Bizi kim dövdü?

  • 27.06.2013 00:00

 Herkes fili tutuğu yerden tarif ediyor. Fakat tarifleri bir araya getirince herkesin işte bu fil diyeceği bir biçimden çok dışavurumcu yaklaşımın tarifi zor bir mahlukatı ortaya çıkıyor. Bir eylem, eyleme katılanlarca hem Kemalist, hem anti-kapitalist, hem devrimci, hem gençliğin başkaldırışı, hem şiddete karşı, hem çevreci olabiliyor (siz de birkaç şey ekleyebilirsiniz). Hem Hürriyet’in desteğini alabiliyor hem Ulusal Kanal’ın hem Taraf’ın; hem Birgün’ün, “Sol”un hem “de örneğin PKK çizgisindeki Firatnews’in. Hem Gazi Mahallesi’nin hem Bağdat Caddesi’nin. Öyle ki araştırma şirketlerinin sonuçlarına bakarsak içlerinde yüzde 2’ye yakın AKP’ye oy atmışlar var (neredeyse Perincek’in İP’lileri kadar). Dünyanın merkez medyası da eyleme sempati gösteriyor, belli başlı büyük devletleri de. 


Genel görünüme bakınca kolay anlaşılabilir, anlatılabilir bir durumla karşı karşıya olmadığımız çok ortada. Peki gerçekten anlaşılamaz mı, anlatılamaz mı? Bunu konuşmaya başladık bile. Belli ki daha çok konuşacağız ve bunda sınırsız yararlar var. Konuşmaya başladığımızdan beridir ki kaotik toz-gaz bulutları biraz biraz dağılmaya başlıyor. Farkediyoruz ki hemen hiç kimse pozisyonunu değiştirmiş durumda değil. Tavırda küçük değişiklikler olsa bile duruşlar aynı. Katılanların tamamı kendi haklılığını iddia ediyor ve diğer katılımcıların pozisyonunu küçümsüyor. Tam karşısında bulunanlarla aynı çerçeve içerisinde görünmek istemiyor. Örneğin kimse Gölcük depreminde yardıma koşan Yunanlılar için söylenen “gördük ki onlar bizim dostlarımızmış” sonucunu çıkarmış değil. Bence bundan sonra da çıkarmayacaklar. Sizce? 

Bu yaklaşıma ters düşen bir şeyler de oldu ama. Fenerbahçelilerle Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar aslında dost olduklarını öğrendiler. Bir şey ise henüz olmadı: Bu takımları tutan aslen politikaya ilgisiz büyük gençlik kütlesi nasıl olup da başbakanlık ofisinin karşısında elinde taşla saldırıya geçtiğini henüz anlamadı.

Kimsenin, hatta onun için eylem yapanların bile daha önce ilgilenmediği Gezi Parkı’ndan nasıl böyle kolay tarif edilemez bir toplumsal “şey” çıktı? Anlamaya çalışalım... Bu yazıyı okuyanların süreçleri bildiğini tahmin ederek tekrar yapmak istemiyorum. Şunları söylemek istiyorum:

1- Gezi Parkı eylemcileri sanal dünya ile çok ilgililer. Yapılan araştırmalar katılımcıların neredeyse tamamına yakınının olayları sosyal medyadan ya da internetten öğrendiklerini söylüyor. Birbirleriyle oradan haberleşiyorlar, gelişmeleri oradan takip edip ona göre tutum alıyorlar. Bu durum kuşkusuz sanal dünyanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Tabi büyük çoğunluk bunun boyutunu bu olaylar nedeniyle şimdi öğreniyor. Oysa reklam sektörü bunu çok önceden keşfetti. Üstelik diğer mecralara göre çok daha ucuz ve çok daha denetimsiz. Sosyal medyada dizi dizi profesyoneller oluştu. Anlaşılıyorki bu profesyoneller (belki de “gönüllü” olarak, günahlarını almayayım) “reklamın aklı” ile hareket etti. Uzan gibi hiç bir politik geçmişi, bütünsel bir siyasi fikri olmayan birinin yüzde sekiz küsurat oy almasına önemli ölçüde bu sektörün neden olduğunu hatırlayalım.

2- Gezi Parkı eylemcilerinin önemli bir çoğunluğu CHP meyilli, kalanı ise CHP’nin dışındaki sola meyillidir. Buradaki solun ortak paydası laikçiliktir. Öyle ki BDP eyleme destek verdi ama Kürtlerin önemli bir çoğunluğu destek vermedi, Taksim’de BDP mitinglerinden tanıdığımız geleneksel kıyafetleriyle kadınlar yoktu. Disk destek verdi, işçiler yoktu. Kadıköy, Maslak-Şişli Plaza hattı, Beşiktaş eylemlerdeydi, Bağcılar yoktu. Onlar bir şekilde orada olmamaları gerektiğini hissettiler. Anti-kapitalist müslümanları saymazsak (onlar özel ilgiye değer) bir dizi nedenden dolayı Türkiye tipi laikliği güvence sayan Aleviler de oradaydı. Katılımcı Kürtlerin Alevi olup olmadığı bence araştırmaya değer bir konudur. Şimdiyse Gazi Mahallesi ve Okmeydanı katılımcıları nedeniyle yalnızca tahminde bulunabiliriz.

