- 1.12.2011 00:00
Devletin mutlak zalim ve geniş kesimlerin mutlak mağdur olduğu zamanlar, adeta mumla aranır hale geliyor gibi. Türkiye’nin devletteki bu kötücül netliği, son 10 yıldır kademeli, çelişkili, nev’i şahsına münhasır halde de olsa aşınıyor. Bu da zihinlerde ciddi bir kısa devre yarattı. Devlet mutlak kötücül rolünde belirsizleştikçe, kesimler keskinleşti, pozisyonlarını netleştirdi.
Bu kutuplar özellikle Ergenekon davası, Kürt ve PKK meselesi ve son olarak da işte Dersim özrü üzerinden kendi karşılaşmalarını yaşamakta. Devletin kötücül değişmezliği üzerinden paradigma kuranlar, bundaki değişim adımlarını nereye koyacaklarını bilemediler. Sonuçta bu değişimi sağlayan da, ya tehdit, ya da hakir görülen Sünni Müslümanlardı. Kimyanın bu kadar bozulmasının ana nedeni AK Parti’nin bir Müslüman, ama kötücül devletle sorunu olduğunu kabul eden bir Müslüman tabandan zuhur etmiş olmasıydı.
Bir tv programının öncesinde yaptığımız kısa sohbette karşımda epey zorlanan “solcu” duayenin son olarak “Müslümanlardan reformcu mu çıkarmış Allah aşkına!” diyerek son noktayı koyması böyle bir zihniyetin lapsusuydu aslında.
Kürt, PKK, Alevi ve Ergenekon meselesinde hem AK Parti’nin, hem de Gülen cemaatinin böyle mutlak kötücül bir role mahkûm edilmesi nesnel değil; öncellikle ahlaki olmayan bir imtiyaz kaybı hissi ve devletin kötücüllüğüne bir eşitleme ihtiyacından kaynaklı. “Sivil dikta” tartışmaları bu ihtiyacın bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Taraf’ı da bu noktada büyük bir nefretle karşılamaları, gazetenin netliği bozan ilkesel duruşuydu. Çoğunlukla “Rahatı yerinde, kentli ve sosyolojik olarak ‘Beyaz Türk’ imtiyazlarına sahip” kişilerin yan yana gelişiyle kurulan bu gazete, müesses nizama içeriden öyle etkili eleştiri getiriyordu ki, onu yaftalamak da, sözünün itibarını kırmak da –ontolojik olarak– pek mümkün olmuyordu. Bu nedenle Taraf, değişim imkânlarına kategorik olarak karşı çıkmayan, ilkesel bir demokratlık sergileyen, anti-kemalist, Müslümanlığa, gayrımüslimlere, Alevilere ve Kürtlere karşı millet-i hâkime kibrinden sıyrılmış haliyle, büyük bir nefret yarattı.
Hâlbuki, Türkiye’de değişim başka nasıl olabilirdi ki! Değişimin mümkün olabilmesi için güçlü bir halk tabanına yaslanması gerekir. Radikal bir devrimin de, parlamenter sistem içinde iktidarı devralacak reformcu bir hareketin de, devletle sorunu olan muhalif ve aktif bir tabana ihtiyacı var. Bunlar sırasıyla Müslümanlar, Kürtler ve Aleviler olabilirdi. Kürtlerin, sorunun doğası gereği geçmişte Türkiye üzerinden bir siyaset yapmaları mümkün değildi, PKK sayesinde hâlâ da değil. Aleviler ise zaten kemalistlerce rehin alınmış ve paramparça edilmişti çoktan.
Yaptığım bu analiz hâlâ geçerli ama bugün yaşanan farklı bir durum daha var. Soğanın zarını soya soya ilerledikçe, sorunlar ve tartışma içerikleri de daha kompleksleşir. Şimdi mesela PKK şiddeti ve Dersim özrü üzerinden demokrat kesimler içinde bir ayrışma var. Bu benim beklediğim bir şeydi ve olması da çok sağlıklı. Taraf’ta süren PKK şiddeti tartışmasının, çok kıymetli dostum Ferhat Kentel’in iddia ettiği gibi bir “siyah-beyaz ikilemine ve hastalığa” tekabül etmediğini, bilakis bunun Türkiye için çok değerli bir ilk olduğunu söyleyebilirim. Üslubun gereksiz sertleştiği doğru. Bunun, kalp kırmaktan öte, tartışmaya muteber “acil çıkış” fırsatları verme riski var ki, asıl dikkat edilmesi gereken de bu.
Gelelim Dersim özrüne. Başbakan Erdoğan Dersim’de yaşananların bir devlet katliamı olduğu, ama en önemlisi de bunun bir isyana yönelik olmadığını ifşa eden özür konuşması çok önemlidir. Aynı konuşmada Ermeni diasporasına yönelik alın karışlayan sözlerine rağmen benim için fonksiyoneldir. Resmî bir özrün nasıl dilenmesi gerektiğini çok iyi biliyorum. Erdoğan’ın özrünün bu standardı taşımıyor olduğu eleştirilerine de katılıyorum. Ama...
Bir kısım Kürt, Alevi, Ermeni ve avuç içi kadar sosyalistin görmek istemediği şey şudur: Türkiye’de Dersim için Alevilerden, 1915 için Ermenilerden resmen ve mükemmel biçimiyle özür dilemesinin nesnel şartları ve taban talebi henüz yoktur. Meclis’te bu kalitede bir parti de yoktur. Hatta AK Parti içinde Erdoğan’ın bu özrünü gönülden tasdik edecek kaç vekil çıkar bilemiyorum. Bu Erdoğan’ın karakterinden kaynaklanan bir sürprizdir. Bir bonus. Sadece bu kadar...
Lakin, Erdoğan’ın bu sürprizlerinin tabanda gelecekte o talep edilen yüksek standartta özürlerin ve telafi şartlarının oluşmasını sağladığı –tabana kefalet vermekle– görülmeli. Benim için olan bitenin değeri budur. Ben de burada –hele bir Ermeni olarak– öylesine atıp tutabilir ve onlarca kutlama maili alabilirim. Ama bu ahlaklıca olmaz. Sizi yanıltırım.
Ama tabii, “solcu” duayen ağabey gibi, “Bu Müslümanlardan adam olmaz” gözlüğüyle olaylara bakıyorsanız, AK Parti ve Erdoğan’ın açtığı imkânları, çatlakları doldurmak ve anlamlı bir muhalefet yapmak yerine, kötücüllüğü sabitler, o kötücüllüğün boşalttığı alanları hayali kesimlerle tahkim edersiniz.
Bu da sizi kötü yapar.
Yorum Yap