Aşk ve ölüm...

  • 8.07.2012 00:00

 Tıpkı CERN’de karşılıklı olarak çarpıştırılan parçacıklar gibi, aşk da iki kişilik bir deney, bir çarpışma ve bir kaza aslında. İki kişinin çarpışmasıyla Higgs bozonu gibi aşk ortaya çıkıyor mu, yoksa her şey sadece bir yanılsamadan mı ibaret, bunu 6 sigma kesinliğinde bilemiyoruz.

Aşk konusunu, aşık olanlar dahil, net bir şekilde kimse açıklayamıyor. Kayıp madde gibi, var olduğu hakkında güçlü izler var, var olması çok isteniyor da.. Ama elle tutulur ve kalıcı bir gerçekliğe tekabül edemiyor bir türlü, ama yok sayılamıyor da.

Aşkın bir tür geçici delilik olduğunu söyleyenler de var. Onun aslında bir tahayyül olduğu ve namzetlere o tahayyülün yüklendiği, kimyasalların da yardımıyla bir süreliğine o kişinin, o kişi olduğuna yönelik yüzde yüzlük bir kanaatin hasıl olduğu söyleniyor. Öyle ki, aşık olunanın hiçbir kötü özelliği görülmüyor, hatta onların erdem ve övülecek mucizeler olarak kabullenildiği gözleniyor.

Aslında keyif verici, hatta bağımlılık yaratan maddeleri kullananların durumu gibi, insanı kendinden geçirme özelliğine sahip. Bir kez yaşayan, hep o anları özlüyor ve bilinçli bilinçsiz tekrar yaşamak istiyor.

Aşk aslında yokluğu ile var olan, varlık gücünü yok olma ve yok etme kabiliyetinden alan bir şey.

Aşkın insana verdiği yücelme duygusu ikame edilebilir gibi değil. Aşık olan insan yüceliyor, dünyanın tüm kurallarından kendini bağımsız hissediyor ve o hep aradığı duyguyu kısa süreli de olsa hissediyor: Ölümsüzlük...

Evet, bence aşkın en büyük fonksiyonu bu. İnsana ölümsüzlük hissi veriyor. Dünyayı yenebilecek bir enerji ve delilikle birlikte geliyor. Ama sorun o ki, ölümsüz değiliz ve evrende bir çürüme kanunu var. Var olan her şey, var olduğu anda çürümeye, ölmeye başlıyor.

Yani, ancak küçük lahzalarla bu çürüme ve ölüme doğru gidiş yolculuğumuzun ağır baskısından kurtulabiliyoruz. Aşk ise zirvesi bunun. Aşık olduğumuz anda kendimizi ölümsüz hissetmemiz bundan. Evet, bencil bir şey aynı zamanda. Aşık olunan da kendi payını yaşıyor zaten, sorun yok orada.

O nedenle aşk, kendini hep ince bir var olma ihtimali çizgisinde tutuyor ve çok az zamanlarda ortaya çıkıyor. Aşkı güçlü tutan şey ise, aslında var olması kadar, çok zor olması arasındaki ilişki. Aşk sadece bir ihtimalse, o kadar değerli oluyor ve taze kalıyor. Bir insanın aşka doyması, o aşkın ölmesi anlamına geliyor aynı zamanda.

Platonik aşk ve gerçek aşk ayrımının ne kadar sağlıklı olduğunu bilemiyorum. Gerçekleşmiş aşk, aynı zamanda çürümeye başlamış bir aşktır çünkü. Bence sevgi, –çok emin değilim– aşkın tuzlanmış halidir. Zamana dayanıklı hale gelmiş, ama daha bu dünyaya ait olanı.

Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ndeki hikâyesi bunu çok iyi veriyordu aslında. Füsun ve Kemal’in buluşarak seviştikleri daireye, hiçbir sorun çıkmadan evlenerek yerleştiklerini düşünün. Böyle tutkulu bir aşk hikâyesi çıkabilir miydi ortaya? Füsun’un Kemal’i yıllarca cezalandırması, başkasıyla evlenmesi, aralarında devam eden “hastalıklı” ilişki ile aşklarını diri tuttular. İkisi de farkındaydı durumun, birleştiklerinde aşkın o aşk olarak kalamayacağının... O nedenle birleşme arzusuna uzun süre direnerek, ne kadar acısak da hallerine, belki de çok özel bir keyif aldılar uzun süren ayrılıklarından.

Yıllar sonra tüm engelleri aşıp birleştiklerinde, Kemal’in gözünden anlatılan eşsiz Füsun’un sıradan özelliklerini görmeye başladık hemen; Füsun tam okuyucunun gözünde sıradanlaşmaya başladığı sırada, yılların özlemiyle iki bedenin birleştiği günün sabahı, Füsun trajik bir trafik kazasında öldü; ama aşkları ölmekten kurtuldu böylelikle.

Tanrı aşkı da böyle bir şey değil mi? Bazılarımız onun varlığına inanıyoruz, buna iman deniyor. Ona yaklaştığımız zamanlarda çok özel bir deneyim ve tatmin yaşıyoruz. Ama onu değerli kılan şey, ona tam anlamıyla erişemiyor olmamız değil mi? Pavlus bu dünyanın en kutsal değerleri olarak “iman, ümit ve sevgi”den bahseder. “Ama” der “ölümden sonra, iman ve ümit anlamsızlaşacak. Çünkü O’nun yanında olacağız. İman ve ümit işlevini tamamlayacak. Geriye sadece sevgi kalacak.” İsa da “Tanrı sevgidir” der. Ölümün olmadığı yer, sevginin ölümsüzlük kazandığı yerdir, yani aslında aşkın sürekli halidir.

Bence aşk, ölüm karşısında bir başka insanda bulabileceğimiz tesellilerin tümünü ima ediyor. Ama ölüm orada durduğu için, aşk da bu kadar muğlak.

Aşk, her biçimiyle, ölümsüzlüğün bir fragmanı gibi. Olmadığını kanıtlayamamak, insanların ölümsüzlük için yaratılmış olmasından. Ölümü bu kadar çabuk unutuyor olmamız, ölümün ruhumuzda yer tutamamasından, çünkü ölümlü olmak yaratılışımıza ters. Aşkı ispatlayamamak da yine aynı nedenden; bu dünyada ölümlü olmamızdan.

Aşk ve ölüm sürekli olarak birbirinden kaçıyor.

mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Ad Soyad Giriniz...
    Ad Soyad Giriniz...
    18.01.2012 10:48

    Tüm işkenceciler yargılansın, işkencede fiilen bulunmadan da sistamatik bir şekilde faşizm dönemi uygulamasında yeralanlar yargılansın. Yoksa, faturaya sahip çıkacak darbeci iki gönüllü herzaman bulunur!

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums