Başbakan ne yapıyor

  • 12.07.2012 00:00

 Geçen yazıda, kısa bir yazının müsaade edebileceği ölçüde on yıllık bir AK Parti projeksiyonu yapmaya çalışmıştım. Dün Başbakan’ın konuşmasının semptomatik okumasını yaparken, bu tahlillere devam etmenin faydalı olacağını düşündüm.

AK Parti geçen on yılının özellikle ilk dönemlerinde ciddi başarılara imza attı. Bunun nasıl mümkün olduğunu özetlemiştim. Erbakan’ın siyasal İslamı kadük kalmıştı. Tabanını politize tutmuştu ama geniş dindar kesimler artık Erbakan’ı ve arkaik çizgisini fersah fersah aşmıştı. Dünyaya açılmaya başlamış ve bir vizyon inkişafı gerçekleştirmişlerdi. Refah ve demokrasi arasındaki ilişkiyi kavramış, içi boş popülist siyasetin, faydayı bırakın, 28 Şubatçılara ne kadar elverişli malzemeler sağladığını görmüşlerdi.

Erdoğan-Gül-Arınç ekibi ise, bu teşhisten ilerleyerek bir özeleştiri yaptılar. Erbakan modelini terk ederek Menderes ve Özal çizgisini, yani dindar fakat dış dünya ile ilişki içinde olan merkez siyaseti hedeflediler. Ana oy zemini Erbakan’ın 1994 belediye seçimleri ile yükselişe geçen dindar kesimdi. Siyaseten Özal’a yakın durmaları benim Demokratik Koalisyon dediğim, dindarlar, liberaller, özgürlükçü sol, azınlıklar ve her kesimden demokratları da kucaklayabilmelerine yol açtı. AK Parti’nin emeğini teslim ederken, başarının bu tabanın güçlü talep ve desteği sayesinde geldiğini de atlamamak gerekir.

Erdoğan, aslında Menderes’in başlattığı, Özal’ın oldukça ileriye taşıdığı değişim çizgisini devralmıştı. Rasyonel ve ahlaki davranıyordu. En büyük iki şansı, açık veya postmodern bir darbenin dış finansmanının bulunmaması ve halktı. Bu fırsatı iyi kullandı ve darbe tehlikesi sürdüğü müddetçe ekseriyetle cesur ve doğru adımlar attı. Doğrusu halk da böyle bir lideri özlemle bekliyordu. Vesayetçi Demirel ve darbeye boynunu bükerek yol veren Erbakan modelleri hemen orada dururken, 28 Nisan günü, hükümetin TSK’ya verdiği kontra muhtıra sırasında neler hissettiğimi iyi hatırlıyorum.

Ancak darbeci askerlerin sinmesi, Referandum ve 10 haziran seçim başarısından sonra, Başbakan ve partisinde yalpalamalar arttı. Bunu geçen yazımda demokrasi sermayesinin yetersiz olmasına bağlamıştım. Başka bir yazımda da CHP ve MHP’yi eski Türkiye’nin “eski” partileri, AK Parti’yi ise eski Türkiye’nin “yeni” partisi olarak tasvir etmiştim. Erdoğan ve ekibi eski Türkiye’nin ürünü olarak iyi niyetle değişmeye çalışan insanlardı. Çoğunluk AK Parti’ye samimiyet testi yapar ve gizli ajandasını deşifre etmeye çabalarken, ben AK Parti’nin demokrasi limitini anlamaya çalışıyordum.

AK Parti’nin işi zordu. Bir ülkenin yüz yıldır ertelenen sivil devrimini dört yılda bir seçimlere giren bir siyasi parti olarak tek başına taşımak kolay değildir.

AK Parti, ya da Başbakan bu nedenle tıkandı. Onu dinamik tutan tehdit azaldı. Bunun yanında ciddi ve tehlikeli bir mücadele verdiklerinden, yoruldular da. Eski Türkiye’nin arazlarını taşıdıkları için, rahatlamayla birlikte totaliterlik, kibir ve kolaycılık kendini çoğu alanda gösterdi. Buna, Ankara’nın kendini teslim etmiş gibi yaparak AK Parti’yi devşirme planını uygulamaya koyduğu gerçeğini de ekleyelim. Sayın Arınç bile Atatürkçü olduğuna göre, bu tehlikeyi kim küçümseyebilir?

Dolayısıyla, devleti ele geçirdiğini zanneden, demokratik sermayesi limitli, hiçbir dişli rakibi olmayan bir partinin yalpalamaması çok zordu.

O zaman ne yapacak AK Parti? Ya devleti demokratikleştirme işlevine geri dönecek, ya da yalpalamaları perdeleyecek gerekçeler üretecek.

Başbakan ikinci yolu seçmiş görünüyor. Devleti ele geçirdim derken, iki büyük gol yedi o “devletten.” İlki Uludere faciası, diğeri ise Suriye’nin düşürdüğü uçak meselesi. İlki içeride, ikincisi dışarıda Türkiye’nin itibarına zarar verdi.

Tam da bu yüzden, Özal çizgisini terk ederek Erbakan modeline geri dönüyor Erdoğan. Garip garip şeylerle karşılaşmamız bundan. Birdenbire bir kürtaj meselesi çıkıyor, Çamlıca’ya dev camii, Diyanet’in Meclis üstü çalışmaya, ÖYM’lerle oynanmaya, siyasetin Sünnilik üzerinden yürümeye başlaması gibi... Bu siyasetsizliği ima eden bir şey. Parti artık reform değil, muhafazakârlık üretiyor. Yanılmayın, muhafazakârlık dindarlık demek değildir. Muhafazakârlık, her ideolojik kesimde görülebilecek kendini tüketen genel bir anomalidir.

Erdoğan, muhafazakâr popülizm ve milliyetçilik ile tabanını tahkim edeceğini düşünüyor. Eminim toplumda bunların bir karşılığı da vardır. (Bu arazları istismar etmek ne büyük bir günah oysa.) Ama asla toplumun tamamı değildir ve eğilim demokrasiye doğrudur. Ben refah, özgürlük ve demokrasi ilişkisini keşfeden dindarların bu olanlardan memnun olduğunu hiç zannetmiyorum. Alternatifsizlik, Erdoğan’ın sürprizli ve karizmatik bir lider olması rahatsızlığı bir süre daha bastırabilir. Mesele o değil. Mesele, Erdoğan sonrası, ya da bir büyük ekonomik kriz veya bir deprem halinde de ülkeyi dağılmadan, reformlara halel gelmeden partinizle birlikte ayakta tutabilmeyi başaracak demokratik bir siyasi gelenek yaratıp yaratamadığınızdır?

Başbakan hastalandığında muhalefetin bile paniklediği bir ülkede bunu iddia etmek mümkün mü?

mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums