- 19.03.2012 00:00
Esas itibarıyla bu ülkenin insanlarının devletle dikey ve birbirleriyle yatay olarak kurdukları ilişkinin ana teması “güvensizliktir”. Bu öylesine derin bir duygu ki, artık haklı bir korkuyu ima etmekten çok daha ötelere savrulmuş, palazlanmış ve bir ahlak, düstur haline gelmiştir. Bu kökleşme sürecinde yanında bir sürü başka “değerler” de üremiş, üretmiş. Yalan söyleme, gerçeklerden kaçınma, hatayı kabullenmeme, kolay para kazanma yollarının ahlaki meşruluğu, telafi etmenin hor görülmesi, “tedrici değişim” ve “adil hafıza” gibi türlü yan yollar üretimi, iyi darbe- kötü darbe ayrımları, devleti, ona ne kadar sahip olunduğu ile alakalı olarak eleştirmek veya kutsamak.. benim aklıma bir çırpıda gelen semptomlardan sadece birkaç tanesi.
Bunu masumiyetin yitimi olarak da izah etmek mümkün. Bize özgü bir modernleşme hikâyesi ile değer ithal etme, bunu son derece faydacı, dikte edercesine ve işine geldiği gibi yapma, onları ırkçı- saçma sapan tarihsel hikâyelerle tahkim etme, milliyetçiliği İslam’a yamama, bu sentezin toplumda bu kadar ciddi iltifat görmesi ve tüm bunların neticesinde artık değer üretememe haline geliş, varolan değerler mirasının ise bu süreçte zaten “devrim” denen müdahalelerle düşman bellenerek yok edilmesi veya itibarsızlaştırılması...
İyi, güzel ve olumlu şeyleri hep yazdık. Artık şapkayı önümüze alıp bize dair bu fenalıkları düşünme, kabullenme ve onlardan kurtulma vaktidir. Bu sadece bir AK Parti veya CHP sorunu değil çünkü. Sorundan kastım, gösterişli reform sürecinin limitlerine eriştiğimiz ve sadece hükümet olarak değil, demokratik reformları destekleyen halk kitleleri olarak da yaptığımız patinaj. Bu rastgele, tesadüfen olan bir şey değil çünkü. Toplumda, siyasete de sirayet edecek reform arzusu ve gerçekten değişimi sağlayacak olan talebin kendi limitlerine gelip gelmediğiyle ilgili daha çok.
Bir yavaşlama görülüyor çünkü...
Ana zemin Kürt sorunuydu. Ama son MİT-Yargı krizi, Ahmet Şık, Nedim Şener, Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmaları gibi hususlarda, Ergenekon, KCK operasyonlarının ve davalarının özensiz tatbiki ve bir görünüp bir kaybolan kararlılığında, bu hayati süreçlere en büyük darbeyi vuracak olan hak ihlallerinde alınan pozisyonların, bir öyle, bir böyle, bir statükodan, bir değişimden yana olan hallerin “güvensizlik ve ahlak” dışında bir izahı olabilir mi, gerçekten merak ediyorum.
AK Parti’nin en önemli reformlarını, en güçsüz olduğu, vesayetin boğazına çöktüğü ilk döneminde yapmış olması, buna karşılık artık önünde pek bir engelin olmadığı son üç yılda gücüne ters orantılı bir edilgenliğe hapsolmasını nasıl açıklayabiliriz mesela?
Olay, sadece “limitlerle” açıklanacak denli basit değil, bizim dışımızda koca bir dünyanın varlığının ve o dünyada şartların sürekli değiştiğinin farkındayım. Ama limit konusunun AK Parti’yi ve toplumsal talebi baskılayan şeyin ne olduğunu açıklamaya yardım ettiği kesin. Şöyle bir şeyi ise söylemek kesinlikle mümkün: Türkiye artık kesinlikle başka bir döneme girdi.
Ben bu limit sorununu nasıl ele alacağımız konusunun bundan sonra bu ülkeye yön vereceğini düşünüyorum. İhtiyaçtan kaynaklanan değişimler, ihtiyacın muhteviyatı ve tatmin edilmesiyle kendi ömrünü tayin ediyor. Rejimi devralmak bizim için yeterliyse, ihtiyaç bundan ibaretse başka, sorunların kaynağının bir özne değil, zihniyet olduğunu kavrayıp ilkesel bir duruş yaratmak ise başka sonuç verecek. Birbirine tamamen zıt iki sonuçtan bahsediyorum.
Bu noktada son yıllarda yaşanan değişimin aktörlerinin tavrının da, buna direnen ve CHP ile temsil edilen kesimlerin duruşunun da sorunlu olduğu görülüyor. Kutuplaşma dediğiniz şey de yapı itibariyle buradaki iktidar kavgasından neşet ediyor. Yoksa, binlerce faili meçhulden, darbelerden mesul bir devlet aygıtını niye savunursunuz ki! Bu sınıfsal bir kayıp olarak görüldüğü için kategorik bir direnç var. Hükümet demokrasi mücadelesinde ilkeli ve kararlı davranmayınca da, ortaya bu çelişkili, sıkışık ve tehlikeli durum çıkıyor.
Demokratikleşme, Kürt, Ermeni, Kıbrıs sorunlarında aynı paradigmanın paylaşılması ile çözülemezlikte ittifak ediliyor. Oyla bunlar miadı dolmuş sorunlar. O insanların anadil hakkını verecek, tarihte yaşanmış bir acıya empati gösterecek ve Kıbrıs’ta Denktaş zihniyetini terk edeceksiniz, bu kadar! Üstelik, Başbakan Erdoğan’ın bunları yapması halinde arkasında bu ülkenin en az yüzde atmışı olacak; bu lüks kimde var?
Bu, kendine güvensizlik ve eski zihniyetle olacak bir şey değil. Asıl engeller sorunların zorluğu da değil, bu içine hapsolunmuş paradigma, yani değerler bütünümüzdeki kofluklar. Bu şekilde bundan daha öteye gidilemez. Hatta, bu haliyle oldukça mesafe alındığı bile söylenebilir.
Limit sorunumuzun kısa tahlili bence bu.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap