- 20.05.2012 00:00
Beklentisizlik...
“En büyük günahtır” dedi derviş bir arkadaşım geçen gün. Kierkegaard’dan bir alıntıyla açıkladı durumu. Bir yaşlı adam vardı, hayatının sonuna gelmişti. Etrafında çocukları, gelinleri, torunları vardı. Hâli vakti yerinde sayılırdı. Saygı görüyordu. Onlara hayatla ilgili nasihatler veriyordu. “Şöyle bir insan olun”, “Şu durumda şöyle, şu durumda da böyle davranın” türünden nasihatler veriyordu onlara. Onlara baktıkça göneniyordu.
Ne kadar hoş bir tablo değil mi? Çoğunun içinden “Ne şanslı adam” diyeceği türden bir hikâyenin başrol oyuncusu gibiydi.
Ama öyle değil. Kierkegaard bu tabloda cehennemi görmüştü. Adam ölümü bekliyordu. Arzuları tükenmişti. Ruh, arzu yaşlanır mı? “Hayır”, o zaman son nefese kadar, o son günün de içinden geçene değin, insan beklentilerini yitiremez. Tabii yitirebilir de, bu onu cehennemlik yapar. Öteki dünyadan, dinî bir şeyden bahsetmiyorum; cehennemi tam bu dünyaya taşıyandır o.
İnsanlar tanıdım; onlar gençliklerini yavaş yavaş yitirdiler, orta yaşlı oldular ve bazıları öldüler gözlerimin önünde. Benim etrafımda çok insan öldü. Onların erken mi, vaktinde mi öldüğü konusunda çok düşündüm. Bazıları çok yaşlı ama çok erken, bazıları çok genç ama vaktinde, hatta geç ölmüşlerdi.
Çok yakınlarımdan birisi, gözlerimin önünde hiç yaşamadı. “Ölümü bekliyor” derdim, içimden, ve ona yardım etmek istedim çok kez. Hayata karıştırmak istedim, neşelendirmek istedim, bazen çok da sert konuştum; ama nafile, olmadı. Bir türlü yaşayamadı. Bir türlü doğamadı. Ölürken yanındaydım. Üzerinden büyük bir yük kalktığını gördüm. Üzerinden hayat kalkmıştı. Yaşanmamış bir hayatın tüm tasaları, yaşanmamış aşkların, dostlukların, kurulmuş, sonra çürümüş, teni üzerinde ağır bir koku yayan o tüm hayalleri, kalktı üzerinden.
Beklentisizlik... Kendi içine düşen insan... İnsan kendi içine düşerse, onun kendinden başka kim dışarı çıkarabilir ki? Eğer kendi içine düşmüşsen, kendine âşık olursun. Bu en şiddetli ensesttir. İnsan kendisiyle zinaya düşmemeli. İnsanın kendisini iğfal etmesinden bir hilkat garibesi doğar çünkü.
Kendini putlaştırırsın. Aşka, dostluğa, ya küçümseyerek bakar, ya da hataları hep başkasında bulursun. Hayatın içine giren, çıkan, kavga eden, kendi payını isteyen, günah işleyen, kavga eden, düşen, sonra kalkan, sonra kalkamayan, sürünen, borçla yaşayan, bir önceki kişiye borç verip batan, yalan söyleyen, doğru sözünde duramayan, umulmadık anda şövalyelik yapan, hayatını başkası için veren, doğuran, doğurtan, kusana kadar içen, inancı için hormonlarını yok sayan, bir işte üç ay çalışamayan, ya da aynı işten emekli olan, sıradan, küçük insanlar...
Tiksindirici gelir sana.
O yüzden, ruh ikizleri bekler, içimizde kendi yarattığımız karadeliklere sığınır, kendi yarattığımız yapay karmaşaya aşkın anlamlar yükleyip, onun üzerine ustaca, edebî cümleler kurarız. Olasılıkları sıfırlamak için tüm sofistike tuzakları döşeriz. Sınav yerini bir gün önceden gidip yoklayan garantici öğrenciler gibi, düşeceğimiz tuzakları kendi elimizle kurup, sonra o patikayı ilk kez görüyormuşuz hayretine düşmek bize özgüdür. O tuzağa düşünce feryat ederkenki samimiyetimiz de kimseyi kuşkulandırmaz, asla.
Aşk, sevgi, dostluk, anne ve baba olmak, bu durumun panzehiridir. Bir büyüğüm bana, “Çocuğu olmayan insanlara karşı şefkatli, ama temkinli yaklaş, gaddar olma eğiliminde olurlar” demişti. Bence âşık olmamış, dostu olmayan, hayatında okkalı bir kazık yememiş, kepaze olmamış, saçmalamamış insanlara da dikkat etmek gerekir. Alçakgönüllülük, vakti zamanında alçaklarda dolaşmış olmayı da gerektirir. İsa, “Ben düşkünler için geldim, din bilginlerinin bana ihtiyacı yok” demişti. Düşkünler onun şakirtleri oldu, din bilginleri ise onu haça gerdi.
O yüzden biz de gerçek insanları seviyoruz. Tüm çelişkileri ve defoları ile, hatadan münezzeh olanlardan çok, onlara güveniyoruz.
İnsan değişebilir mi? Yoksa tamamlanmış bir proje olarak mı doğuyoruz? Yani bizler için umut var mı? Olduğumuz şeyi biçimlendirebilir miyiz?
Bilsem size söylerdim. Bu pazar yazılarını zor yazıyorum. Çünkü zifir karanlıkta bir çakmak yakmak gibi. Ama sonra diyorum ki, kendinle ensest yapma, bir halt değilsin. Karanlıkta zaman geçirebilirsin ve belki böylesi daha az rahatsız edici olabilir. Ama içimdeki o şey, yedi yaşında o karınca yuvası için –yakmışlardı karıncalarımızı– elimi kana bulamamı sağlayan o şey ne ise, konforumu bozuyor. Çok zorda kaldığımda, sol orta parmağımda, kırdığım iki orta dişin bıraktığı ize bakıyorum. O zaman diyorum ki, “Şşşt, sakin ol ve devam et”.
En azından, kendi yolundasın.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap