- 8.01.2014 00:00
Gezi olayları başladığında Başbakan Erdoğan ve onun tetikçi esnaf takımından oluşan yazarları ve yandaş medyasının neler söylediğinin kısa bir hatırlatmasını yapalım..
Ne demişlerdi:
“Taksim direnişi bir çevre duyarlılığı değil,Silivri’yi boşaltma operasyonu demişler.”
“Bu olaylar bir askeri darbe provasıdır..”
Bu sloganlardan yola çıkarak bu bir ‘Yahudi ve faiz lobisi’ tarafından sahneye koyduğu oyundur, bu eylemlere katılanları da figüran, diye gezi olaylarının itibarsızlaştırmaya gitti Erdoğan ve onun yandaşları.
Erdoğan,biz bu olaylardan etkilenerek üç beş çapulcuya meydanları bırakmayız,gibi komplo teorileri türetilirken Gezi direnişi 79 ili saran ve her akşam saat yedide tam 79 ilde 5 milyon insan sokaklara döküldü ve tam üç ay aralıksız sürdü.
17 aralık operasyonu Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu olduğunu biliyor,Gezi direnişi gibi bu operasyonda bütün hesaplarını alt üst etti Erdoğan’ın ve onun beslemelerini.
Ülke gündemi bu operasyona kilitlenmiş ve Erdoğan bir valiyi görevden almaz iken,birden dördü yolsuzluk olmak üzere tam on bakanına görevden el çektirdi..
Peşinden bu operasyonu Erdoğan kendine karşı yapılmış bir yargı darbesi olarak anlatmaya başladı..
Yargıdan ve emniyet teşkilatından oluşan devletin içinde bir çete var, bu çete paralel bir devlet yapılaması içinde ve fark edemedik dedi.
Gezi olaylarında ise polisi kahraman ilan ediyor ve gurur duyuyordu destan yazdılar diyordu,yargıdan da sıkıntısı vardı ama kendisini ve hükümetini sarsan bir kararın altına yargı imza atmamıştı.
Yolsuzluluğun içinde olan bakan çocuklarının tutuklanması ile kamuoyunda oluşan büyük tepki karşısında Erdoğan bir şey yapmalıydı ve gündemi değiştirmeden başka bir çıkış yolu yoktu.
Bu yolu da baş danışmanı olan Ankara milletvekili yandaş gazetelerinden ikisinde günlük yazı yazan Yalçın Akdoğan’ın ”Milli Ordumuza Kumpas Kurdular” diyerek cemaati işaret etmesi oldu.Dikkat ederseniz Erdoğan, Akdoğan’ın bu tezine tepki göstermedi.
Bu söz birden 17 Aralık operasyonun ülke gündemindeki ateşini düşürür oldu..
Bize göre Yalçın Akdoğan’a ‘Milli Ordumuza Kumpas kurdular” tezini Erdoğan yazdırdı.
MGK’unda yapılan ilk toplantıda askerler başbakanın danışmanının orduya kumpas kurdular sözünü gündeme getirerek bu davanın yeniden görülmesini istediler ve hemen dava açtılar.
Peşinden Türkiye Barolar Birliği (TBB) başkanı da bunu gündeme taşıyınca peşinden Cumhurbaşkanı ve Başbakanlar görüşmeler yaptı,Erdoğan’ında bunu makul olarak görmesi Ergenekon ve balyoz davasından tutuklu ve tutuksuz subayların tekrar yargılanması gündeme oturdu.
Peki hedeflenen amaç neydi?
17 Aralık operasyonu Erdoğan’ı bir ittifak arayışına soktu ve en güvenilir müttefik olarak ta Erdoğan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu dış güçlerin oyunu diyerek askerleri seçti..
Kısmi olarak bu taktiği tutmuş gibi olsa da partisi ve çevresinde bu ittifaka çok büyük olmasa da tepkilerde görülmeye başladı.
Başbakan Ergenekon,balyoz davasında söyledikleri unutulur gibi değildi,üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğünü savundu hep..
Her yerde bir hukuku savunan devlet adamı gibi olay yargıya intikal etmiştir bırakın savcılar ve hakimler görevini yapsın,bağımsız yargı işini yapıyor,diye her ortamda bunu dillendirdi.
Hatta bu davalar için Türkiye bağırsaklarını temizliyor bu davarlın bir avukatı var malum bir parti derken,kendisini de bu davanın savcısı olarak ilan etmişti..Şimdi bu davanın avukatı oldu.
