- 9.01.2012 00:00
Onları tanıyorsunuz. Kim mi onlar?
Asker gazeteciler. Ayağında postal, omuzlarında yıldızlarıyla, “yıldızlı gazeteciler”. 12 Eylül darbesinin ardından ortaya çıktılar. 28 Şubat’ta “yıldızları” parladı. Gerçek yüzlerini kamuoyuna göstermeye başladılar.
Güçlülerdi... Her şeyi yapmaya muktedir...
Hükümet kurup, hükümet yıkıyor, irtica ve bölücü avıyla, emir-komuta zinciri içerisinde üslerinden aldıkları emirleri tek tek yerine getiriyorlardı. Karargâh’ın bir işareti yeterliydi onlar için. Önce tekmil, ardından işaret edilen noktaya, “nokta” operasyon yapmak için yetiştirilmişlerdi.
Bu ülkenin muhafazakârları mı yok edilecek, Kürtler mi hedefe konacak, aydınlar mı linç edilip, ölüme götürülecek... Hazır kıta bekliyorlardı.
“24 saat göreve hazır” mantığıyla yetiştirilmişlerdi. “Acil durumlar” onların işiydi.
Önce “doldur boşalta” gidiyorlardı. Kendilerine verilen mühimmatı hücum yeleklerine koyuyor, mermileri şarjörlerine dolduruyor, göreve, nöbete gidiyorlardı. “Kıtaları” belirlenmişti. Nöbet çizelgeleri karargâhta hazırlanmıştı.
Görev “silahsız kuvvetlerin” yani kendilerinindi.
Mermiler manşetlerden boşaltılıyordu. Ustalardı. Atış talimi eğitimini iyi almışlardı. Başarılıydılar da. Hedefi 12’den vurmada mahirlerdi. “Bin yıl sürecek” kavganın keyfini sürmek, rantını yemek, çocuklarına, torunlarına “cephe savaşında” yaptıklarını miras bırakmak istiyorlardı. “Vatan elden gidiyordu.” Vatan savunmasında her şey “mubahtı”.
2003-2004’te de görev başındaydılar. 367 tartışmalarında, 27 Nisan muhtırasında görevlerini yapmanın huzuruyla “ışıkları kapamış”, huzur içinde başlarını yastığa koymuşlardı.
Taraf’ta yaptığım haberlerle bir kez daha ortaya çıktılar. Onlar için her yazılan, her ortaya konan belge, “yalandı”. Gerçeği, gerçekleri yalanlamak için var güçleriyle çalıştılar. Karargâh kıbleleri, kalemler süngüleri olmuştu.
Aldıkları psikolojik harp eğitimini sonuna kadar kullandılar. Başaracaklarına o kadar inanmışlardı ki tüm stratejilerini “yok etme” planı üzerine kurdular.
Şimdilerde yayın yönetmeni olan birisi, İlker Başbuğ Kara Kuvvetleri Komutanı’yken kendisini telefonla aramıştı. “Paşam, şu sizin meşhur fotoğraf var ya onu medyaya şu gazeteci sızdırdı” diyerek ajanlık rolüne bile girmişti. Gazeteci miydi, ajan mı bilinmiyordu.
Bununla da yetinilmemiş, yine İlker Paşalarına “Paşam, Taraf’taki şu isimsiz haber var ya, onu Mehmet Baransu yazdı” demişlerdi. Hele birisi, “dost görünümlü şeytan”, Balyoz haberi henüz Tarafgazetesinde çıkmadan, paşasını karargâhta ziyaret etmiş ve “Taraf’ta Balyoz darbe planı yayımlanacak” ihbarında bulunmuştu.
Zeki olduklarını zannediyorlardı. Olayları bilmediğimi, bilemeyeceğimi, haberimin olmayacağını düşünüyorlardı...
Yanılmışlardı... Tıpkı daha önce yanıldıkları gibi... Tıpkı her haberimi yalanlamak için aldıkları emirler gibi...
Bugün ortalıkta görünmüyorlar. Ortalara çıkmıyorlar. Ara ara aldıkları “psikolojik harp planlarını” devreye sokuyorlar. “Cemaat-Baransu” kullandıkları en popüler teknik. Bu kara propagandalarını ciddiye almadığımı görünce de çıldırıyorlar.
Herkesi kendileri gibi zannediyorlar...
Dedim ya şu sıralar ortalıkta yoklar. Çünkü söyleyecek lafları yok. Dağlıca, Aktütün, Andıç, İnternet Andıcı, Balyoz, İrticayla Mücadele Eylem Planı, Lahika.... dediğimde, susuyorlar. Söyleyecek lafları yok. Çünkü yalan dedikleri her haberin, doğru olduğunu bugün görüyorlar.
Dün de biliyorlardı. Ancak, beyinleri, ruhları görevleri icabı her gerçeği yalanlama üzerine programlanmıştı.
Bugün suskunlar. Tıpkı yarın susacaklar gibi...
Kim mi susacak olanlar?
Onlar da iktidarın gazetecileri. İçlerinden bazıları da MİT’çiler. Bugünlerde kendisini “İslamcı”, “muhafazakâr”, “dindar” olarak tarif ediyorlar. Hükümete yakın isimler...
Dün asker gazeteciler gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyorlardı, bugün onların yerini bu “arkadaşlar” aldı. MİT’i savunmak için girmedik kılık bırakmadılar. Hükümete söyleyecekleri bir tek laf yok. Gerçekler karşısında “suskunlar”.
Yok aslında asker gazetecilerden farkları. Dün onlar gerçekler karşısında psikolojik operasyon yapıyorlardı, bugün kendileri. Dün onlar ne kadar ahlaksızca işler yapıyordularsa, bugün kendileri aynısını yapıyor. Gerçekleri konuşmaktan, yazmaktan çekiniyorlar. Tıpkı dün gibi... Tıpkı dünküler gibi...
MİT demişken, MİT’çi gazetecilere, kendilerini muhafazakâr ilan edenlere, hükümete laf söyleyemeyenlere şunu hatırlatayım... MİT haberimin de arkasındayım. Tıpkı ilk günkü gibi...
Asker gazeteciler bugün nasıl sustularsa, siz de susacak ve konuşamayacaksınız. Çünkü yok birbirinizden farkınız.
mbaransu@gmail.com
Yorum Yap