- 30.01.2016 00:00
Önceki gün, önemsediğim bir haberin okur nezdindeki karşılığını araştırıyordum… Ne kadar okunmuş, okunma sıralamalarında yer almış mı diye bakıyordum.
O sırada ‘Yolsuzluk Algı Endeksi’nde paldır küldür yuvarlanmaya devam ettiğimizi gördüm.
Türkiye, 168 ülkenin değerlendirmeye alındığı 2015yılı ‘Yolsuzluk Algı Endeksi’nde, üç puanlık gerileme ile iki basamak birden düşmüştü.
Haberde bu yuvarlanışın bir yorumu da vardı:
“Türkiye, 2014 yılında yaşadığı dramatik düşüşle son 6 yıldaki ilerlemesini sıfırlamasının ardından, bu yeni düşüşle de olumsuz konumunu sürdürmüş oldu.
Puanı yanında ülke sıralamasında da iki sıra daha düşüş yaşayan Türkiye, 2014 yılı endeksinde 64. sıradan 66. sıraya düştü.
Açıklamaya göre, Yolsuzluk Algı Endeksi sıralamasındaki bu düşüş, son yıllarda ilerleme olarak belirtilen tüm reformlarda bunların tersine ve olumsuz olarak değerlendirilen bir gerilemeye işaret ediyor.”
Durumumuz açıkça ortada.
***
17-25 Aralık ve sonrasında yapılanlar aklıma geldi.
Yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlatılan soruşturmadan sonra siyasal iktidar, öncelikle Adli Kolluk Yönetmeliği’nde bir değişiklik yapmıştı.
Bir cümlelik yönetmelik değişikliği ile ‘zorunluluk halinde’ bile artık cumhuriyet savcılarının polise görev ve yetki alanı dışında operasyon yaptırma yetkisi kaldırılmıştı.
Daha sonra bu değişiklik Danıştay’dan döndü.
***
‘Anayasaya karşı hile’yi de o dönemde gördük.
HSYK’yı ‘yürütme’ye bağlamak için anayasaya aykırı olduğu bilindiği halde bir yasa çıkarıldı ve Anayasa Mahkemesi’nin iptali halinde bile uygulamalar geri dönmeyeceğinden HSYK hallaç pamuğu gibi atıldı.
Sulh Ceza Hâkimlikleri denen ‘tek kişilik’ mahkemeler de bu dönemin büyük icadı olarak doğdu.
Adalet sisteminin ‘yönetenlerin’ sorgulanmasını önlemek amacıyla içine düşürüldüğü hazin durum böylece ortaya çıktı.
***
Peşine düştüğüm haber de tam bu nedenle ilgimi çekmişti. Haberin başlığı şöyleydi:
“Adalet Bakanı istifa etti.”
Besleme basın tarafından sessizce geçiştirilen bu haberdeki bakan, doğduğu Fransız Guyanası’nda fırtınalı bir gençlik geçiren Fransız Adalet Bakanı Christiane Taubira idi…
13 Kasım Paris katliamları sonrasında Fransa’da ‘acil durum’ adı altında Olağanüstü Hâl ilan edildi… Ardından geniş bir mutabakatla Meclis bu yasayı üç ay daha uzattı.
Ancak daha sonrasında uygulamalar geniş bir eleştiri dalgasını da beraberinde getirdi.
Siyasal iktidarın hoyratlaştığı, temkin ve denetimden uzaklaştığı söylendi. Tepkiler arttı.
***
Sonrasında Fransa’da terörle mücadele kapsamında yapılması planlanan tartışmalı anayasal değişiklikler gündeme geldi.
Terör suçlarından hüküm giyen çifte vatandaşların Fransız vatandaşlığının geri alınması söz konusuydu.
Cumhurbaşkanı François Hollande’ın önerisi olan bu tasarıya birçok noktada Adalet Bakanı Taubira karşı çıktı. Yapılacak düzenlemelerin yanlış ve Cumhuriyetçi değerlere ters olduğunu söyledi.
Tasarının Meclis’te görüşüleceği gün de istifa etti.
***
Fransa sallandı, Sosyalist grup kendini ayakta alkışlayarak uğurladı, sağcılar da bayram etti…
Bu istifanın solda yeni bir ayrışmanın işaret fişeği olup olmadığı tartışılır oldu.
Adalet Bakanı, ‘derin ayrılıklar’ nedeniyle hükümetten istifa ettiğini vurguladıktan sonra bir de tweet attı:
“Bazen direnmek kalmaktır, bazense gitmektir.”
***
63 yaşındaki Fransız eski Adalet Bakanı’nın hayat hikâyesine ve eğitim kalitesine baktım.
Etkileyiciydi…
Ama beni daha da çok etkileyen tarafı ilkelerinden taviz vermeyen siyasal duruşu ve ahlâkı oldu…
Acaba dedim, 17-25 Aralık sürecinde buralarda olsa ne yapardı?
Bir de, neden bizden hiç böyle bakan çıkmıyor diye düşündüm.
Bazen, tek bir istifanın iki toplum arasındaki büyük farkları ortaya koyabileceği geçti aklımdan.
Üzüldüm.
Yorum Yap