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu demokratik bir hukuk devleti şöyle dursun, kanun devletinde bile olmayacak bir manzarayla karşı karşıya bıraktı toplumu..
Başbakanın talimatıyla operasyonu yürüten savcıdan dosya alındı ikincisi olması gereken,gereken diyoruz çünkü bir mahkeme kararı var bu operasyon ise yapılamadı.
İkinci operasyonu durdurma ile Erdoğan yargıyı yürütmeye bağlayan bir süreci başlattı..
Çünkü ikinci operasyonun yapılması için mahkemenin kararı var savcının talimatını polis yerine getirmiyor..
Yani, ikinci operasyonda gözaltına alınması gereken tam 41 kişi var, bu kişilerden biri de Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan.Erdoğan demedi mi oğlumun üstünden bana gelmeye çalışıyorlar..
Eğer ikinci operasyon olsa idi hükümet düşerdi..
17 Aralık Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu konusunda MİT Nisan 2013 tarihinde üç sayfalık bir raporla Başbakanı bilgilendirmiş,içinde bakanlar ve yakınlarının olduğu bir rüşvet ve yolsuzluğun sürdüğü konusunda ama Erdoğan ciddiye almamış.
Birde Başbakan kamuoyuna 14 ay süren savcılığın sürdürdüğü gizlilikten kendisinin ve kurumların haberdar edilmedi, diye demagoji yapıyor.
Geline sürecin sonunda yargı kararı olmasına rağmen,tutuklu askerlerin tahliye edilmesinin yollarını ararken,rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu sürdüren savcıdan dosyayı aldırtıyor, operasyonu yürüten savcıları görevden alıyor, tehdit ediyor,savcıyı kastederek senle daha işimiz bitmedi diye.
Peki bundan sonra ne olur?
Ülke olarak ya AB standartlarında bir yargı reformu yapacak, ya da ülke tam bir siyasi ve hukuksuz bir kaosa sürüklenecek ve daha da derinleşerek sürecek.Meclis başkanı demedi mi,yargı çöktü diye..
Bu kriz siyasi bir krizden öte bir yargı krizi..
İşte Uludere’de askeri savaş uçaklarıyla katledilen 34 Kürt vatandaşının davasına, Askeri mahkeme takipsizlik kararı verdi.Bu karar Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığının belgesi olarak karşımıza çıktı.Roboski katliamının emrini Erdoğan verdi,onun için failleri ortaya çıkartılmıyor.
Başbakan bir taraftan devlet bürokrasisinde cadı avı başlatırken emniyet ve yargı içerisinde, bir taraftan da korku toplumu yaratıyor.
Ayakkabı kutusuyla protesto eden kadına anarşist muamelesi yapıyor,demokratik hakkını kullanan ve göz altına alınan herkesi terörist diye lanse ediyor.
Başbakan son geldiği noktada benim yolsuzluk ve rüşvetimi görmek istemeyen,suçu ne olursa olsun,isterse darbeci olsun ister hırsız fark etmez herkesle pazarlığa ve ittifak yapmaya hazırım mesajını veriyor.
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonun üstünü hangi kesim olursa olsun örtmeye kalkar, Erdoğan’la da suçunun pazarlığını yaparsa, bunun bedelini çok ağır öder sıfatı ve kurumu ne olursa olsun..
Şuan Türkiye Cumhuriyeti yargısı yürütmeye bağlı bir ülke olarak yönetiliyor..Darbeler döneminde bile böyle bir şey yaşanmadı.
Mahkeme kararlarını polis yerine getirmiyor, getirdiği anda Başbakanın oğlu yolsuzluk ve rüşvetten gözaltına alınacak durum bundan ibaret..
Darbecilerin yasaları ve kurumlarıyla ülkeyi yönetenler, darbecileri yargılayamaz ve sonunda hırsızlıklarının kapatma pazarlığını yaparlar.
Onun için diyoruz, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu Silivri’yi boşaltma pazarlığına dönüştü,diye..
Yazıyı bir soruyla bitireyim,Başbakan ve onun saz ekibinden oluşan tetikçi yazarları ve yandaş medyası Ergenekon ve balyoz davalarında ne konuşmuş ne yazmışlar, geriye dönüp bir okuyup ve dinlesinler!.
Yorum Yap