- 19.12.2013 00:00
Cumhuriyet tarihinde rastlanmayan bir yolsuzluğun İstanbul savcılığının talimatıyla İstanbul polisi tarihi bir operasyona imza attı 17 kasım 2013 tarihinde..
Hem de üçü bakan oğlu olmak üzere birisi bir kamu bankasının genel müdür ve birisi de AKP’nin İstanbul fatih ilçesi belediye başkanı ve çok sayıda üst düzey bakanlık bürokratı ve iş adamlarının sabahın köründe gözaltına alınmalarıydı.
Bu yolsuzluk operasyonunu basına yansıdığı kadarıyla tam 130 milyon dolar bir meblağa ya tekabül ediyordu.
Yolsuzluk iddiası da yenilir yutulur bir rakamlar değil,klişe deyimle yargıya intikal ettiği için fazla yorum yapmanın da zorluğu içinde kimseyi suçlu ilan etmeden,hassasiyetle konuşup yazmak gerekiyor..
Ama bu yolsuzluk iddiası ve göz altına alınanların sıradan bir yolsuzluk operasyonu olduğunu da söyleyemeyiz.
Bu yolsuzluk operasyonu Başbakanın kimyasını bozmuş gibi gözüküyor, belki de yerel seçimlerde AKP’ye sandıkta çok büyük bedel de ödettirecek gibi.
AKP’nin iktidara geldiğinde iddialı üç sloganı vardı ve bu üç sloganı üç “Y” üzerinden anlatıyorlardı“yolsuzluk,yoksulluk ve yasaklar” diye anlatırlardı, bunlar bizim değişmez üzerine gideceğimiz ilkeler diyorlardı ve haklı da bir slogandı.
Tabiî ki bu üç ‘Y’ i Başbakan Erdoğan anlatırken meydanlarda ve salon toplantılarında,parti kongrelerinde işaret parmağıyla orta parmağını bira araya getirip makas şekli verip, sesini bazen düşürerek bazen de yükselterek hortumları kestik işareti yapıyordu..
Hortumcu dediği kesimleri Erdoğan tarif etmezdi ilk zamanlar ama daha sonra bunların İstanbul sermayesi olduğunu yüksek perdeden tarif etti.
Bu yolsuzlukta öne çıkan en önemli bizim gördüğümüz biri başta üç bakanın oğlunun olması diğeri ise kamu bankası olan Halk Bankasının genel müdürü olmasıydı.
Halk bankasının ABD’de şubesi olmaması, ABD’nin İran’a uyguladığı para ambargosunu delme olarak bu banka üzerinden bir Azeri iş adamı aracılığıyla İran,Dubai ve Türkiye üçgeninde kara para aklaması olarak kullanılması dikkat çekici.Bu da banka sektöründe yeni bir krize neden olablir!.
Bir başka dikkat çeken bu operasyonda ismi geçen göz altına alınan bankanın genel müdürünün evinde kutularda saklı evinde 10 milyon doların bulunması..
Bir başka çarpıcı olan ise göz altına alınan içişleri bakanı Muammer Güler’in oğlunun evinde yapılan aramada, evinde 5 tane para sayma makinesinin ele geçmesi idi.
Böyle bir yolsuzluğun çıkacağını bir veya iki yıl önce yanılmıyorsam bir basın toplantısında Başbakan yardımcısı Bülent Arınç bir basın toplantısında, bu TOKİ başımıza bir iş açacak ama diyordu..
TOKİ ‘de çok büyük paraların döndüğü ama yazılıp çizilmiyordu, iddiaya göre TOKİ’de 50 ile 70 milyar dolar gibi bir para döndüğü ve imar rantının TOKİ üstünden sağlandığı idi..
Bir başka iddia ise son on yıldır yapılan kamu ihalelerini belli AKP’ye yakın şirketlere verildiği,bu ihalelerin başında da TOKİ’nin olduğu söylentisi çok yaygındı.TOKİ’nin bir devlet şirketi olduğu da unutulmamalı.
