- 10.08.2015 00:00
Bu yazımda size yeni bitirdiğim bitmesini de istemediğim akıcı ve heyecanlı dramatik bir aşk romanından bahsedeceğim,kitap okurlarına ve okurlarıma hararetle bu Romanı okumalarını öneriyorum.
Gerçekten ağdalı ve klişe sözleri pek sevmem, benim yazılarımı ve kitaplarımı takip edenler bilir ama bu roman için,övgü dolu edebi sözleri esirgemeden ve içimden geldiği kadar fazlasıyla hak ediyor içimden geldiği gibi yazacağım.Çünkü bu romanın yazarı bunu fazlasıyla hak ediyor.
Bir asra yakın bir tarihi olan gerçekten başucu denilen bir roman bu.. Okuyanın baş ucuna koymadan, okuyanın uykusunu bertaraf eden bitireceği bir eser olduğunu da baştan söyleyeyim, adeta sayfaları çevirirken daha kaç sayfa var diye bir söz aklınıza gelmiyor.
Ben hızlı okuyan birisi değilim, fakat bu Roman bana hızlı okumaya teşvik etti ve iki günde bitirdim 208 sayfa olan bu eseri..
Önce kitabı kısa tanıtayım ondan sonra romanın hikayesini anlatacağım.
Romanın yazarı:Reşat Enis,aynı zamanda bir gazeteci ulusal basınında çok gazetelerde çalışmış birisi.
Yayın evi:Evrensel Basın Yayın.
Hikaye 1935 ile 1937 yılları arasında geçer ve yazar bu romanı 1937 yılında yayınlar.
Romanı okudunuz da ilk aklınıza şöyle bir şey geliyor, bende öyle oluştu diyeyim;bu romanın bir erkek değil de bir kadın yazarın kaleminden çıkmış gibi geldi bana..
Neden bir kadın yazarın kaleminden diye sorarsanız; bir kadın bu kadar yaşadığı aşkları ve mahremini bir erkeğe anlatır mı, bunu çok düşündüm; aynı zaman da naçizane piyasada altı kitabı olan, edebiyatla uğraşan iki tane de roman yazmış birisi olarak,okurken böylesi düşüncelere daldım.
Bir erkek yazar, bir kadının aşklarını,mahremini ve hayalleri üzerine ne kadar kurgu yapar veya hayal dünyasında dolaşır, empati yapar bunu kestirmek çok zor.Kolay da bir şey değildir kadın duygularını bir erkeğin yazması,edebiyatta her erkeğin içinde bir kadın var denilse de.. Erkek kadını çok iyi tanımlayamaz ama kadın hem erkeği hem de kadını çok iyi tanır ve analiz eder, çünkü erkeği de kadını da dünyaya getiren kadındır.Bu romanın yazarı bunu yapabildiyse,yapmış gözüküyor ve çok büyük bir başarıdır;yine de bir kadının kaleminden çıkmış gibi bir endişem olsa da, yazarın yeteneğini teslim etmekten başka yapacağımız bir şey yok.
Büyük bir edebi eser kazandıran yazarı bana tanıtan ve okumama vesile olan yazar Selim İleri’ye de çok teşekkür ediyorum. Bu dünyadan göç etmiş olsa da, yazarın toprağı bol olsun..Üretenler ve eser bırakanlar ölmüyor yıllar geçse de, bir yerde karşınıza çıkıyor işte yazar Reşat Enis’te seksen beş yıl sonra karşımıza çıkmış Romanı gibi.
Romanın baş karakteri bir kadın ve adı da YILDIZ.Yıldız çok güzel yoksullukla boğuşan bir ailenin kızı İstanbul varoşlarında yaşayan, sürekli iş arayan bir kadın.Hangi iş yerine baş vursa hemen patron tarafından işe alınması isteniyor ama bakışlarıyla da Yıldız’a erkekler seni işe alıyorum ama bilesin ki sadece işinle bana katkı vermeyeceksin, tenini de bana vereceksin mesajını veriyor.Yıldız da bunları biliyor.
