- 2.10.2011 00:00
Dün sokağın gündeminde elektrik ve doğalgaz zamları vardı; Ankara’nın gündeminde ise meclisin yeni yasama döneminin başlaması.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün konuşması ve BDP’lilerin yemini ile başlayan yasama döneminin en flaş gündemi de şimdilik anayasa olacağa benzemekte...
Ancak...
Yeni bir anayasa için kolları sıvar gibi gözüken meclisin bizzat kendisi de 12 Eylül rejiminin ürünü.
12 Eylül rejiminin siyaset kurumu, kendinin ruhen ve şeklen beş darbeci general tarafından biçimlendirilmiş olmasının ortaya çıkardığı çok ciddi çelişkiye aldırmadan, 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmeye girişmesi ne kadar tutarlı ve kapsamlı olacak?
Aslında bu çelişki köklü bir şekilde giderilmeden meclis ne kadar halkın, ne kadar devletin meclisi sayılabilir?
Çünkü 12 Eylül rejimi, halktan kopuk Birinci Cumhuriyet’e uygun bir zihniyetle siyasal sistemi ‘devlet meclisi’ etrafında dizayn etti, bütün yasaları ona göre çıkardı.
Anlatayım...
***
12 Eylül rejimi, 22 Nisan 1983 yılında çıkardığı 2820 sayılı yasa ile devleti demokratikleştirerek dönüştürecek olan siyaseti devletin bir şube müdürlüğüne indirgemiştir.
Örneğin, Siyasi Partiler Yasası’nın dördüncü maddesi aynen şöyledir:
‘Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olarak çalışırlar. Siyasî partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına aykırı olamaz.’
Demokratik ülkelerde siyasi partiler yasası yoktur...
Ama 12 Eylül rejiminin siyasi partileri de 28 yıldır bu Siyasi Partiler Yasası’nı kaldırıp atmamışlar, otoriter ve totaliter ruhundan istifade etmişlerdir.
***
Milletvekili Seçim Yasası da 12 Eylül rejiminin Siyasal Partiler Yasası’nı tahkim etmeye yöneliktir.
Yürürlükte olan seçim yasasında, halkın oyları ile iradesi değil, parti yönetimlerinin iradesi esastır. Milletvekilleri adaylarını da parti üyeleri ya da halk değil, partinin lideri ve yönetimi belirler.
***
Aynı mantık otuz yıldır değişmeyen yüzde 10’luk seçim barajıyla da tahkim edilmiştir.
Amaç halktan ciddi oy alsa bile devletin istemediği partilerin meclise girmesini engellemektir.
Üstelik hiçbir ülkede bizdeki gibi yüzde 10’luk bir baraj yoktur ve siyaset kurumu bunu da onca yıldır muhafaza etmektedir.
***
Meclis İçtüzüğü de gücünü halktan alamadığı için liderine sadakatle bağlı olan ve böylece yasamanın bağımsızlığını inciten milletvekillerinin elini kolunu bir kez daha bağlar, etkinliğini iyice eritir.
1982 Anayasası’nın geçici altıncı maddesi, yeni içtüzük yapılıncaya kadar 1961 Anayasası döneminde kabul edilen 5 Mart 1973 tarihli meclis içtüzüğünün 1982 Anayasası’na aykırı olmayan kurallarının uygulanacağını öngörüyordu.
Yeni içtüzük ise 1 Haziran 1996 günü yürürlüğe girdi ama gel gör ki bu yeni içtüzük, yepyeni bir içtüzük değildi. 1973 tarihli eski içtüzüğün biraz değiştirilerek yürürlüğe konmasından ibaretti ve 12 Eylül rejiminin mirasını taşıyordu.
***
Bir de tabii siyasi partilerin finansmanı sorunu var. Eğer seçimlerde yüzde yedi oy almayı başarırlarsa en büyük gelirlerini devlet yardımından elde ediyorlar.
Partiler halkın üyelik aidatı ile değil, oyunu farklı partilere veren vatandaşlardan elde edilen devlet gelirleriyle yaşıyor.
Siyasi partilere devlet yardımı AB’de de var ama işleyişi bize göre çok farklı... Örneğin, Almanya’da Anayasa Mahkemesi, devlet yardımını 1972 yılında yüzde 2,5 oranını çok yüksek bularak bunu yüzde 0,5’e indirmiştir.
***
Her sene yasama faaliyetlerinin başlangıcında bizim siyaset kurumunun ve meclisin 12 Eylül rejimi tarafından halktan koparılarak ‘devleştirildiğini’ düşünür ama 12 Eylül rejiminin yavrusu olan siyasetin de buna ses çıkarmamasına şaşar dururum...
Otuz yıldır durum böyle.
Bakalım bu sefer anayasayı değiştirirken, 12 Eylül rejiminin belirlediği siyaset kurumunu da çağdaşlaştırıp özgürleştirebilecekler mi?
Yorum Yap