- 6.08.2012 00:00
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün danışmanı Ahmet Sever’in Ruşen Çakır’a konuşmasından sonra Hüseyin Çelik’ten Yalçın Akdoğan’a kadar hükümet cephesinden birçok “kardeşlik hukuku” vurgulu kontra yorum geldi. İktidar-Erdoğan yanlısı köşe yazarları da bu şablonu devam ettirdiler. Ahmet Sever’in sözlerini hatırlayalım: “Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanı’nı çok rahatsız eden gelişmeler oldu. Kendisi dışarıya yansıtmadı ama yeniden aday olmasını engellemeye yönelik bir yasak konulması kendisini gerçekten üzdü ve kırdı. Öyle ki Anayasa Mahkemesi bu yasağın Anayasa’ya aykırı olduğu yolunda karar almasına rağmen bazı kişiler buna bile karşı çıkıp Mahkeme’nin kararını Anayasa’ya aykırı ilan edebildiler. Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ile bir çatışma, çekişme görüntüsü vermemeye özen gösterdi, hâlâ gösteriyor. Ama aynı özeni partinin bazı önemli isimlerinin göstermemesi ve uluorta konuşmaları gerçekten hoş olmadı.”
Hemen köşe taşlarını koyalım: Sever, Gül’ün düşüncelerini ifade etti. Gül’ü üzen ve kıran AK Parti’li önemli isimlerin de Erdoğan’ın oluru olmadan bunu yapmaları mümkün değil.
Kimi kandırıyoruz bilmiyorum. “Kol kırılır yeni içinde kalır” diye bir atasözü üretmiş bir toplumuz. Şimdi hiç Ayıp (sansür) ve İkrar (özür) kültürleri arasındaki farkları uzun uzun anlatmaya girişmeyeceğim. Ama bizim ilk gruba dâhil olduğumuz çok net.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi ve seçim kanununun değişmesi ile, yani 2007’den itibaren Gül’ün statüsü bizatihi hükümet tarafından belirsiz tutuldu. Anayasa Mahkemesi’nin son kararı da hükümetin beklentisini karşılamadı. İş başa düştü. Gül’e kıskaç harekâtı başladı.
Üzerine abanılan kardeşlik hukuku cari olsa, herhâlde AK Parti gücü yettiği hâlde, beş yıl bu konuyu sürüncemede bırakmazdı.
Burada beni ilgilendiren öncelikli olarak Gül’ün ikinci kez aday olması veya siyasete dönüş tercihleri değil. Erdoğan ve Gül gibi, herkesin bu ülkede her şeyi isteme, bunun için çaba gösterme ve ulaşmaya hakkı var. Erdoğan tabii ki cumhurbaşkanı olmak isteyebilir. Aynı şeyi Gül de isteyebilir. Gül, AK Parti’nin başına geçmek isteyebilir, Erdoğan bunu istemeyebilir vs.
Bu mücadelenin, önde mükemmel bir kardeşlik ve barış havası varken, arka planda son şiddette döndüğünü biliyoruz.
Ahlaki olmayan, Gül’ün bu en doğal hakkına “sadakat”, “vefa”, “kardeşlik”, “borçlu olma” gibi siyaset dışı kavramlarla haciz konması girişimi.
Gül son açıklamasında konuya değindi, o da bu değerlere vurgu yaptı. Çünkü bunlar gerçekten toplumumuzda önemlidir. O nedenle muhatabına karşı silah olarak kullanılmamalıdır. Gül de zaten zekice bir hareketle, aday değilim demeden “Günü gelsin, düşünürüz” demeyi tercih etti. Demek ki, Gül olaya Erdoğan cephesinden dayatılan şekliyle bakmıyor. Ve buna sonuna kadar hakkı var. Çünkü kendisine değerler üzerinden bir tuzak kurulmuş adeta.
Tabii bu kardeşlik hukukunun altında yatan en önemli mesele 2007’de Erdoğan’ın “Adayımız Gül kardeşimdir” demiş olması. Öyle bir anlatılıyor ki, sanki Erdoğan Gül’e bu makamı altın tepsi içinde, büyük bir arzuyla sunmuş. Öyle olması da gerekmiyordu zaten; sadece bunun bu şekilde yadsınması sorunlu.
Mesela, WikiLeaks belgelerine göre en azından ABD için bu hikâye sunulanın aksine bir ton içeriyor. Belgelere göre, 9 Mayıs 2007’de ABD’nin Ankara’daki Siyasi Müsteşarı Janice G. Weiner, “Türkiye: Bir Perde Arkası Ustası Olarak Dışişleri Bakanı Gül” başlıklı “Kişiye Özel” bir telgraf kaleme almış:
“İrtibatta olduğumuz kişiye göre, Gül’ün adaylığının nihai olarak gündeme geliş biçimi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Gül arasındaki uzun süreli ortaklığın ve rekabetin bir yansımasıydı. En baştan itibaren en büyük engel, son dakikaya kadar cumhurbaşkanlığı konusundaki kendi şahsi ihtiraslarından feragat etmeye isteksiz olan Erdoğan’dı. Başbakan o kadar uzun süre bekledi ki, Gül’ün adaylığına karşın muhtemel olumsuz tepkiye, bu konudaki ilk tepkileri olumlu olan, medya yoluyla tampon koymak için zaman kalmadı. Başbakan askeriyeyi de kamuoyunu da daha iyi hazırlama fırsatını boşa çıkardı.”
30 Mart 2012 WikiLeaks kriptosuna göre ise Türkiye uzmanı Emre Doğru, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma niyetini saptayabilmek için, Erdoğan’ın “danışmanı ve yakın dostu” olarak tanıttığı, Ekim 2011’den beri Avrupa Birliği Bakan Yardımcılığı görevini yürüten Hasan Nuri Yaşar’dan bilgi edinmeye çalışmış. Doğru, Yaşar’a atfettiği şu bilgiyi paylaşıyor: “Tayyip Erdoğan, Gül’ün cumhurbaşkanı olarak yeniden seçilmesine izin vermeyecek. Bir sonraki cumhurbaşkanı Erdoğan olacak.”
Bu rekabet bir yana, bence Gül’ün tercihini belirleyecek olan asıl mesele sanırım pek yazılmadı. Tamamen kendi tahminlerimden özetliyorum: Gül, Erdoğan’ın ustalık döneminden hiç memnun değil. Kibirli ve özgüven patlaması hâlindeki totaliter tavır ve tercihleriyle, AK Parti’nin reformcu misyonunu kaybettiğini, pek çok fırsatın kaçırıldığını, özellikle Şike, Uludere, kürtaj vs. gibi konularda ciddi hatalar yapıldığını düşünüyor. Erdoğan’a içten içe çok kızdığına eminim doğrusu.
Özetle, AK Parti’nin yeni kurulduğu 2000’li yılların üstünden çok su aktı. Her türlü iç sorunu anlamsız kılan vesayetle savaş göreceli olarak kazanıldı. Vesayet baskısı Erdoğan’ın totaliter yönünü kontrol altında tutan bir emniyet supabıydı. O dönem ile bu dönem arasında vefanın yorumlanmasını sağlayacak şartlar da tamamen farklı.
Tam da bu yüzden, Gül kardeşlik hukukuna vurgu yapıyor ama, “Bekleyip görelim” de diyor. Erdoğan, olur da toparlarsa sorun yok, ama yokuş aşağı gitmeye devam ederse, Gül’ü sahalarda görmeye hazır olun.
Bu da siyaseti anlamlı kılan bir normalleşme olur, bir felaket değil. Yeter ki şu Bizans oyunlarını bırakalım.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap