- 5.05.2013 00:00
Düşünce gri bölgelerde ararmış rengini.
Grinin tonunu ne kadar fazla tanıyorsanız o kadar insanı anlamaya çalışırsınız.
İnsan düşüncesinin rengimidir acaba?
Şu bir gerçek ki;insan doğduğu ve yaşadığı coğrafyanın rengini alıyor,yeşilin bol olduğu yerde yaşayan insanla çölde ve bozkırda yaşayan insanların rengi arasında tam bir zıtlık vardır.
İnsan rengini annesinden ve ırkından aldığı gibi, yaşadığı toprakların rengine de bakmalı,bu tez yabana atılacak bir düşünce olmasa gerek!Her canlı toprağının ve ikliminin rengidir ama bunun ne kadar farkındadır.
Bir zenci kadınla bir sarışın erkeğin evliliklerinden nasıl bir renkte çocuk dünyaya gelir,tersinden de bu soruyu sorabiliriz,kadın sarışın erkek Afrikalı olabilir!.
Danimarka da olmuş böyle bir evliliği ve televizyonda seyrettim;,kadın Sarışın tabi ki Danimarkalı, adam zenci dünyaya gelen çocuk ise tam bir çikolata renginde sevimli bir erkek çocuğuydu.Kadın Afrikalı erkek Danimarkalı olsa idi doğan çocuk sarışın mı olurdu?Bilemiyorum!.
Keramet çocuğa rengi veren kadının rahmi mi,yoksa erkeğin spermi mi?
Bu soru, deneye ve bilimsel açıklamaya gebe,en iyisi biz geçelim.
Bildiğimiz insanın dört renkten olduğunu biliyoruz;esmer,sarışın,kumral ve zenci olarak..insanın aklına da gelmiyor değil;acaba tarihte daha fazla rengi var mıydı insanın,insan soyunun yaşamında yoksa daha mı azdı?
Bozkırda sarışın olan erkeğe tüfü bozuk,kadına ise sarı çiyan,derler.İnsanoğlu farklılığını zenginlik olarak göreceği yerde hep ötelemeye gitmiştir,inananın da, inanmayanın da yaşamında mutlaka bir ötekisi vardır.
İnsan dilinin ve ırkının asimile edilmekte olduğunu küreselleşen çağda bunu öğreniyoruz.
Tüm insanların ortak rengi dişlerinin ve kemiklerinin beyaz, kanlarının ise kırmızı olmasının dışında,diğer organları değişik renklerden oluşuyor. Derinin insan hayatını altüst etmesini hiç düşündük mü?Kim rengini,cinsiyetini kendisi seçti ki.İşte görece renklerimiz.
Gözlerin,ele,siyah,mavi ve yeşil olduğu gibi.
Hepimiz desenli birer meleziz ama bir türlü derinin altındaki kırmızıdan oluşan eti göremiyoruz;Tanrı iç organlarımızı gören bir göz vermemiş bizlere yanlış olan bu olsa gerek.
İnsanlar her günü kendine göre,sevdiği veya sevmediği bir renge benzetirmiş.
Pazar gününü kimisi siyah olarak görürken,kimisi de yeşil olarak veya su renginde görürmüş,suya bakınca insan dinleniyor ya..
Pazartesini ise,bütün renklerin başlangıcı olarak görenlerde varmış..
Salıyı ise sarı olarak gören olduğu gibi,Çarşambayı bir başkası fosforlu renge benzetir; Perşembeyi perişan latan gün olarak görenlerde varmış.Perşembeyi gri bir renk olarak görenler şöyle bir benzetme yaparlarmış, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir,diye Perşembeyi bekleyenin olmadığı söylenirmiş.
Cuma gününün rengi ise sessizliğin içinde gizliymiş.
Cumayı, curcunaya yakın bir gün olarak görürlermiş sosyal insanlar;eğlenecekleri günün arifesi olduğu için.Hafta sonunu iple çekiyoruz denilen günün adı da Cumartesiymiş..
Mevsimlerin renklerini hava muhalefeti belirlermiş;kışın beyazla anılması,beyaz örtü kara parçası göstermiyor ağaçlarda beyaz gelinliğini giydi gibi güzel edebi tasvirler yapılır.Baharın yeşille,yazın grinin zenginliğiyle ve son baharın ise sarıyla anılması gibi.Son baharda bütün bitkilerin solması ve ağaçların yapraklarının sararması,yemyeşil yaprakların,yere düşün kuru gazele dönmesiyle, ağacın ise siğleye dönüşmesi gibi.
Sevdasını gazele benzeten aşık;kurudu bağlarım döndüm gazele/felek beni ipsiz bağladı merhametsiz bir güzele,der.
Aşkı ve cinselliği insan her yerde iradesinin dışında yaşar da bunu anlatamaz.Korktuğundan değil,korkarda bu ayrı bir konu ama ifade edememesi ise psikolojik bir analiz gerekir.
Kültürel zenginliğinizi başka toplumların zenginliğiyle karşılaştırmazsanız çok sığlaşırsınız.
Her toplumun örnek alınacak güzel benzetmeleri vardır kültürel boyutta.
Afrikalılar kültürsüz ve eğitimsiz insanı çizgisiz zebraya benzetirlermiş.
Doğada yaşayan ne kadar canlıların türünü ve farklı toplumların kültürlerini tanır ve özelliklerini öğrenirseniz;düşünsel hayatınızda karşılaştığınız bir başka kültür karşısında yabancılık çekmezsiniz.
Sanat ve edebiyatın farkı da buradan gelir.
Sanat ve edebiyat insanı anlama ve anlatma sanatıdır.
Dikkatlice okuduğumuz bir romanda,seyrettiğimiz bir filmde,yazılan bir şiirde,dinlediğimiz bir şarkı da,izlediğimiz bir tiyatroda mutlaka içinde bir aşk geçtiği gibi;renk,toprak,su,orman,hayvan ve insan psikolojisinin belirlediği yoksulluk ,hasret ile yaşamımız geçer ve anlatmaya/anlamaya çalışırız..
Rengimiz,ırkımız,cinsiyetimiz,mezhebimiz,inancımız ve sınıfımız ve mesleğimiz ne olursa olsun;hatta nereli olursak olalım her şeyi insan ve tüm canlılar üzerinden,doğanın kanunlarıyla yaşamımızı ifade ederiz.
Fakat bir türlü insanoğlu varoluşundan bugüne kadar yaşadığım ülke evim dünya ise memleketim,diyemedi.Tüm insanlığın ortak bir duygusu ve kültüre haline gelebilseydi yeryüzü,bu kadar kadar savşlarda insan ölürmüydü;sadece ikinci dünya savaşında 52 milyon insan öldü.
Vatan/toprak/ ırk/mezhep/din ve ideolojilerin esiri olduk gidiyoruz ama nereye kadar.
Küreselleşmenin önünü kimse kesemediği gibi son durağı da yok,tüm insanlık yol gibi birbirine bağlanıyor ve haberdar oluyor.
Yalnız bu küreselleşme ile çok şey öğreniyoruz ama sanal bir alemde de yaşandığımızı da görelim,deyip;bu konuyu bir başka yazı konusunda tartışmak dileğiyle,deyip ..
Bir akaryakıt tanker şoförünün hayat kadını ile arasında geçen ilginç seks öyküsü:
“Hayat kadınına işini bitirdikten sonra bu nasıl, A…ık buz gibi” der, tanker şoförü.
“İçine soba mı kuracağım ağzına sıçtığımın adamı, günde on kişi düzüyor beni, sıcaklık mı kalır bu a…da” der.
Yorum Yap