- 3.02.2017 00:00
Nostalji duygusu politik bir parametre olabilir mi?
“Eskinin daha iyi olduğu”na dair bir yanılsama gerçekten vardır. Kimse yaşadığı günlerde, o günün değerini o derece fark etmezken, “yaşanmış” olan zaman bizden uzaklaştıkça, yani aslında tespitlerde hata oranı arttıkça, eski zamanlar gözümüzde büyülü anlara dönüşebilir. Bir kitapta okumuştum, “Muhtemelen” diyordu, “Cilalı Taş Devri’nde yaşayanlar Taş Devri’ne öykünüyorlardı.”
Bunun kişisel bir eğilim olduğunu düşünürüz. Ancak, şu anki Türkiye’ye baktığımda bunun toplumsal/siyasi bir yansımasının olduğu ve hatta üzerine abanıldığı gözüküyor.
Dün, Hürriyet gazetesinde Çınar Oskay’ın İlber Ortaylı ve Vedat Milor ile çıktığı bir Beyoğlu gezisi söyleşisi vardı. Nostalji duygusu ve mekankoli o kadar yoğundu ki, sonunda “Sweet Child o’ Mine” şarkısına rast gelinen noktada, insanlar ağlamaya bile başlamıştı. Beyoğlu’nun yas müziği Guns N’Roses’tan gelmişti. Duygusal anakornizm ve yapaylık karmaşasının lapsusu olsa gerek.
Haliyle ben de “Beyaz Türklerdeki depresyon ve kayıp duygusunun nasıl şifa bulacağı” üzerine düşünüyorum. Bu sözlerde bir ironi ve istihza yok. Çünkü bu, şu an bizim en öncellikli meselelerimizden biri. Ciddiye alınması gerekiyor.
Toplumun bir kesiminde, dün Beyoğlu gezisine katılan bazı kerli ferli insanların yorumlarında da, “yoksunluk” ve “kayıp” duygusunun rasyonaliteyi blokladığı görünüyor. Ağır bir yas duygusu içinde yapılması gerekenlere dair sağduyu ortaya çıkmıyor. CHP neredeyse tüm politikasını, “adalet” yürüyüşünde olduğu gibi bu depresyonun öfke ve şiddete dönüştürülmesi üzerine kurmuş durumda. Objektif analiz ve çözümlere dair önerilerden özellikle imtina ediliyor. Çünkü bu bedavaya gelen politik bir kaldıraç.
Oysa Beyoğlu tarihinde birçok bunalımlı ve lümpen dönemlere tanık olmuştu. Babamın dükkanı Yenişehir’deydi ve ben Beyoğlu’nda büyüdüm. Seksenli yıllarda saat ondan sonra o pislik, koku ve karanlık suratlı bıçkın sürüsünün içinden babamla geçmekten korkardık.
Aslında İstanbul’un varoşlarla çevrelenmesi, susuzluk ve çöp dağları bir yana, mimari zevksizliğin nedenleri için 3 Kasım 2002’ye değil, 150 yıl geriye gitmek gerekirdi. Kırklı yıllarda Pera’daki Rum, Ermeni ve Yahudileri kaçırmak için taşradan her gün Tarlabaşı Karakolu’na imza vermek şartıyla hapishanelerden azılı suçlular bu semte yönlendirilmişti. İktidarda CHP vardı.
Mimari açıdan bakıldığında, Pera’nın yüz yıl öncesini ele alsak bile, taklit Rokoko ve Barok binaları herhalde kimse özgün sayamazdı. O günün yozlaşması da oydu. Kültürel bir yıkımdan geçtiysek, bunun nedenlerini herhalde Osmanlı’nın yıkılışı, kültürel özgünlüğe dayanmayan yüzeysel Batılılaşma, Cumhuriyet döneminin tarihle, dille ilişkiyi sıfırlayan Jakoben politikalarında aramak lazımdı. Menderes, CHP seçkinciliğine karşı mücadeleye başladığında, şehirlerin yoksul kesimlere açılacağı, varoşların oluşacağı, elit/halk çatışmasından da ne çıkacağı çok belliydi.
Osmanlı’nın kolonizasyonu Beyoğlu’nun hikayesiyle örtüşür. İktidarını bu sürece borçlu elitlerin kayıp duygusunu Pera’ya yansıtması o kadar simgesel ki! Beyoğlu’nun “kaybını” son 15 seneye bağlamanın tercümesi, son 15 yıldır eşitlenmeye dönük sıkıntıdır. Yani asıl kayıp duygusu, mutlak iktidara dairdir.
Hâlâ “gerçekten konuşma” aşamasına gelinmediği görülüyor. “Erdoğan hal edildiğinde” eski güzel günlerin geleceğine dair bir patoloji var. “Beyoğlu bu günleri de atlatır” derken, “İktidar bir gün yeniden bizim olacak” denmiş oluyor. Beyoğlu üzerinden bir fabl yazılmış, mekan ve binalar yoz bir siyasi amaç için konuşturulmuş.
Oyun Beyoğlu’nda sahnelenmiş ve semt suiistimal edilmiş, o kadar.
Yorum Yap