur, ben bunu iki yıl önce kaybettiğimArif Agas ile şimdi de Mahir Yeğin ‘le yaşadım.
Etrafınıza bir bakın ölümle dostluğunu bitiren kaç kişi vardır?
Ölümle biten dostluklar unutulmaz tutkulu aşklar gibidir.
Ölümle sonlandırılan dostluklar sorgulanmaz ve lekesizdir.
Ölümle kaybedilen dostluklar meyvesini yediğimiz ağaç dikenleri hatırlatır bana.
Yorum Yap