- 8.02.2019 00:00
Sekülerleşme serencamına değindiğim son yazılarımda dünya ve Türkiye özelinde tespitlerinde bulundum. Tabii bu yaklaşımlara çeşitli alternatifler getirmek son derece mümkün; çünkü konu dünyanın son beş yüz yılına tekabül ediyor. İçinde debelendiğimiz güncel meseleleri ihmal etmeden, tarihsel bakışı da analizlerimize katmak durumundayız.
Toplumları sıhhatli kılan, bir arada yaşama kapasiteleri ve buna uygun geliştirmiş oldukları demokrasi kültürüdür. Esasen tüm toplumlar, hatta en homojen görünenleri dahi ciddi çeşitlilikler arz ederler. Tektipleşme de tespit edildiği yerlerde dahi bir yanılsamadan öteye geçmez. Yaşayan insan sayısı kadar evren mevcuttur. Mesele, hayatın fıtratındaki bu özelliğin tüm sözleşmelere yansıtılmasıdır.
Tabii bu bir arada yaşama meselesi öyle güle oynaya gerçekleştirebildiğimiz bir durum değil. Habil ve Kabil’den beri bunun en önemli sorunumuz olduğunu biliyoruz. Bir arada yaşamanın güçlüğü sanıldığı gibi insanların/toplumların birbirinden farklı özelliklere sahip olması değildir. Meselenin kökeni, kaynakların paylaşımıdır. Sorun şu ki, toplumsal rıza gerektirmesi nedeniyle bu paylaşım mücadeleleri değişik ambalajlara bürünür.
Sömürgeleştirme mantığına baktığımızda da kaynakları yağmalanacak bölgelere “demokrasi”, “uygarlık” götürmek şeklinde meşruiyet sağlandığını ya da bu ülkelerde demokratik bir sorun olduğu iddiası ile –Venezuela’da bugün yaşandığı gibi- müdahalelerde bulunulduğunu görüyoruz. Oysa, demokrasiden bahsedilmeyecek ülkeler, kontrol edildikleri oranda ya yüceltilmekte ya da görmezden gelinmektedir.
Ama sorun burada da bitmemektedir. Hedef ülkeler genellikle problemli, kendi içinde karışık, ekonomik olarak güçsüz olmaktadır. Bu nedenle içişlerine karışmak son derece kolay, gerekçeler de çoktur. Yani bu ülkelerin bir yandan dış müdahaleleri önleyerek milli demokratik yönetimler kurması, bir yandan da ülke içindeki hoşnutsuzlukları giderecek büyük atılımlar yapması gerekir. Demokrasi taban kural olduğundan, tüm bu mücadeleleri verirken halk desteğini sürekli kılmak ne kadar zor bir iştir herhalde anlaşılabilir.
Venezuela gibi, bunun için gerekli doğal kaynağa sahip olmanız bile yeterli olmaz. Ya da Katar örneğindeki gibi ülkeye çökmeye çalışacak komplolarla yüz yüze gelebilirsiniz. Öte yandan bir ülke bir gazeteciyi, (Kaşıkçı) kendi konsolosluğunda paramparça ederken suçüstü yakalansa dahi görmezden gelinebilir.
Bu manada Türkiye’nin çok büyük bir iş başarmakta olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türkiye bu yolda başarılı olursa, bir dünya gücü olacaktır, bu kesindir ve bunu herkes görmektedir.
İşte bu nedenle, Türkiye üç fay hattı yaratılarak içine çökertilmeye çalışılıyor. Etnik, mezhepsel ve kültürel hatlara milimetrik hamleler yapılıyor. İçerideki muhalefet ise tamamen bu hatları koparmak üzere dizayn edilmiş durumda.
İşte ben de tam bu noktada, seküler, muhafazakar ve melez hallerimizin bir zaaf değil, bir avantaj olduğunu iddia ediyorum.
Yorum Yap