Aslında Yıldız güzelliğini ve yaşayacağı aşkını sorumluluk taşıyan, evine bakan ve kendisine sahiplenen bir erkekle paylaşmak istiyor ve böyle bir arayış içinde.. Kısa sürede istediği gibi olmasa da kendisinden çok yaş farkı olan bir kişiyle fabrika işçisi Osman’la evleniyor Yıldız. İşin talihsizliği evlendiği erkeğin Osman’ın çalıştığı fabrikada bir patlama oluyor ve çok işçi ölüyor, Osman da bu kazada iki gözünde de çok yüksek geçici görme kaybı yaşıyor, hekimler geçici bir kayıp diyorlar ama en az sekiz yıl sonra görebileceği söyleniyor.
Yıldız Osman’dan hamile, artık Osman çalışamayacağına göre evin geçimi,kirası Yıldız’ın omuzlarına yüklenmiş durumda, kendisine ve kör kocasına birde karnındaki dünyaya gelmek için yola çıkmış bebeğinin geleceğini düşünmektedir.
Bütün yaşadıkları zorlukların ve güzelliğinin farkında olan Yıldız,kendisini zor günlerin beklediğini de bilen bir kadın.Yıldız hem güzelliğinin farkında hem de cinsiyetinin bilincinde ama yoksulluk ve açlık ona istemediği,tenini kocasından başka bir erkekle paylaşmayı aklına bile getirmek istemiyor ama işsizlik ve yoksulluk onu istemediği yere doğru hayat zorluyor.Yıldız nereye bir işe baş vursa daktilo kullanmasını da bilmesine rağmen, mesleğini bile sormuyorlar Yıldız’dan,baş vurduğu her yerde hemen işe alınıyor, Yıldız’ın güzelliği her şeyin önüne geçiyor. Bunların farkında olan güzel kadın bakmakla mükellef olduğu bir kör kocası bir birde canından kopup dünyaya gelecek olan bebeğini düşünüyor.
Bütün bunların bilincinde olan Yıldız iş bulana kadar kör olan kocası Osman’ın tanıdığı bir zengin arkadaşına yardım için Sirkeci de işyeri olan, arkadaşının ofisine gitmeye karar veriyor,korkusu kendisini uyarıyor ama yapabileceği de bir şey yok.Durumu zengin olan adam Osman’ın başına gelen faciayı açmasıyla adam,hiç dinlemeden Yıldız’ın dudaklarına yapışıyor ve kanadana kadar emerek işinin halledip kadını kapıya koyuyor.Aslında bu tecavüze bir gün uğrayacağını biliyordu Yıldız ama kocasının samimi gözüken bir arkadaşından geleceğini hesap edememişti.
Bu taciz ve tecavüz olaylarını sadece Yıldız yaşamıyor hemen hemen tekstil sektöründe ve diğer iş kollarında işe başlayan veya iş arayan bütün genç ve güzel kadınların sık yaşadığı bir uygulamadır.
Yıldız’dan dinliyoruz genç ve güzel bir kız hayatının baharında daha 16 yaşındaki nişanlı Zahide’nin hayat hikayesi insanın yüreğini dağlıyor.
Fabrikanın posta başı Zahide’ye göz kor ve Zahide’yi hafta sonu makinelerin bakımını yapacaksın diye mesaiye bırakır.Sonu bilinen hikaye Zahide’ye tecavüz eder, Zahide bu yaşadıklarını kaldıramaz, kirlendiğini düşünür ve nişanlısına bunu anlatmayacağı için bunalıma girer, denize atlayarak intihar eder. Bu tecavüz olayı hala günümüzde süren kadınların en çok mağdur olduğu ve korkularının gündem de yaşanır olması,kadınların yaşadıklarının çağ değişse de, değişmediğini hatta artarak devam ettiğini bu eserde de görüyoruz.
Roman’ın en vurgulayıcı ve çarpıcı bölümlerinden birisi, Yıldız’ın altı aylık bebeğini ve kör kocasını samimi arkadaşı Melek’e bırakıp fuhuş sektörünün en pahalı ve getirisi olan Ankara’ya gitme hikayesidir..Fuhuş sektöründe kadın pazarlayan bir kadın aracıyla Yıldız’ın yolu Ankara’ya düşer.