3- Sosyal yaşam yaklaşımından farklı ve bütünsel bir sistemin parçası olan Türkiye laikliği sınıf farkı engelini bu eylemle etkisiz hale getirdi. 28 Şubata giden süreçte bir flört başlamıştıysa bile hiç bir zaman bu kadar açık ve etkili hâle gelmemişti. Aynı şekilde laikçi olmayan kesimlerde de bir kenetlenme gerçekleşti.

4- Geleneksel politikalar etkisiz kaldı. Beğenelim, beğenmeyelim kökleri bu topraklarda olan, geçmişi olan, tarihsel gelişimlerini, evrilmelerini, bugünkü hallerini ve potansiyellerini bildiğimiz siyasi partiler, hareketler bu süreci öngöremediler bile. Sonradan eklemlendiler ve içine girdikleri halde yönetemediler. Daha önce kendisini hiç göstermeyen bir kesim sahneye çıktı. Kendi tanımlarıyla apolitiktiler ya da herhangi bir politik takipçilikleri yoktu. Nasıl bir şeye kalkıştıkları, sonucunun ne/neler olabileceği, ne zaman bitirmeleri gerektiği, aslında ne istedikleri konusunda belirgin bir fikirleri yoktu. Bir fikir oluşturmak için neler yapmaları gerektiğini de bilmiyordular. Duvarlara yazdıkları ya da haykırdıkları sloganları siyasi literatürden çok tribünlerden beslenmekteydi. Atkıları ve formaları da tribünlerden gelmeydi. AVM’ye karşı şeyler söylüyor olabilirdiler ama sanki oradan çıkma gibiydiler. Onlar bu sistemin iyi çocuklarıydı. 

5- Solun her türü Taksim Gezi’ye koşarak gitti. Övgüler düzdü. Hiç hesapta olmayan bir kitle hareketi şans bu ya kapıya kadar gelmişti. Geçmişini doğru dürüst değerlendirememiş, buna niyetlenenleri afaroz eteye yeltenmiş sol, bir kez daha politikanın öznesi değil nesnesi olduğunu kanıtladı. Gezi’nin apolitikleri gibi davrandı, ilkeli duramadı. Gezi dedi, ağaç dedi, polis şiddeti dedi, bir ara devrim diyenler oldu, hükümet istifa dedi. Onlar da geniş Gezi yığınları gibi Kürt barışı ve anayasa sürecini es geçiverdiler. Halk yoklamasını küçümsediler ve belkide en önemlisi bu sürecin sağlıklı çıkışı gibi görünen demokratik tartışmaları “tartışmaya gerek yok, biz her şeyi biliyoruz (bkz: öncü parti)” yaklaşımlarıyla yine kendileri bloke ettiler. Bu sürecin en hayırlı sonucu olabilecek olan park toplantıları siyasal gösteriye kurban gitti. Umarım yanılıyorumdur.   

6- Medyatiklik benim tanık olduğum zamanlarda ilk defa bu kadar öne çıktı. Popüler sanatçılar halk temsilcileri gibi sahne aldı. Medya onları teşvik etti, gösterdi, konuşturdu. Sırf onlar değil katılımcıların tamamı merkez medyaya ve hatta “uluslararası merkez medya”ya çıktıklarının bilincindeydiler. Önemli oluyor, tarih yazıyorlardı. 

7- Hükümet ve destekçileri ilk başlarda deyim yerindeyse abondone oldular. Ne yapacaklarını bilemediler. AKP yumuşak mesajlar vermeye çalışırken Erdoğan sertliği tercih etti. Yumuşadığında düşeceğini hissetti (maalesef bence de doğru bir his). Süreci sertleşerek yönetmeye çalıştı, yüzünü biriken karşı öfkeye yöneltti. Karşılığını da buldu.

8- Yukarıda yazdıklarımdan kuşku duymuyorum. Belki atlamış olduklarım olabilir. Ben de başka yazılardan okur, öğrenirim. Şunu söylemeden geçemeyeceğim ama, benim değindiğim bu tablo beni başlı başına bir sonuca çıkaramıyor. Bir taraflar eksik kalıyor. Giderek sönümlenmekte ve geriye kötü (bence) bir tortu bırakmakta olan bu eylemin en önemli yönü barış sürecine duyulan öfkenin dışa vurumudur. Çünkü iddia edilen şekliyle yaşam şekline kısıtlama, buyurgan olma vb’ler Kürt barışının yanında çok rafine sorunlar gibi geliyor bana. Bu gözüküyor ama buna açık seçik tepki gösteren geleneksel faşist, ulusalcı çevrelerden daha değişik kesimler beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı. Bizim farkında olmadığımız, belki kendilerinin de farkında olmadığı kesimler ön aldı. 

Tamam dünya artık giderek küçük bir kaya parçası ama merak ediyorum işte, bizi tam olarak kim dövdü?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.