- 28.08.2017 00:00
Evet, maden bayram geldi, biz de bu fırsattan istifade biraz siyasetten uzaklaşalım diyorum. Önce Kurban Bayramı’nın mübarek olmasını diliyorum tekrar. Barışa ve esenliğe vesile olsun. Çünkü başta Arakan olmak üzere dünyanın birçok yerinde insanlar inanılmaz işkenceler ve sürgünler eşliğinde can veriyorlar. Bunlara tanık olmak ve kayıtsız kalmak o kadar kolay değil. Ama insan bir şekilde her şeyin altından kalkıyor. Ya görmezden geliyor ya da elinden bir şey gelmeyeceğini düşünüyor. Ama kardeşlerimizden bizler sorumluyuz, o gerçek de değişmiyor.
Bu acı gerçekle ilk kez sanırım 1990’lı yıllarda rastlaşmıştım. Çünkü soykırımlar, katliamlar, işkenceler ve buna benzer ağır meseleler, benimle çağdaş olabilecek bir şey değilmiş gibi gelirdi. İnsan için belki de gerekli bir tür “bönlük”tür bu. Yani onlar çekirdek çıtlatarak izleyeceğimiz keyifli bir 2. Dünya veya Vietnam Savaşı hikayesi olarak, geçmişte, sanki başka bir canlı türünün yaptığı, hatta yaşanmamış olaylardı.
Ama 1990’lı yılların başında dünyada benim yaşadığım sırada soykırımlar olmaya başlamıştı. Bosna ve Ruanda’da… Bunları takip edebiliyorduk. Kötü olayların tarihte yaşanması bizi etkiler. Ama aynı zamanda içimizi rahatlatır da. Çünkü onlar eskiden olmuş şeylerdir ve insanlık artık bunları aşmıştır. Hem bizler o zaman yaşamadığımıza göre, nasıl bir sorumluluğumuz olabilir ki?
Ama Bosna’nın çeşitli bölgelerinde, Gorazde, Srebrenitsa ve Ruanda’nın tamamında 1994-1995 yılında yaşananların eskiden yaşanmış olanlarla hiçbir farkı yoktu. İnsanlık hiç ders almamış gibiydi. Bugün de Arakan’da, Suriye’de yaşananların geçmiştekilerden tek farkı, teknoloji sayesinde daha çok insanın daha kısa zamanda öldürülebilmesi, başka bir şey değil.
Kötü günlerin geride kaldığında dair efsane bu şekilde benim hayatımda çökmüş oldu. İyi bir duygu değildi ama ayakları daha yere basan bir durumdu.
Tabii kimsenin bayramını zehir etmek istemem. Bizim gibi sıradan insanların ellerinden her şeyi bir anda değiştirmek gibi bir sihirin gelmeyeceğinin farkındayım. Sonra bu türden empatik yaklaşımların, insanın vicdanını rahatlatmak için bir başka kaçamak noktası olduğu da söylenebilir.
Ama ben yine de, bu dönemde, kucağını üç milyondan fazla savaş mağduruna açan bir ülkenin vatandaşı olmakla bir nebze teselli buluyorum. Tüm bu savaşlar para için çıkıyorsa, Türkiye, yani sizler ve ben, bu mülteci kardeşlerimize ceplerimizden 30 milyar dolara yakın harcama yaptık. Bunu bizim adımıza hükümet yapmış olsa da, vatandaşlarımız büyük ekseriyetle bu harcamayı helal ediyor. Yani elimizdeki devlet denen güçlü aygıtı, insanları öldürmek için değil, onları hayatta tutmak için kullandık. Tercihimizi böyle yaptık. Bunu siyasi bir mülahaza ile söylemiyorum.
Bardağın dolu kısmında da bunlar var. Belki elimizden gelenleri, onları küçümsemeden artırmaya devam etmek bize düşen paydır. Bir de yaşarken, hangi durumda olursak olalım, dışımızdaki dünyada olan bitenin farkında olmak. Kim yaparsa yapsın, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmek. Bu sanıldığından daha zor bir şeydir.
Sanırım, kurban olgusu da böyle bir yere oturuyor.
Yorum Yap