Yıldız ara sıra arkadaşı Melek’e mektup yazıp bebeğini ve kör kocasını sorsa da, Yıldız Ankara’nın üst düzey bürokratlarıyla yatıp kalkmaktadır,bilinen polis baskınları zor duruma düşürür ama ne kadar para kazandığından pek bahsetmemektedir.Çokta ilginç insanının rüyasında görse inanmayacağı bir olayla karşılaşır Yıldız.. Bir bürokratla basıldığı evde, polis tarafından hastaneye sevk edilir zührevi hastalığı için, işi tesadüfü ya bu kadar olmaz denilen bir kişiyle karşılaşır, çocukluk arkadaşı doktorun kendini muayene etmesi ve doktorun Yıldız’ı tanımazlıktan gelmesi bir yerde Yıldızı rahatlatır.
Yıldız sokakta gördüğü oğlu Engin’in yaşında olan güzel kızlardan birini, oğluna gelin etmeyi hayal eder,oturduğu parkın karşısında oynayan güzel bir kız çocuğuyla ilgilenir, ona kaşkol,bere, kazak örer ve sever.. Bir gün o güzel kız çocuğunun annesi gelir,Yıldız’a ördüklerini bir torbada verir benim kızım koton bir kadının ördüklerini giyemez,komşuların hepsi biliyor diye sitem eder ve torbayı bırakıp gider.
Yıldız aradan yıllar geçer İstanbul’a dönmeye karar verir, altı aylık iken bıraktığı bebeğini ve kör kocasını emanet ettiği samimi arkadaşı Melek’e mektup yazar, döneceği tarihi ve saatini belirtir trenle geleceğini söyler.
Tren Haydarpaşa garına girince birde Yıldız ne görsün kör kocası Osman’ın görür olması, altı aylık bıraktığı Engin kocaman bir çocuk olmuş elinden tutmuş ve babasıyl tet tek vagonlarda annesini aramakta ama Yıldız’ın hiç hesabında olmayan, beklemediği bu manzara karşısında gözü gören Osman’ın koynuna giremeyeceğini, bu vücutla nasıl gireyim, her tarafım morluk,kızarık ve diş izleri içinde, Osman’a nasıl anlatırım diye trenden inmez,trenin tüm vagonlarını dolaşan Osman ve Engin gardan uzaklaşınca,kompartımanında inmeyen Yıldız’ın yanına kondüktör gelir ve bavulunu eline verir ve inmesini ister Yıldız’dan, Yıldız da Haydarpaşa garından uzaklaşır..
Burada yazarın romanın kurgusundan kopardığı olay, Yıldız’ın, kocası Osman ile oğlunun nereye gittiğinden hiç bahsetmez, bu da bir kopukluk yaratıyor roman açısından.
Romanın son bölümüne yansıyan ve Zonguldak’ta geçen çokta bilinen ve rastlanmayan, inandırıcılığı zor olan bir aşk öyküsü yaşanır ki, okuyanın kanını donduran bir hikayedir.
Yıldız Zonguldak’ta maden işçileşirinin sık takıldığı bir gazinoda çalışmaya başlar. Yıldız’ı tanıyanlar siyah elbiseli kadın olarak bilinir.Yıldız güzel albenili bir kadın ve her erkeğin koyununa girmek istediği afili bir dişi olmasıdır. Yıldız adını Ayfer olarak söyler,yörede siyah elbiseli Ayfer derler.Siyah elbiseli Ayfer yörenin kabadayısı yol kesen, zenginden alıp fakire dağıtan birazda psikopat bir tip olan Aliço’nun manitasıdır onunla aşk yaşar Ayfer. Aliço azılı bir katildir aynı zamanda, zengin Rum’un kellesini keser, sebepte Rumun ağzındaki dişlerin hepsinin altın olmasıdır,Aliço sonra ölür.
