Üstü başı, ağzı burnu yağ, salça, yemek lekeleriyle dolu bir halde masaların etrafında dolaşarak eline geçen her şeyi avuç avuç ağzına tıkıştıran, sürekli yemek isteyen; devlet rantlarından oluşan açık büfe başında kalmak için her türlü iğrençliği yapan, ömür boyu zıkkımlanmak ve hırsızlığa devam etmek için her rezilliğe, ahlaksızlığa temayüllü, utanmayı unutmuş, hayâsızca yalan söyleyen bu sakil insan topluluğunu izlemek bunaltıyor insanı.
Ellerini sürdükleri her şeyi kirleterek, hayatı lekeli bir peçete gibi buruşturup duruyorlar.
* * *
Genç bir yazar dostumun elektronik mesajı tam da bu bunaltıyı yoğun biçimde hissettiğim sırada geldi.
Oksijen ormanlarına girmiş gibi oldum.
Güncel olduğu için; dünyanın en saygın edebiyat ödüllerinden biri olan ‘Man Booker'un ve bu ödülü kazanan yazarlardan bazılarının hikâyesini çok eğlenceli bir şekilde anlatıyordu:
“Man Booker İngiliz dünyasının en prestijli edebiyat ödülü. Başlangıcında sadece Zimbabve, İrlanda ve Komonvelt ülkelerinin vatandaşlarına verilirken, 2013 yılından itibaren İngilizce yazılan tüm romanları kapsayan bir rekabete dönüşmüş durumda.”
Man Booker ödüllü yazarların hikâyelerini okurken, bizler metan gazıyla şişmiş çöp yığınlarına mahkûm yaşarken, onların dolaştıkları sanat bahçelerine gıpta ettim.
* * *
“Eleanor Catton'un 800 sayfanın üzerindeki romanı The Luminaries, gezegenler, ay ve güneş hareketleri ile insan davranışları arasında ilişki kuran astrolojik bağlamı kullanarak klasik gizem romanlarına modern bir ironiyle yaklaşıyordu. 28 yaşında bu ödülü kazanan Eleanor Catton, Man Booker'a ismini yazdıran en genç yazar olarak tarihe geçti. Kazandığı popülerliğin ardından yeni yazarlara ‘yazmaları değil ama okumaları ve okuduklarından elde ettikleri kazanımları meslektaşları ile paylaşmaları' için bir burs oluşturdu.”
* * *
“Kazananın 50.000 sterlin aldığı Man Booker ödülüne 2015 yılında damga vuran A Brief History of Seven Killings romanı oldu. Jamaika İngilizcesiyle sarmalanmış olan bu metin, 1976 yılında ünlü Reggae müzik yıldızı Bob Marley'e yapılan bir suikast denemesi ekseninde Jamaika'dan New York şehrine uzanan mafyatik ilişkilerin şiddet yüklü bir portresini sunarak Jamaika'nın karanlık yüzünü açığa çıkarmaktaydı. Şimdilerde diziye dönüştürülmesi düşünülen eser, yazarının ‘öğrencilerime öğrettiğim tüm yaratıcı yazarlık kaidelerini yıktım' demesini haklı çıkaracak biçimde her biri bir şarkı adı olan bölümlerinde yoğun Jamaika argosu kullanımı, 60 adetin üzerindeki karakteriyle takdir edilen çok sesliliği ve epik yapısının içinde sayfalarca süren cümleleriyle oldukça hırslı bir deneysellik içermekteydi. Böylece ilk defa bir Jamaikalı yazar Man Booker'ı kazanmış oldu.”
* * *
Ülkeyi bir mezraya dönüştürüp ömür boyu talan etme peşindeki bu sefil suç örgütünün düzeysizliğinden, yalanından dolanından çok sıkıldım…
İyi ki dünyalı genç yazarlar var…
İyi ki dünya var…
İyi ki edebiyat ve sanat var.
Yorum Yap