Bu operasyona Başbakan yirmi dört saat hiç ciddi bir açıklama da bulunmadı, sadece Konya’da yargı sürecinde deyip geçiştirdi..
Bir gün sonra yaptığı basın toplantısında bu Gezi direnişiyle başladı, bu olaylardan bir şey çıkmayınca uzantıları Türkiye’de de olan bağlantısı dış güçlere uzanan, devlet içinde yuvalanmış bir çete hareketi olarak tanımladı ve 14 ay dinleme yapılıyor ve bu dinlemeden hükümet ve operasyon yapan polisler amirlerine haber vermeden yapıyorlar diyerek,emniyet içinde bir kadro tasfiyesine gidilecek demesiydi..
Operasyon yapan başta 5 şube müdürü ve Türkiye genelinde olmak üzere 29 polis şefi görev yerleri değiştiriliyor veya pasif görevlere getirilmesi oldu.Hatta Başbakan bu emniyet içinde müdür operasyonlarının başka illere de sıçrayacağının işaretlerini veriyordu.
Peki başbakan neden bu operasyonun üzerine gidilmesi gerektiğini söylemiyor da,yolsuzluğun üstüne giden yargıyı ve emniyet güçlerini bu çetelerin üzerine gidilecek demesi,hukuk devletinde kabul edilir bir şey olmasa gerek.
Yolsuzlukları önlemenin iki yolu vardır,birisi denetim diğeri ise saydamlıktır başka türlü bunun üstesinden gelinemez..
Bu yolsuzluğu ve denetimi nasıl sağlarsınız bunun birisi özgür medya bağımsızlığı, diğeri de bağımsız yargının hiçbir etki altında kalmadan görevini yapmasıdır.
Başbakan son beş yıldır AB’den uzaklaşarak din ve mezhep üzerinden politikalarına ağırlık vermesi,özel hayata müdahale eder olması ve çoğunluk kavramını ortaya atarak, çoğulculuk kavramını devre dışı bırakması,dini otoriterleşmeye gitmesi,düşünce ve gösteri özgürlüğünü kendine yönelik her türlü demokratik talepleri bir darbe girişimi olarak yorumlamasıydı.
Gezi olayları bunun somut işretlerini vermesine rağmen bir türlü bunu kabullenmedi..
Kendisinin hoşuna gitmeyen eleştiri,görüş ve gösteriyi polisiye tedbirlerle bertaraf etmeye çalıştı,darbecilikle yaftaladı.
Hatta medya da kendine dostane eleştiri getirenleri bile gazetelerden kovdurdu,işsiz kalan gazetecilere iş ver dittirmedi,büyük bir sansür uygulamaya girdi.
Köşe yazarı böyle yazı yazamaz,gazeteci böyle haber yapamaz,yargı benim istediğim doğrultu da karar vermezse anayasal suç işler diyen bir anlayışa yönelmesi,seçimle iktidara gelmiş bir siyasetçinin demokrasi anlayışı olamazdı..
Bu anlayış olsa olsa askeri darbeler yoluyla yönetime el koyanların anlayışı olur ve hem içeride hem de yeryüzünde destek göremez.
Yolsuzluğu önlemek ancak demokratik bir sistem içinde saydam bir yönetim ve denetimle olur..
Hortumları kestim demekle hortum kesilmiyor.
Denetim ve saydamlığı devre dışı bırakan hortumları kesemez.
Parayı denetlemek insanın kendisini denetlemekten zordur.
Ortaya çıkan yolsuzluk operasyonu da beklenmedik bir şey değil..
Siyasetin bir rant olduğu yerde yolsuzluğu yok etmek kolay bir şey değil.
Bu tartışmalar ve gelişmeler şimdilik bir makaleyle anlatılacak ve bitirilecek bir şey değil,bu pilav daha çok su kaldırır.
Burası Osmanlı kültürünün devamı,Osmanlı da oyun bitmez diye bir deyim vardır.
Gün doğmadan daha neler doğar.
Yorum Yap