- 28.08.2023 06:24
Sivil toplum:
”Bütün varlığını ve anlamını devlet karşısında kazanan bir kavramdır.
Sivil itaatsizlik hareketi içinde askerin olmadığı, devlete rağmen ortaya çıkan, haksız uygulamalara hukuk üstünden ve evrensel değerlerden yaklaşan; bütün yasal yolları denedikten sonra girişilen yasadışı bir eylemdir.
Ancak yasadışı derken, eyleme girişmek ilke olarak yasadışı örgütlenmeyi, ya da eylemi savunmak değil,aynı zamanda bu eylem toplumsal demokratik bir taleptir ve eylem şiddete yönelmedikçe, yasadışı anlamına da gelmez.
Sivil itaatsizlik, “Anayasanın” ihlal edilmesi veya toplumsal taleplerin yok sayılmasında, kanunların demokratik taleplerin karşısında yetersiz kalmasında devreye girer.
İktidarlar toplumsal sorunları çözemedikçe, sivil itaatsizlik hareketlerini yasadışı gösterseler de, bu hareketler meşru bir eylemdir.
Sivil itaatsizlik gizli değil aleni-açık toplumun önünde yapılan bir eylemdir.
Demokrasilerde sivil itaatsizliğin asli özelliklerinden başında gelen ise şiddeti reddetmesidir.”
Biz toplum olarak yakın tarihimizde sivil itaatsizlik hareketini “Gezi olayları” ile yaşadık…
Gerçek özgürlüğün sahiplerinin ortaya çıkmadığı bir ülkede, “temel hak ve özgürlükleri savunan, çoğulculuk kavramını referans alan,bir sivil toplum eylemi de olmuyor.”
Sivil toplum bir kitle örgütü olduğu gibi aynı zamanda kendi içinde bir koalisyondur, farklı kültürleri ve düşünceleri barındırır.
Bizde de sürüsüne bereket adına sivil toplum dediğimiz; ”işçi ve memur sendikaları, meslek,iş veren ve esnaf kuruluşları” var ama sivil toplum demeye de şahit ister.
Bizdekilerinin neredeyse tamamı devlet güdümlüdür ve devleti yönetenler izin vermezse, eylem yapmak şöyle dursun, basın açıklaması bile yapamazlar.
Mevcut Memur sendikalarının üyelerinin “sendika aidatlarını” devlet ödüyor.
Ekmek elden su gölden misali,“memur sendikalarında aidatların akıbeti veya sendikacıların huzur hakkı gündeme bile gelmiyor.”
Üyelerinin aidatını devlet ödüyorsa, ona sivil toplum denir mi?
Ya işçi sendikaları çok mu farklı?
İşçi sendikaları da işçilerin ödedikleri aidatları denetletmedikleri gibi, sendikacıların kendi aralarında “ballı kaymak” dedikleri huzur haklarını, bir sır gibi üyelerinden ve kamuoyundan saklarlar ve kaç lira huzur hakkı aldığını işçiler bilmez.
Türkiye’de sendikacılık ve esnaf kuruluşları yıllarca yöneticilerin birer geçim kapsısı olurken, milletvekili olmak için de buraları bir sıçrama tahtası olarak kullanırlar.
Adına sivil toplum dediğimiz örgütlerin binlerce üyesi var ama kongrelerini 150-200 delegeyle yaparlar.
Demokratik olmayan bu delege sistemini hiçbir örgüt değişmesini istemiyor.
Tüm işçi ve memur sendikalarında, Esnaf, Ticaret ve sanayi odalarının başında sınırsız görevde kalıyorlar.
Örnek olarak TOBB ‘liginin başkanı olan Rıfat Hisarcıklıoğlu, kesintisiz 22 yıldır TOBB’un başında bulunurken, iktidarında en güçlü destekçisidir.
Bizdeki sivil toplum örgütleri, devlet refleksli hareket ettikleri için;özlük hakları için ücret sendikacılığı yaparlar ama toplumun farklı kesimlerinin talepleri karşısında üç maymunu oynarlar, ”Demokrasi ve hukuku” savunmazlar.
Örgüt içi demokrasi isteyenleri yönetimde olanlar muhaliflerini, bölücülükle hatta terör örgütü üyesi olmakla suçlarlar…
Hedef gösterdikleri bu kişilerin hayatlarını karartırlar yaşamlarını alt üst ederler.
Bu örgütlerin bazı yöneticileri askeri darbeleri savunan, askeri hükûmetlere bakan veren işçi sendikaları vardır.
Evrensel tanımını yaptığımız sivil itaatsizlik hareketine, bizdekilerinin hiçbirinin benzerlikleri var mı?
Garip olan, bizdeki sivil toplum örgütlerinin küreselleşmeden bir haber olmaları ve hala sanayi toplumunun kavramları, kurumları ve argümanları üzerinden sorunlara çözüm aramalarıdır.
Savaştan kaçıp ormanda kayıp olmuş Japon askerleri gibiler.
”Demokrasi ve Hukuk” toplum kesimlerinin ortak paydası olmadığı sürece…
İktidara gelen siyasiler kendilerine biat etmeyen toplumun muhalif olan her kesiminin önde gelen kanat önderlerini, gazetecileri, yazarları ve entelektüelleri:
”Omlet yapmak için kırılması gereken yumurtalar “olarak görürken, etkisiz hale getirmeye de devam edecektir.
Böyle olunca da…
Bizde toplum talep etmeyince evrensel anlamda bir sivil itaatsizlik hareketi de ortaya çıkmıyor…
“Devleti Yönetenler” ülkeyi yönetmekte zorlanmıyorlar ve uzun dönem iktidarda kalıyorlar.
Olanda yoksul halk kitlelerine oluyor…
Bu ülkede değişmeyen ve vatanını çok seven siyasetçi, silahlı ve sivil bürokrasi zenginleşirken, vatandaşa düşen ise, hukuksuzluk, açlık ve yoksulluk kader olarak kabul ettirilip, şükür çektiriyorlar.
“Ordu ile siyaset yapan siyasi gelenek bizde bozulmadıkça, mafyayı iktidar ortağı yapan bir siyasi anlayış iktidarda olduğu sürece…”
Toplum olarak bizim kaderimiz “demokrasi ve hukukla” kesişmeyecek.
Sivil toplumun ortaya çıkışı toplum kesimlerinin “zenginlik ve özgürlük talepleriyle” ortaya çıkıyor.
Gelecek yazımda, sivil toplumun tarihsel olarak ortaya çıkışı ve tartışmaları üzerine devam edeceğim.
Yorum Yap