Madende çalışan bir arkadaşı Kaya’yı gazinoya davet eder Kaya pek gitmek istemez,nedeni ise Kaya’nın sevgilisi genç yaşta ölür onun yasını tutar bir yerde.Arkadaşı bir müddet sonra Kaya’yı ikna eder ve gazinoya götürür.. Kaya atletik yapılı uzun boylu ve her kadının gördüğünde etkilendiği ve bakmadan geçemeyeceği yakışıklı bir delikanlıdır .Gazinoda siyah elbiseli Ayfer Kaya’yı görünce gözünü Kaya’dan kaçıramaz ama Kaya karşılık vermez, aklı yasını tuttuğu sevgilisindedir.O gece hiç eğlenmeden Kaya eve gelir aradan bir zaman geçer,gazinoya takılan madenci arkadaşı Kaya’ya siyah elbiseli meşhur güzel kadın dün,gazinoda seni sordu benden nerede diye.Kaya yok canım..vallahi kadın sana tutulmuş oğlum.. Bir erkeği baştan çıkartan güzel bir kadından gelen haber Kaya’yı gazinonun müdavimlerinden olur.
Siyah elbiseli kadın Kaya’nın gazinoya geldiğini görünce ona hoş geldin edip şarkı söyler ve aşkın ilk işaret fişeğini patlatılır kadın, Kaya’nın daa karşılık vermesiyle yakınlaşma başlar.
Kadın Kaya’nı kendisine aşık olmasından pek memnun olmaz, kendisine bağlanmasını istemez,Kaya’ya Ayfer beni çok seviyorsun, dudaklarıma yapışıp kanatana kadar emiyorsun ama aramızda çok yaş farkı var, ben yaşlanınca benden soğursun der ama Kaya hiç oralı olmaz ve kadınla çok sık bir araya gelirler bu ilişki tutkulu bir aşka dönüşür.Kaya’nın siyah elbiseli bir kadına tutulduğu ve onla yaşadığı babası Osman’ın kulağına gider, baba Osman gazinoya gidip oğlunun aşık olduğu kadını görmek ister, uzaktan bir bakar ki ne görsün,gözünü ovuşturur olamaz der ama maalesef gerçektir..Oğlunun öz annesi, kendisinin de karısı olan Kaya ile aşk yaşayan Yıldız’ın ta kendisidir...Maden ocağında işçi arkadaşları Engin’e güçlü kuvvetli olduğu için Kaya isminin verirler.
Baba Osman günden güne asabileşir,üzülür,Kaya babasında olan bu halleri fark eder ve sorar, baba neyin var,Osman bir şeyim yok deyip geçiştirir.
Bir gün Babası Kaya’ya sorar gazinodaki siyah elbiseli Ayfer denilen kadını seviyor muşun, doğru mu?Evet baba, sevemez miyim bunda ne var der Kaya.
Birkaç gün sonra Kaya babasını bir fundalığın dibinde avuçlarıyla yüzünü örterek hüngür hüngür ağlarken bulur.
-Yanına oturur babasının omuzlarını sıkar,baba ne oluyor?
-Bana darılmadın ya,baba?
-Osman,boğuk bir sesle konuşur;demek onu seviyorsun..
-Bu bir suç mu baba!.Evet doğru bu suç mu,sevmek bir suç olabilir mi,diyerek titrer baba oğlu Kaya’nın karşısında.
Oğluna bu ahlaksız farkına varmadan yaşadığı aşkın gerçeğini bir ara Kaya’ya söyleyeyim der, ama bu mümkün değil deyip başka planlar düşünür.
Osman çevresine oğlunun annesiyle yaşadığı ahlaksız aşkın ortaya çıkmadan kapanmasının planını devreye sokmaya karar verir..
Ve o korkunç planı uygulamaya kor Osman ,ilkönce Kaya’nın kafasına bir kurşun sıkar oğlu öldükten sonra da, kalan mermiyi de kendi kalbine sıkar ve baba oğul kucak kucağa babanın elinde suç aleti olan tabancayla ölürler.
Roman böyle sonlanırken,siyah elbiseli kadını bir şafak vakti sırtına geçirdiği siyah tül elbisesiyle Ayfer’i maden ocaklarının civarında görürler.
Yorum Yap