- 30.04.2012 00:00
1915 Ermeni Soykırımı’nın 97. yıldönümünün, öncesi ve sonrası ile “sakin” geçmesini olumlu buluyordum doğrusu. Çünkü bu Büyük Felaket’in (Medz Yeghern) bir sürü olumsuz yük, içinde bol bol “Ermeni” geçen kavga, küfür ve bilek güreşi ile gündemleştirilmesinin çok fayda sağladığını düşünmüyorum. Benim için Türkiye’nin resmî pozisyonunun değişmesinden önce, Türkiye halklarının vicdanında bu elim hadisenin mahkûm edilmesi ve hep birlikte yasımızı tamamlayarak huzura kavuşmak daha öncelikli. Bu inkârın Ermenileri, Türkleri ve bilumum Türkiyelileri hasta ettiğini biliyorum çünkü. Bildiğim başka bir şey ise, inkârın sona ermesinin önemli bir husus olarak Türkiye’de genel demokratikleşme hikâyesinin içinde olduğu. Yani dünyada ve Türkiye’de bir tek Ermeni kalmasa dahi, Türkiye bu acı gerçekle yüzleşmek, kaybı sahiplenmek ve orada atılan Ergenekon Devleti’nin acı kökünü bulup sökmek zorunda.
1915’in öncesinde ve sonrasındaki tüm katliamlarda, Cumhuriyet tarihinde devam eden kültürel ve ekonomik soykırımda şüphesiz bu teröre tiksintiyle yaklaşanlar oldu. 1915’te, İstanbul’dan gelen Ermenileri imha edin emrini uygulamak yerine “Müslümanlığımdan, insanlığımdan çıkamam” diyerek beylik silahıyla intihar eden subaylar, İttihat’ın “Ermeni saklayan Ermeni sayılacak, evinin önünde idam edilecektir” emrine rağmen komşularını saklayan insanlar, tehcir emrini uygulamayan, kıyasıya eleştiren mülki amirler, müftüler oldu bu ülkede. Ama sanırım, neticenin kendisi, onların güçlerinin bunu önlemeye yetmediğini, gerek katliamlara katılanlar, gerek Ermeni mallarına, “güzel” Ermeni kadınlarına el koyanlar, gerek ise inkâra katılanlar son sözü söyleyenler oldular.
Bu sene 24 Nisan daha sakin geçtiği halde, hem Taksim başta olmak üzere yapılan anmalarla, gerek sosyal medyada, gerek medyada çıkan her türlü haber ve köşe yazılarıyla 1915 gündem oluşturdu. Yani illa ki dışarıdan dürtülmemiz gerekmiyor bu konuyu sakince konuşabilmek için. Halk ise, 1915 konusunda ciddi bir merak ve adalet duygusu ile kendini resmî söylemin dışına atıyor yavaş yavaş. Bunu önemsiyorum.
Yine de bu sakinliği zedeleyen iki leke yaşandı. İlki 24 nisan salı günü “Adil hafıza” konseptini 1915’e uyarlamaya çalışan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan geldi. Bakan 24 Nisan ile ilgili bir soruyu geçiştirmeye çalışırken “23 Nisan ile 24 Nisan’ın bizim için gün olarak bir özel farkı yok. 23 Nisan ulusal egemenlik bayramınızı da kutluyorum bu vesileyle. 24 Nisan’a bu derece önem atfetmeniz de doğru değil. Yarın da 25 Nisan hayırlı olsun” deyiverdi.
Herhalde benim “sakinliğe” yaptığım vurguyla söylemiyordu bu sözleri. Öyleyse bu köşe ilk yazımda Sayın Davutoğlu’nun olsun. Bakan 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı kutluyor, ama yüzbinlerce çocuğun da öldürüldüğü 24 Nisan için mesela “Ermeni vatandaşlarımızın bu büyük acısını paylaşıyorum. Soykırım tanımlamasına karşıyız, ama bu o yıllarda yaşanan acıları inkâr etmemiz anlamına gelmez” diyemiyordu. Ama susamıyordu da; 24 Nisan’ı 25 nisana eşitleme ihtiyacı ve inkâr, katı, duygusuz cümleler hâlinde dökülüyordu ağzından; belkidoğudan yapılmış bir hakaretten daha ağır etki yaparak hem de.
Diğer leke ise bir gün sonra Ahmet Hakan’ın CNN Türk’te yayınlanan Tarafsız Bölge programında gerçekleşti. Ermeni okulları yöneticisi Garo Paylan, hukukçu-yazar Orhan Kemal Cengiz, Türk Tarih Kurumu (TTK) Ermeni Masası Başkanı Prof. Dr. Kemal Çiçek, eski milletvekili Uluç Gürkan ile Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Aygün Attar Ermeni meselesini tartışırken, Kemal Çiçek, Garo Paylan’a “Senin de sonun California olur” ve “Hrant Dink’i Taşnaklar öldürdü” deyiverdi.
Garo Paylan Bianet’ten Ekin Karaca’ya verdiği mülakatta “Zor bir gece geçirdim. Kendisi [Çiçek] acılardan bahsederken, güldü, dalga geçti ve beni tehdit etti. En son bana ‘Senin de sonun California olur’ dedi. TTK başındaki kişi hâlâ ‘Sessiz kalmazsan senin de sonun bu olur’ diye tehdit edebiliyor.Çiçek, tüm devletin bildiği bir cinayeti bir Taşnağın örgütlediğini iddia edebiliyor. Bu bir skandaldır, başka bir şey diyemiyorum. Böyle bir kişinin o kurumdaki görevinden alınması gerekiyor" diyordu haklı olarak.
Ben ise asıl kurumun bağlı olduğu Hükümet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç’a seslenmek istiyorum. TTK’nın Ermeni Masası’nın başında, o gece Garo Paylan’a mini bir 1915 fırtınası yaşatan bir zihniyeti tutmaya devam edecek misiniz? Bu trajikomik durum sizi hiç rahatsız etmeyecek mi? Böyle bir zihniyetin temsil ettiği bir tarih, ahlak düşkünlüğü ile, adil hafıza, diyalog çağrılarının samimi olduğuna nasıl inandıracaksınız Ermenileri? Size bağlı bir kurumun, üstelikErmeni Masası’na kurulmuş bir kişinin Tehcir’i 2012’ye taşıması, Behzat Ç’nin içkisi, sigarası ve özel hayatı kadar kanınıza dokunmuyor mu?
“Ermeni olmayı” meslek edinmekten, “1915 profesyoneli” olmaktan uzak durmaya çalıştıkça, meselenin göbeğinde buluyorum kendimi. Bu büyük skandal için basılı medyada kimsenin kalem oynatmaması da ayrı bir garabet olarak tarihe geçti zaten.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap